Bir taksinin arka koltuğundayız. Saat daha 8:00 bile değil. Arka koltuğun camları buz tutmuş olduğu için ancak biraz kaykılıp ön camı görüş alanıma aldığımda dışarıyı görebiliyorum. Uçsuz bucaksız beyazlığın ortasında, farklı renk olan tek şey üzerinde gittiğimiz asfalt yol.
Üzerimde her şeyden iki tane var: İki tane kazak, iki tane çorap, iki tane tayt… Ayağımdaki kar botlarını ve montumu çıkarıyorum. Çantamı açtıkça, sabah otelden çıkarken elimize tutuşturulan pişinin kokusu arabanın içine yayılıyor.
Dışarıya baktıkça, uykum geliyor. Tam gözlerimi kapatıp uykuya teslim olacakken, duruyoruz. Geldik. Kars’a gelmişken mutlaka görülmesi gerekenler listesinin başını çeken Ani Harabeleri’nin girişindeyiz.
Anadolu’daki en eski yerleşimlerden biri olan Ani, Kars’ın 42 kilometre güneydoğusunda bulunuyor.
Çizmelerimizi, montlarımızı ve eldivenlerimizi giyip taksiden indiğimiz anda, keskin rüzgar, kafein dopingi etkisi yapıyor. Henüz güvenlik bile gelmemiş olduğu için, Müzekartımızı bile göstermeden içeri giriyoruz.
Sonsuz bir beyazlığa dağılmış, tarihi binaların arasında, kımıldayan ve ses çıkartan tek şey bizim karın üzerindeki adımlarımız… Sessizlik, yalnızlık, tarih ve simli gibi parlayan süt beyazı karların arasına serpiştirilmiş yüzyıllardır ayakta duran yapıların kalıntıları o kadar mistik bir ortam sunuyor ki…
Türkiye’de sadece burada karlar kristal şeklinde yağıyormuş, bu yüzden de şimdiye kadar gördüğüm en parlak karlarla kaplı her taraf.
Selçukluların Anadolu’ya girdiği yerdeyiz. Bu giriş yapılan noktada bir kapı kalıntısı var. Üzerindeki aslan motifi de, Selçuklularda gücü sembolize ediyormuş.
Kiliselerin arasında mekik dokurken, bazen fotoğraf çekmek için ana yoldan çıkıyoruz. Öyle anlar oluyor ki, belime kadar kara batıyorum. Attığım her adımda daha çok gömülüyorum. Buddy’im ile bazen aramızdaki mesafe birkaç adım uzaklığında olmasına rağmen, birbirimizin yanına gitmemiz uzun zaman alıyor. İkimiz de belimize kadar kara gömülmüşken, kahkahalar atıyoruz. Hayatımızda daha önce hiç bu kadar kara gömülmemiştik. Ayağımızda kar botları var; ama kara gömülünce onlar da fayda etmiyor. Botun içine kar giriyor.
Ebu’l Manuçehr Camii’nin içine girdiğimiz anda aklımız başımızdan gidiyor. Ermenistan sınırına karşı o kadar harika manzaraya sahip geniş pencereleri var ki, ne kadar üşüdüğümüzü unutup, yarım saate yakın süre o derin pencerelerin içine oturup manzarayı izliyoruz, binlerce fotoğraf çekiyoruz. Büyülenmiş haldeyiz.
Tavanı tamamen çökmüş katedrali de gezdikten sonra, ellerimi ve ayaklarımı hissetmiyorum. “Bir Adanalı için en büyük imtihan” diye kendimle dalga geçmek istiyorum; ama dudaklarımı da oynatamıyorum. Tamamen donmak üzereyim.
Biz çıkarken, turist otobüsleri park ediyor. “Ne iyi yapmışız erken gelmekle.” diyoruz. Biz etrafta bizden başka kimse yokken, o mistik ortamı solumanın keyfini sonuna kadar çıkartabildik. Kendimizi hemen Ani’nin çıkışında, tur otobüsü şoförlerinin beklediği minicik kulübenin içine atıyoruz. Tezek sobası o an hayatımızdaki en kıymetli şey. Donan her bir eklememiz, o sobaya yapışık geçirdiğimiz dakikalarda çözülüyor. “Çay demleniyor, bekleyin.” diyorlar; ama Çıldır Gölü bizi bekliyor.
Taksiyi kullanan Mesut, “Gölü baharda görmüş olsanız, ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu bilseniz, bu haline inanamazdınız.” diyor. “Baharda mı daha güzel, yoksa şimdi mi?” diye soruyoruz. “Kars’ın yazı kışından güzeldir. Kışı da yazından güzeldir.” diye cevabı yapıştırıveriyor.
2000’e yakın rakımda üzerinde bulunduğumuz kar tabakasının göl olduğuna inanmamız için tek emare, alabalık çıkarmak için su bulana kadar kazılan oyuk.
Youtube fenomeni haline gelen Tekin Abi’nin kızağına atlıyoruz. Ponponlarla süslenmiş atların çektiği kızağın üzerinde, Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan donmuş Çıldır’ın üzerinde kayarak gezerken, kendimizi masalda gibi hissediyoruz. Tekin Abi, türküler söylüyor, dans ediyor, fotoğraflarımızı çekiyor.
O kadar gerçeküstü bir anı yaşıyoruz ki, “Son birkaç yılda, o kadar seyahat ettim, o kadar çok güzel şey deneyimledim; ama hiç biri şu an kadar masalsı değildi.” demek istiyorum. Ama dudaklarımdan dökülen bu cümle olmuyor. Bir bakıyorum ki sağa sola sallanarak ve parlayan gözlerle etrafımızı izleyerek “Ah niye gitti gurbet ele bizim köy.” diye Tekin Abi’nin söylediği türküye eşlik ediyoruz. Tespitleri boşverip, kendimi Çıldır’ın masalsılığına teslim ediyorum.
Kızak turumuz bittikten sonra biraz laflıyoruz Tekin Abi ile. Eskiden şimdiki gibi araçlar yokken, babası köyler ile Kars merkez arasındaki ulaşımı bu kızaklarla sağlarmış. Arabalar, otobüsler, dolmuşlar olunca, baba yadigarı işin de sonu gelmiş. O da karın üzerinde daha güzel görünüyorlar diye atları ve kızağı alıp Çıldır Gölü’nün üzerine gelmiş.
“Sadece fotoğrafçılar geliyordu haftasonları; ama bu sene bir şey oldu insandan geçilmiyor burası.” diyor. “Ne güzel işte.” diyoruz tipik para kazanma odaklı şehirli mantığı ile, “Daha çok para kazanıyorsundur.” O ise içten biçimde daha fazla parayla ne yapacağını bilmediğini söylüyor. “Eskiden iki gün çalışıyordum, şimdi yedi gün bu karın içindeyim.” diyor.
Garip olan, kimse Kars’ın bir anda bu kadar popüler olmasından mutlu değil. Buzun altından çıkan meşhur Sarı Balık da neredeyse tükenmiş artık. “Yüz kişilik sarı balık nereden bulalım?” diye söyleniyorlar. “İyi ki cumartesi gelmediniz, upuzun sıra oluyor burada. Bu kadar gezdirmeye de, böyle konuşmaya da fırsatımız olmuyor o zaman.” diye ekliyorlar.
Gölün yanında yemek yemek için tek seçeneğiniz Atalay’ın Yeri. Leziz alabalık veya şanslıysanız Sarı Balık yiyebilirsiniz burada. Ben yemek yerken, sürekli bizim Mesut’un cümlelerini not ediyorum defterime. “Sahibin ölsün.” diyor, “tilki ölümlüğüne vermek.” (tembelce yatmak demekmiş) diyor. Hepsine bayılıyorum.
Benim aldığım notlara gülüyor. “Ben sana başka bir şey söyleyeceğim asıl onu yaz, ama sonra.”
Yemeğimiz bitip de Kars’a dönüş yoluna geçtiğimizde, daha günün bitmesine çok var. “Doğu Beyazıt’a da mı gitsek acaba?” diye düşünürken, Mesut kağıdımın kalemimin elimde olduğundan emin olunca başlıyor şiirini okumaya.
İnceden kar yağıyor.
Denizin üşüdüğü yerde yaşıyoruz.
Rakım 1860.
Ne yapalım yani,
Denize yakın evimiz yok ama
gökyüzüne sıfır hayallerimiz var.
Seni yerimm😚 kalemine sağlık. Yeniden yaşadım o günü 🤗
Mesut’a da; sahapsız galasan diyorum 😂
BeğenBeğen
Her anı keyif dolu bir gezi olmuş….
BeğenBeğen