Yolda: Doğu Ekpresi’nde bir rakı sofrası

Kars’tan Ankara’ya giden Doğu Ekspresi’ndeyiz. Güneş yavaş yavaş batarken, tren camından görünen manzara muazzam. Yeşil ve turuncu ağaç dalları birbirine karışıyor, hepsinin gölgesi akan suya vuruyor. Yol dönemeçli hal aldıkça, trenin kıvrılan ön kısmı da manzaraya dahil oluyor. (tık tık!)

Arka fonda Tuna Kiremitçi ile Yıldız Tilbe var: “Ah yine sevebilirim hayatı, ah yine bulabilirim aşkı, ah yine duyabilirim sanki içimde çalan o şarkıları.”

Şarkıyı mırıldanarak, şarap kadehlerimizi tokuşturuyoruz. O kadar iyi hazırlanmıştık ki bu seyahate, ihtiyaç duyulabilecek ve seyahatin keyfini yükseltecek her şeye sahibiz.

IMG_7122.JPG

Şaraplarımızı tazelerken, kuruyemişlerimizi çıkartıp tabaklara servis ediyoruz. Mumlarımızı yakıyoruz. Trendeki türbişonu olmayan gençler de bize geliyor, onların şaraplarını da açıyoruz. Arkama yaslanıyorum; manzara harika, ortam harika, şarap harika.

IMG_7117.JPG

Yol arkadaşıma bakıyorum, “Daha iyisi olabilir mi?” diyorum keyifle. Bu kesinlikle bir soru değil.

Birkaç saniye sonra, kapımız tıklıyor. Yataklı bölümün amiri olan abimiz, kıvır kıvır saçları ile kafasını içeri uzatıyor.

IMG_7020-001

Trene ayak bastığımız ilk saatlerde, bir demlik çaydanlıkla bize misafirliğe gelmiş, yataklı vagonlarında başına gelen komik anları anlatarak bizi kırıp geçirmişti. Sonraki saatlerde biz Erzurum’da trene cağ kebabı siparişi vermek gibi ekspresin olmazsa olmaz klişelerini yerine getirirken, koltuklarımıza uzanmış camdan görünen manzarayı izlerken, filtre kahve demlemek için kafeteryadan sıcak su alırken, sigara içmek için bir köşe aranırken ayaküstü sohbetler etmiş ve çok sevmiştik onu.

Cin gibi bakışları ve küçük bir çocuğun enerjisi ile “Ne içiyorsunuz kızlar?” diye soruyor. “Vişne suyu.” diyoruz muzipçe. O da kendisine bir bardak alıyor “Verin bakalım şu vişne suyunuzdan bana da biraz.” diyor. Coşkuyla ona da oturacak yer açıyoruz hemen, bardağına kırmızı şarabı doldururken.

Yakın bir geçmişe kadar trenin kafeteryasında en lezzetli mezelerin servis edildiğini ve her türlü alkolün servis edildiğini öğreniyoruz. Bir zamanlar, bütün tiyatrocu ve şarkıcıların Ankara – İstanbul arasını trenlerle gidip geldiklerini ve bütün magazin haberlerinin bu koridorlarda gerçekleştiğini…

Sonra “Ben geliyorum.” diyip çıkıyor bizim kompartmandan. Önce bir dolap kapağı getiriyor, iki koltuğa yaslayınca masaya dönüşüyor. Yastık kılıflarını alıp onun üzerine seriyor, bembeyaz örtülü bir masamız oluyor. Ardından teker teker tabaklar gelmeye başlıyor bizim kompartmana. Sarma, ciğer, içli köfte… Ve son olarak boğma rakı!

IMG_7182.JPG

Çantamıza şarap ve mum atarak romantizm sınırlarımızı zorladığımızı düşünürken, ala bir rakı sofrasında buluyoruz kendimizi. Tren kompartmanımızda, trenin en kıdemli görevlileriyle, onların eşlerinin hazırladığı mezeler ve ev yapımı boğma rakıyla!

Az önce “Daha iyi olabilir mi?” diye sorduğumda olamayacağından emindim.
O yüzden karşımdaki manzaraya inanamıyorum. Zıplayabileceğim bir alan olsa, kompartmanda mutluluktan zıplarım; ama yok. Onun yerine gözlerimiz parlayarak, “Çok iyi değil mi?” diyip duruyoruz birbirimize. “Böyle bir Doğu Ekspresi herkese nasip olmaz. ”

Kadehlerimizi tokuşturuyoruz.Kadehleri hikayeler izliyor, hikayeleri şarkılar… “Uçak benim için bitmiştir.” açıklamaları yapmaya başlıyorum bir şişenin sonunda.

Bütün bunların arasında, camdan dışarısı zifiri karanlıkken, tek bir ışık görünmüyorken ve biz karanlığın içinde hafifçe sallanarak yol alıyorken, daha önce hiç deneyimlemediğim bir mekan ve zaman bağımsızlığı hissi yaşıyorum. O an dünyanın her yerinde olabilirim; saat 20:00’de olabilir, 3:00 de…

IMG_7067.JPG

Sabah, trene ilk bindiğimiz saatlerde, tren, kendisine has o sesi ile, bütün o beyazlığı yarıp geçerken, biz sıcacık kompartmanımızda oturmuş, filtre kahvemizi demlemiş, ayaklarımızı uzatmış harika manzaraya karşı keyif çatarken okuduğum kitaptan bir kısım geliyor:

“Bir de yalnızca gitmek eylemini sevenler vardır. Bunlar için seyahat ve yolun kendisi varılacak yerden, kavuşulacak ve ayrılınacak kişilerden bile daha önemli asıl eylemdir. Bu tipler bir yere yerleşip kök salarlarsa sararır, solar, kaybolur yiterler. Çünkü seyahat etmek bir çeşit bağımlılıktır. Bunlara ister göçebe veya çingene ruhlu, ister huzursuz veya gezgin diyelim, sonuçta varlıkları reddedilemez derecede gerçek ve yol güdüleri yaşamak kadar güçlüdür.”

IMG_7114.JPG

Biraz sonra, başka bir tren görevlisi geliyor. “Amirim dolabın kapağını sökmüşler, bi de trenden dışarı atmışlar sanırım. Bütün treni arıyorum saatlerdir, yok dolap kapağı.” diyor.

Ben ağzımdaki rakıyı kahkahaha atarken püskürtmemek için zor tutuyorum kendimi, çünkü o aradığı dolap kapağı şu anda bizim rakı kadehlerimizin, tabaklarımızın ve örtü niyetine üzerine serilmiş yastık kılıflarının altında!

“Gel abicim otur soluklan.” diyoruz. O alkolü bırakmış, varını yoğunu, babasından kalan bütün gayrımenkulleri kumarda yiyip bitirdikten sonra tövbe etmiş. Mezelerden biraz alıyor, yarım saat sonra filan bir aydınlanma yaşıyor: “Bu masa nereden çıktı, yoksa dolap kapağı mı?”

Tabii ki artık kahkahalarımızı gizleyemiyoruz. Hep birlikte gülüyoruz, kahkahalarımız kuşetlimize sığmıyor.

Doğu Ekspresi aslında Ankara’ya kadar gidiyor; ancak bizim sabah şirkette olmamız lazım. Kayseri’de, bu seyahatimizi unutulmaz hale getiren abilerimizle vedalaşıp trenden iniyoruz.

Kayseri havalimanında, bugüne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapıyorum. Koltukların üzerine montumu serip, oraya uzanıyorum. Yine gündüz okuduğum kitaptan bir cümle geliyor aklıma: “Herkesin sıcacık evinde, güvenli yatağında olmak isteyeceği o zaman parçasında benim hala yollarda olmaktan böyle yabanıl ve marazi zevk alışımın nedenlerini artık didiklemeden keyfini sürüyordum.”

IMG_7085.JPG

Bu kitap, Buket Uzuner’in “Yolda” kitabı. Yol hikayelerinden oluşuyor. İçinde bambaşka ülkelerde geçen yolculuk hikayeleri var. Her bölümün sonunda da o ülkeye özgü bir yemek tarifi. Özellikle yollarda olmayı sevenlerin kendisini bulacağı nefis tespitler içeriyor:

“Sapık hikayeleri özellikle yabancısı olduğunuz bir ülkede insana daha korkutucu gelir, sanki kendi ülkenizin sapıkları daha sevecen veya daha az sapıkmış gibi.”

“Seyahat, seksten ve dans etmekten sonra insanların hayatta en fazla zevk aldıkları fiziksel aktivitedir.”

“Yerinden hiç kımıldamadan da kaçıp gitmek mümkündü. Trenin sarsıntıları, o iki ucu belirli kısa yolda hızlanıp yaklaşmaları, kendisinden kaçıp kurtulma isteği ve bir gün kaçıp kurtulacağı şeylerle dopdolu bir yaşamın görüntüsünü sunuyordu.”

“Sürekli seyahat eden kişinin hiçbir yerde olmaması durumu ailesi ve arkadaşları için de geçerlidir, tabii aşkları için de… Bir arada olamazlar, bu yüzden gezginin yakınları yalnızdır. ”

Yol hikayeleriyle kalın!

Yolda: Doğu Ekpresi’nde bir rakı sofrası” üzerine 3 yorum

Onur Uysal için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s