Hayatınızda hiç görmediğiniz bir insanı, bütün kalbinizle sevdiğiniz oldu mu?
Sizi hiç arayıp sormasa da, hep sevildiğinizi hissettiren biri?
Hiç karşılıklı bir rakı masasında oturup, mezeleri bölüşüp, rakı kadehlerinizden aldığınız yudumlar arasında dertlerinizi paylaşmadığınız halde, ne zaman gerçekten kendinizi hayata karşı küskün veya yaralı hissetseniz, bir kaç kelimeyle yüzünüzü güldürmeyi başaran biri?
Benim oldu.
Tek tek kelimeleri, cümle bile kurmadan yan yana dizerek gerçekten çok şey anlatılabileceğini hayatımda ilk defa onunla keşfetmiştim.
Yıl 2008 veya 2009’du.
“Kar. Ankara. Şehir. Sıcak çikolata. Işıklar. Sigara. Oda. Jazz. Belki yaz. Yazı. Buhar. Buğu. Sis. Işıklar. Uzak. 1997. 2006. Tuhaf. Güzel. Unut.. Hiç..”
“Cunda Adası… Çıplak ayaklar. Kum. Deniz. Rakı. Roka. Balık. Ayvalık. Festival. Papalina. Şarkı. Yaz.. Rüzgar. Ferah… Koku. Çimen lekesi.. Su gibi. Su…”
“Ankara. Yağmur. Gök gürültüsü. Yazı. Yaz. Yaz havası. Toprak ve hanımeli kokusu. Karışık. Miles Davis. Dondurma. Çıplak ayaklar. Çilek. Sigara. Jazz.”
Mail başlıkları da tek kelimelik olurdu. Gündelik hayatta sürekli kullandığımız kelimeler, o kullandığında bir anda şiirlere dönüşüverirdi. Bir sürü duygu uyandırırdı okuyanda.
Okuduğum ilk yazısından iki cümle, daha o yıldan beri beynimin kıvrımlarında geziniyor. Ne zaman, hayatta nereye gideceğimi bilemesem, kendimi kaybetmiş hissetsem, ortaya çıkarlar: “Belirli bir yolum yok, ama ayaklarım var. Günahlarıma hayranım.”
Bu cümleler gelince aklıma hep içimdeki umutsuzluk kırıntıları da kaybolur, maceraperstliğe kapılırım. O, “Beni okumadan önce omzundan bir kere öp. Belki şaşkın olur sonrası.” diye başlar. Ama sanırım bu iki cümle yüzünden, ben onu ne zaman okusam ayaklarımı severim.
Aradan geçen yıllarda onunla hiç konuşmadığım uzun zamanlar olsa da, yeryüzünde bir yerlerde -%99 ihtimalle de Ege’de- şarap kadehiyle nefis bir manzaraya bakarak, sıradan kelimeleri sıra dışı biçimde yanyana getirmek üzere olduğunu bilmek dahi bana hep huzur vermiştir.
Her şeyin, arkadaşlıkların, dostlukların, paylaşımların ve hatta sevginin büyük bir hızla tüketildiği şu günlerde, asla tükenmeyen bir sevgiye inanmamı sağlayan harika insanlardan biri olmuştur.
Olur ya insanın bazı günleri, kendisini hiç sevmez. Ben böyle günlerimde bazen onun bana yazdığı bir kelimeler dizisi tekrar tekrar okurum “Bir tanesin. İyicil. İyi kalpli. Deli. Güzel. Taş gibi. Mis ruhlu. Şefkatini ta oralardan hissettiren. Rengarenk. Ferah.” Bir nevi mantra haline gelmiştir bu benim için aradan geçen yıllarda. Sesli okudukça, toparlanmamı sağlayan. Gerçekten beni yeniden ferah yapan…
Bazen ihtiyaç duyduğum için kasıtlı biçimde açıp okumuşumdur yazılarını, bazen bir yerlerde tesadüfen karşıma çıkmıştır. Hiç fark etmez, her seferinde, kelimeleri kalbimde bir yerlere dokunmuştur.
Yalnız iki sayfalık yazılarının bile, insanın bütün hayata bakışını, içinde bulunduğu duygu durumunu değiştirebilecek bir sihri vardır. Bizim, gündelik hayat koşturmacasında atladığımız bir sürü detayı, o alır, müthiş yazılara çevirir.
Oradan oraya koştururken, ne zaman onun kelimeleri gelip dokunsa zihnime zamanın akışı yavaşlar, hislerim çoşar. Diyorum, sihirlidir onun kelimeleri.
Bazen birileri, bir yerlerde bir yazı görüp, çok beğenip bana yollar. Onun yazdığı bir yazıdan bir iki cümleyi almış, ama yazarını bambaşka birisi yapmışlardır şuursuzlukla. Sanki ben haksızlığa uğramışım gibi öfkelenirim. Karşımdaki benden “Evet çok güzelmiş.” benzeri bir cevap beklerken, ben sinirle “Bu yazı Ozan’ın yazısı yalnız.” diye çıkışırım. “Yazarını yanlış yazmışlar.” diyip, yazının tamamını yollarım.
Bir gün aklımda hiç ona sığınmak yokken, “Kendimi çok yorgun hissediyorum. Hiç evden çıkasım gelmiyor. Hatta seyahat bile etmek istemiyorum.” dediğim bir günde, her zamanki gibi mükemmel bir zamanlamayla imdadıma yetişti.
Bu sefer, onu çok sevenlerin yıllardır beklediği bir şeyi yaparak; bir kitap yayınlayarak.
Eve geldim, Bozcaada’dan aldığım şaraplardan birini açtım, onun kelimelerine kendimi teslim ettim. Her zamanki sihirini gösterdi onun cümleleri.
Her sayfada onu daha çok sevdim. Her sayfada unuttuğum bir sürü hissimin üzerindeki tozları silkeledim. Kendimi bazen kendi kendime gülerken, bazen burnuma iyot kokusunu çekerken, bazen gözlerim dolarken yakaladım.
“Bir derdim var demek benim lügatımda, bir sıkıntım var demekten farklı manaya gelir. Bir derdim var demek, benim lügatımda “Bir inadım, iştahım, heyecanım, hevesim, hikayem, arayışım var.” demektir. Tutkum capcanlı demektir. Amacım var, sorularım, aradığım yanıtlarım, varacağım şehirlerim, gerçekleştireceğim hayallerim, öğreneceğim yepyeni şeyler, önümde yeni keşifler, yeni bir hayat var demektir. Tadına bakacaklarım… İlham alacaklarım… Dinleyeceklerim, dokunacaklarım, bağrıma basacaklarım… Uzaklaşacağım ve kavuşacağım bir şeyler.”
“Gün içinde aklına seksle ilgili yirmi sekiz şey gelse bile, rakı içen kadına baktığında aklına seks değil, uzaklar gelir.”
“İlk yerli uçan arabaların, dokuzuncu köprülerin, otuz üçüncü havalimanı vaatlerinin zerre önemi yoktur: İçine bir kez ilkbahar indi mi, yapılacak tek şey, balkonundan gökyüzüne bakmak ve senin için “Yerini sevdi” diyecekleri bakir kıyıları aramaya koyulmaktır. Hiç değilse bunu kafaya koymaktır.”
“Git bir işe yara” diyenlerden de olmam. “Git bir şişe şarap aç.” derim, daha iyi.”
“Böyle olunca da canım insan çekiyor: Yan çizmeyen. Dolaysız. Güzel şeylere iştahı kabarık. Hevesini, tutkusunu yitirmemiş. Dünyayı seninle yeni baştan tasarlamaya aday… Deneyime açık. Boğmayan ama isteyen… Yeni fikirlerle ayağa kalkan, mızmızlanmayan… Dedikodusunuz, yalansız, çekiştirmesiz, seni bütünleyen, seninle bütününlenen.”
Kendinize bir güzellik yapın, Ozan Önen’in “Babam beni şahdamarımdan öptü.” kitabını alın, bir şişe de güzel şarap. Çok sevdiğiniz, kendi başınıza kalabileceğiniz bir yere gidin.
Onu dinleyip omuzunuzdan bir kere öpseniz de, öpmeseniz de, nasıl olsa şaşkın olacak sonrası…
ağladım.
BeğenBeğen
Sezen , çooook uzun zamandır seni ve Ozan ı takip ediyorum, ikinizi de tanımadan seviyorum, enerjinizi, iyiliğinizi, paylaştığınız güzel her an’ı.. İyi ki kalben tanıyorum ikiniz 🙂
BeğenBeğen