Beş gün sürecek Malezya (Kuala Lumpur) seyahatine beni götürecek uçağa binerken dahi kafamda belli bir plan yoktu.
Bu taraflara yolun düşecek olsa Phuket’e, Bali’ye, hadi bilemedin Singapur’a gidersin , Kuala Lumpur (kısaca KL) da neyin nesi?
Üstelik gelmeden önce okuduğum bir çok yorumda da oldukça kötü anlatılmış: Yok efendim sokakta güvenlik sorunu varmış!
Önce şunu çözelim: Boşuna bu kadar fitness’a gitmiyoruz. Ama zaten benim bu konuda risk algım zayıftır, yurtdışında çok rahatlıkla yürüyerek arka sokaklara dalarım, herhangi bir endişe duymam. Onu da geçelim biz İstanbul çocuğuyuz ya, c’mon how hard can it be? Öyle değil mi?
Beş gün geçirdikten sonra, şunu söyleyebilirim ki; sokakta ne bir sıkıntı yaşadım ne de gördüm. Güney ve Doğu Asya’dan 72 milletten insan kozmopolit yaşıyor niye hemen kötülüyorsunuz efendim KL’yi? Sorun yok, dolaşın.
Gerçi bunları yazdık; ama ya başınıza birşey gelirse? Ekstra bir vicdan azabına daha yer yok gönlümde… Haydi siz yine de tedbiri elden bırakmayın ama bloglardaki aşırı yorumların da sizi sınırlamasına da izin vermeyin.
Girizgahtan da anlaşıldığı üzere bu yazı, KL ‘okuduğum o bloggerların anlattığı kadar da kötü değildir’ yazısıdır. Neymiş; sokakta iri iri sıçanlar varmış. Bir kere ben sıçandan fena korkarım, bu nedenle “Acaba var mı?” diye köşe bucağı önce ben kontrol ederim. Şehir merkezinde hani nerede o sıçanlar? Ben görmediysem kimse göremez.
Neticede haksızlık yapmayınız bu kadar KL’ye. Buna izin veremem. Yine de bir hayra vesile oldu bu olumsuz yorumlar, olmasaydı ben de hınç ile bu yazıyı yazmazdım. Ben iş için gittim, iyi ki de gitmişim.
1.Gün
Kuala Lumpur ile Türkiye arasında mevcut an itibariyle 5 saat fark var. Bu Türkiye ile bağını kesmeyenler için problem. Şöyle ki, çalışmaya geldiyseniz işlerini hallettiğiniz esnada sevgili Türkiyem daha yeni yeni uyanıyor ve Türkiye’deki normal bir mesainin bitişinin KL’deki karşılığı gece 11’i buluyor. Haliyle telefonunuz geç saatlere kadar susmuyor, nitekim bende de öyle oldu. Telefon sussa, Türkiye ile sosyalleşeceğim derken gece saati 4 edersiniz, benden söylemesi.
Uçakta apansız gelen bir upgrade ile seyahate 1-0 önde başlıyorum. Ben ki yüzüstü yatmadan uyuyamayanlardanım. Net uyuyorum, çok da iyi oluyor. Valla varsa imkanınız böyle şansa beklentilere girmeyip , upgrade ederek yolculuk edin. Yolculuk 10,5 saat gidişte.
Salıyı çarşamba’ya bağlayan gece 1 sularında başlayan uçak seyahati, saat farkının da etkisiyle KL saatiyle Çarşamba akşamüstü neticeleniyor. Geldiğimiz gibi street food olayına girmek için Bukit Bintang’a gidiyoruz. Anthony Bourdain beni görse, gözleri yaşarır.
Hijyen kaygıları olan bir insanım ama salıyorum gidiyor. Kürdanlara bağlanmış muhtelif deniz mahsülü yiyeceklerden yiyorum. Tabii ki benim de kurallarım var. Bir tam kurbağa yiyenler var, her kültüre çok saygı duyuyorum ama benlik değil.
2. Gün
İkinci gün iş toplantıları nedeniyle çoğunlukla gerçekten de Gayrettepe-Maslak görünümlü KLCC civarında dolaşma şansım oluyor. KL de biraz gökdelen yapmakla övünen bir şehir. İnsanın ruhunu ezen ve bireyi bir hiçliğe dönüştüren bu gökdelen oluşumlarını sevemiyorum.
Ardından kendimizi bit pazarı diyebileceğimiz Central Market’a atıyoruz. Buranın karşılığı bizde olsa olsa Kapalıçarşı olur. 1888’de kurulmuş. Bit pazarı seviyorsanız vakit geçirebileceğiniz hoş bir yer. Gece ayaklarımı duvara dikip uyuyakalmamı sağlayacak kadar çok geziyoruz burada. Central Market içerisindeki bir ilginç aktivite “cute fish spa”. Balıklı havuza ayağınızı sokmanızla onların sizi hafif hafif ısırıp gıdıklaması ile kahkaha krizine girebileceğiniz bir yer. Bu gıdıklamaya zamanla alışıp “su çok güzel ya, gelsenize” moduna insan hemen giriyor. Bence deneyin.
Bu arada Central Market içerisinde kendime hediye olarak “Dream Catcher” alıyorum. Yani kötü rüyaları tutup, iyi rüyalar görmenizi sağladığı inanılan el işçiliği. İsmi bile benim çok hoşuma gidiyor. Çok fantastik değil mi “Rüya Yakalayıcı” ?
(Fotoğraftakiler de şans getirdiğine inanılan charmlar.)
3. Gün
Bir Türk’e kahvaltı beğendirmek ne kadar da zordur. Kahvaltı bizim görsel şölenimizdir. Otelin karşısındaki AVM’de -ki KL bir AVM cennetidir- nispeten güvenli seçeneklerle kahvaltıyı başımdan savıyorum.
Sonra ilk durak çok ikonik fotoğrafların çekilebileceği KL City Gallery. Giriş 10 RM (Malaysian Ringgit). An itibariyle 1 RM = 0,85 TL. Bu para birimi mevzusuna bir parantez açayım: Genellikle yapılan Avrupa seyahatlerinde 1 EUR = 1 TL imişcesine yapılan harcamalar sonradan üzer. Haydi o kadar olmasın ama olsun olsun 1 EUR = 4 TL olsun, çünkü insan iyimserdir asla 4,23 ile çarpmaz. Bu yazıyı bir yıl sonra okunduğunda anlamsız kılacak kur bilgilerini niye verdim? Çünkü KL bu açıdan rahat arkadaşlar, 1 RM = 1 TL bile düşünsen cebine 15 kuruş para kalır. Bu nedenle öyle o Avrupa seyahatleri gibi üzmez. Sırf bu sebeple bile KL candır.
City Gallery’de ikonik olarak instagramınızı süsleyecek beş lokasyonda fotoğraf çektirdikten sonra orayı terk edip kuşların ağaçların üstündeki ağlar sayesinde yarı özgür uçtuğu Bird Park’a gidiyoruz. Giriş parası 60 ringgit. Üst paragraftaki mantıkla ’60 lira çok değil mi’ diyip gene de giriyoruz. Ömrü hayatımda görmediğim cins kuşların kedi köpek gibi yanınızda gezdiği sevimli bir yer. Arada sel gibi yağan yağmurda saçak altında beklediğim süreyi de hesaba katarak yaklaşık 3 saat dolaşmaya oldukça uygun.
Sonrasında Kelebek Parkı’na da gitsek diye düşünüyoruz ama kelebek de nihayetinde bir kuştur yaaa yetti bize deyip vazgeçiyoruz. Siz isterseniz bir bakın tabii. Bu nedenle bizim istikametimiz Chinatown oluyor. Yağmur deli gibi yağıyor. Bu durum Cihantown’da şemsiye satın alırken pazarlık gücümü düşürüyor ama gene de 15 RM’lik bir şemsiyeyi 10 RM’ye alıyorum. Eminim kuru bir havada , kuru bir havada neden alınırsa artık, bu şemsiyenin ederi 3 RM’dir. Pazarlık marjı bu denli yüksek.
Chinatown’u şöyle bir geziyoruz. Çok ilgi çekmeyen satış stantları var, taklit ürünler de çok, meraklısına..
Akşam yemeği için bir rooftop denememiz oluyor. Hemisphere diye bir otelin rooftop’ına çıkıyoruz. Otel bizim gelmemize çok hazırlıksız heralde , bu nedenle ışıl ışıl Petronas Towers siluetine şöyle bir bakıp çıkıyoruz.
Şimdi ki hedef jazz müzik dinlemek için “No Black Tie”.
Gittiğimizde rezervasyonun çok gerekli olduğunu anlayıp, bir sonraki geceye önden bir masa ayırıp hemen o sokaktaki Table 23’e gidip geç bir akşam yemeği yiyoruz. Table 23 güzel ve bangır bangır müzik çalıyor. Sri Lanka’lı bir grup mekanı kapatmış olsa da, uzun dil dökmelerim sonucu kendimize bir masa ayarlayabiliyoruz. Bu sokağın özelikle expatların sevdiği yerlerden olduğunu düşünüyorum. Başka bir yerde görmediğim kadar çok Avrupalı’yı burada görüyorum.
4. Gün
Sabah merkezde biraz zaman geçirmenin iyi olacağını düşünerek, bağımsızlık meydanı olan Merdeka Square civarında sokakları dolaşıyoruz. Little India civarında ise Hindistan ayağınıza geliyor. Bu da KL’nin bir artısı olsa gerek. Müzikleri, yemekleri, dansları ve sinemasıyla kendi kültürünü yaşatan Hintlilerin arasında geziyoruz.
Sonrasında ise bir Hindu Tapınağı olan Batu Caves’e doğru Uber ile yola çıkıyoruz (KL’de kesinlikle Uber benzeri taksiler kullamanız gerektiği söylemiş miydim?). Batu Caves uzun merdivenlerle çıkılan ve Hindistan dışındaki en popüler tapınaklardan. Etrafta serbestçe gezinen bolca maymun var. Çok alışık değilim neticede ama İsviçreli bir grup genç haricinde pek de gerilen yok. Doğaya bu kadar yabancılaşmak ne kadar doğru konulu derin düşünceler ile tapınağı gezip oradan ayrılıyorum.
Akşamında ise bir gün önceden kalan ukteyi doldurmak için No Black Tie’a gidiyoruz. Brezilya’lı bir ekip caz yapıyor. Ben cazda piyano severim ama gitarla da olsa ekibin duru sesiyle en ön masadan inanılmaz bir gece yaşıyoruz.
İş toplantıları ile geçecek 5. günü artık buraya yazmama sanırım gerek yok. Zira bu yazıyı yazmamı sağlayan amacın hasıl olduğuna inanıyorum: KL, seyahat öncesi okuduklarımın aksine güzel bir yer. Bir çok Asyalı’nın biraraya geldiği, gökdelenli, street food’lu, sonsuzluk havuzlu, AVM’li, nemli, sempatik ve gördüğüm kadarıyla mutlu insanları ile KL’yi her daim hatırlayacağım.
Bol seyahatler.
Davide Bonora
Blog Sahibesi Dip Notu: Beni bilenler bilir, şu hayatta tek kıskandığım şey birilerinin benim gitmediğim yerlere gitmesidir. Bu seyahati ise keyifle takip ettim, daha büyük keyifle okudum. Gerçekten kendisinin yola çıkmadan önceki saatlerde, KL’e gitmek için çok şevksiz olduğunu birinci elden gözlemledikten sonra, gittikten sonra fikrini nasıl değiştirdiğini de keyifle takip ettim. Onun bu yazıyı yazmaktaki amacı KL’in bloglarda uğradığı haksızlığı düzeltmekle sınırlıydı; ama bence yazım dili de gerçekten şahane.
Siz de okuyun diye kendisini Mushaboom8’de konuk yazar olarak ağırladık. Yorumlarınızı eksik etmeyin gençler. Çünkü gideceği fantastik ve egzotik istikametler var önünde, onları da yazması için ikna bonusu olarak kullanırız. 🙂 Keyifle keşfederek kalın!
Sondaki not basta olsaymis keske, butun yaziyi “bu adam da kim, Sezen’in yeni sevgilisi mi acaba, niye hic beraber fotolari yok?” diye okudum 🙂
BeğenBeğen
okurken birkaç defa sezen’in blogunda mıyım acaba diye kontrol ettim, hatta okurken bu yorumu yazmayı ve yanlış anlaşılma ihtimalini düşündüm. fotoğrafları gördükçe de yazının sonunda sezen’in bu ben değildim diyen notunu okuyacağımı anladım. ki bu yorumu yazmak daha elzem oldu benim için; şu sebeple: sezen üslubu diye birşey olmuş ve okuyucu olarak bunu fark edebiliyor olmak yazarın oturmuş bir üslubu olduğuna işaret eder bence. bu, konuk yazarın kötü olduğu anlamına gelmiyor kesinlikle, sadece bu farkı hissedebilmeyi olumlu bir eleştiri olarak gördüğüm için paylaşmak istedim😊
BeğenBeğen