Beklentisizliğin pervasız neşesi: Çanakkale – Gelibolu

Bir seyahati güzel kılan nedir?

Gidilen istikametin havalı olması mı? Birlikte olunan yol arkadaşları mı? Çok iyi planlanmış olması mı? Orada yapılması planlanan etkinlikler mi? Yoksa gitme arzusunun tavan yaptığı bir anda yola çıkılması mi?

Bu kadar çok seyahat ettikten sonra, ben içlerinde en önemlisinin seyahat arkadaşları olduğuna karar verdim. Çünkü gidilen yer muhteşem dahi olsa, huzursuz ve keyifsiz bir yol arkadaşı ile o ortamın tadı çıkmayabilirken; her anı neşeli kılabilen, uyumlu insanlarla her yerde çok eğleniliyor.

Cumartesi sabahı uyanıp, duşumu alıp, çantamı hazırlayıp, iki termosa kahve doldurduktan sonra evden çıkıyorum. Şirketten bir kaç kişiyle birlikte Gelibolu Maratonu’na katılmak için istikametimiz Çanakkale.

Dürüst olmak gerekirse, ne Çanakkale beni heyecanlandıran bir istikamet, ne de orada çok eğlenceli bir haftasonu geçirmek gibi bir beklentim var. “Kafa değişikliği olur, yağmurlu İstanbul’da kalmaktan iyidir.” diye düşünüyorum.

Şirkette birbiri ile alakasız bölümlerde çalışan dört kişi bir arabaya doluşuyoruz; ellerimizde kahve, tarçınlı süt ve simit var. Laf lafı açarken, radyoda çalan şarkılardan fallar tutarken, o kadar keyifli bir sohbete başlıyoruz ki, ellerimizdeki kahve ve sütler birkaç dakika içinde bütün cazibesini yitiyor. “Hadi, bir yerde durup bira alalım.” diyoruz.

IMG_5942-001.JPG

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun, yarattığı dramatik ve depresif yol manzarasının inadına, arabanın içinde avaz avaz şarkılar söyleniyor, bira şişeleri tokuşuyor, kahkahalar ardı ardına patlıyor. Haliyle Çanakkale’ye kadarki yolun nasıl geçtiğini gerçekten anlamıyoruz.

Şehir merkezinde harika bir konumda bulunan ve iç dekorasyonu beklediğimizden iyi çıkan, gönül rahatlığıyla ‘tekrar gitsek tekrar orada kalırız’ diyeceğimiz Hotel Helen Park’a yerleştiğimizde dördümüz de kurtlar gibi açız.

Nerede olursam olayım, keşfetme arzumu bastıramadığımdan, Foursquare’den bize en yakın ve en yüksek puanlı mekanı gözüme kestirip, bizim ekibi Mori Bistro’ya sürüklüyorum.

141821640_UtJasY0j24u1uXGxHkih04yHe1vJCA9P5pUPNwmToiE.jpg

Oturup yemeklerimizi ve biralarımızı sipariş verdiğimizde, “Yok artık! Sezen?” diye bir ses duyuyorum.

Kafamı kaldırdığımda ne zamandır görmediğim Ruken karşımda duruyor. 2010 yıllarıydı sanırım. Birbirine yakın arkadaş olan üç erkeğin sevgilileri olarak birbirini çok sevmiş üç kızdık. Sürekli üç çift olarak takılırdık. Geceleri dışarı çıkar, haftasonları pikniklere ve beach’lere giderdik. İş çıkış saatlerinde bir araya gelmediğimiz günler çok nadirdi, her günümüz birlikte geçerdi. Üstelik de sırf ortam bunu gerektirdiği için bir araya gelmezdik; herkes herkesi çok severdi ve birlikte çok eğlenirdik. Sonra ilişkilerimiz ardı ardına bitmiş, biz bir süre daha görüşmeye devam ettikten sonra dağılmıştık.

Coşkuyla birbirimize sarıldıktan sonra, onun oturduğumuz mekanı işlettiğini öğrendiğimde gülmeye başlıyorum. Onun Çanakkale’de olduğunu bilip, buluşmaya niyetlenseydim bile bu kadar hızlı ve kolay olamazdı muhtemelen. Eski günleri anmalar, kulak çınlatmalar, o nerede ne yapıyor biliyor musunlar, geçmişten komik anılar derken, “Koşu kitlerimizi almamız için son otuz dakika. Sonra dağıtım bitiyor.” uyarısı ile kendimize geliyoruz.

Hemen arabaya doluşup, koşu standlarının kurulduğu AVM’ye doğru yol alıyoruz. Ellerimizde koşu kitlerimiz, AVM’nin ortasındaki zıplama alanın önünden geçerken, “Ben de zıplamak istiyorum.” diye tutturduğumda, kimse “Saçmalama.”, “Ne gereği var?” demiyor.

On dakika sonra, içeride delicesine zıplayıp, bazen dengemizi kaybedip minderlere yapışırken, o kadar çok eğleniyoruz ki!

O haftasonunun bu kadar keyifli olmasının sırrı da tam olarak bu: Herkes her şeyi yapma konusunda son derece şevkli. Hiç bir şeye burun kıvıran, surat asan, itiraz eden kimse yok. Ortaya atılan her fikirde, herkes koro halinde, “Hadiiiiii!” diyor.

Uzun zamandır böyle bir şey yapmadıysanız da şiddetle tavsiye ediyorum. Daha çok çocuklaşmak lazım belki de… Daha çok oynamak… Mantığı daha çok bir kenara bırakmak…

AVM’yi gezenlerin şaşkın ve yargılayan bakışları altında durmadan zıplayarak bütün kurtlarımızı döktükten, defalarca yere yapışıp, kahkahalar atmaktan nefes alamaz hale geldikten sonra akşam yemeği için Ruken’in bize ayarladığı Radika Restorant’a gidiyoruz.

Mezeler leziz, dekorasyon şahane, gecenin sonunda gelen hesap İstanbul’daki benzerinde ödenecek olanın yarısı kadar. Çanakkale’ye yolunuz düşerse, bu mekanı şiddetle tavsiye ederim.

IMG_5995.JPG

Orası kapandıktan sonra, “Kule’nin altı genelde barlar sokağı olur, kendimize takılabileceğimiz güzel bir yer bulacaksak o kesin oradadır.” diyerek, yılların gece hayatının tozunu yutmanın getirdiği iç güdüsel yetenekle, kendimizi – sonradan oralardaki meşhur mekanlardan biri olduğunu öğrendiğimiz- Sünger Shot Bar’da buluyoruz.

Koridor biçimdeki bu mekan, sahneyi ikiye bölmüş olması ile dikkatimizi çekiyor. Gitarist mekanın bir tarafında, solist diğer tarafında, içkinizi sahnenin ortasında, ikisinin ortasında durup içebiliyorsunuz. Yer darlığının sonucu mecburiyetten oluşturulan bu konsepte bayılıyoruz.

15539055_1646682428678927_8271456908666208256_n.jpg

Kendimize içecek bir şeyler almak için bara geçtiğimiz anda, kapıdan bir adam giriyor. Bara geçiyor, üzerindeki t-shirtu çıkartıp atıyor, göğsünü boydan boya kaplayan geyik dövmesini gözler önüne seriyor. Aslı ile bir ağızdan istemsizce “Wuhuhuhu” diye bağırıyoruz. Askıda duran siyah kürkü alıp üzerine geçiriyor ve bir kokteyl hazırlamaya başlıyor. Arkasından ne geleceğini merakla bekleyerek kürklü barmeni izliyoruz. Kokteyl doldurduğu shaker’ı alıp barın üzerine çıkıyor ve barın kenarında duran herkesin ağzına shaker’dan kokteyl döktükten sonra, dans ederek geri kalanını kendisi içiyor ve sonra kürkünü asıp mekandan çıkıyor.

Bunca yıldır gece dışarı çıkarız, böyle bir şey görmedik. Barda durup içki hazırlamaya devam etse bu kadar şaşırmayız, ama bu şovdan sonra çıkıp gitmesi aklımızı karıştırıyor. (Sonradan öğreniyorum kendisi Çağatay Ercan‘mış, intagram’daki videolarının hepsi birbirinden şahane.)

Mekanın kapanması ile birlikte otelimize dönüyor, sıcak bir duşla gevşeyip uyuyoruz. Ertesi sabah erkenden kalkıp, Gelibolu’ya geçiyoruz. Turkcell Gelibolu Maratonu ve 10 kilometre bizi bekliyor. Yeşilliklerin arasında, anıtları uzaktan izleyerek 10 kilometre kat etmek, o kadar iyi geliyor ki!

IMG_6045.JPG

IMG_6085.JPGIMG_6053.JPG

Bütün enerjimizi atmış olarak dönüş yoluna geçtiğimizde, fena halde damara bağlıyor; Ahmet Kaya’dan giriyor, Müslüm Gürses’ten çıkıyoruz. Yine avaz avaz her şarkıya eşlik ederken, “Bu sefer bira kesmez, çek sağa rakı alalım” diye tutturuyor, en sonunda Tekirdağ köftesine tav oluyoruz.

Eve geldiğimde yüzümde manasız bir gülücük. “Nasıl güzel bir haftasonuydu!” diye düşünüyorum. Güneşin kendini asla göstermediği, buz gibi ve yağmurlu havaya rağmen, her anı kahkahalarla dolu bir haftasonu… Ne yaptığınızdan daha önemli bir şey varsa, kiminle yaptığınız!

“İyi ki…” ile biten cümleler kurabildiğiniz günlerle kalın!

Mutlu haftasonları!

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s