Antep’te lezzetli yemek bulmak en kolay şey! Gelgelelim bütün gün boyunca yemek yedikten sonra, karnınız tıka basa doluyken, “Akşam yemeği yiyecek durumda değilim kesinlikle!” derken yapacak bir şey bulmak oldukça zor!
Oteldeki yataklarımızda yayılmış, ellerimizde telefonlarımız akşam ne yapacağımıza karar vermeye çalışıyoruz.
Antep’e daha önce yolu düşmüş herkes “Bayazhan” diyor. Bir önceki gece orada olan arkadaşlarımız ise, “Eğlenirsiniz; ama aşırı kalabalık ve çok da Antep’e özgü değil. İstanbul’da da pekala bulabileceğiniz bir ortam.” yorumunu yapıyor.
“Başka yerde alkol yok.” söyleminin gerçeği yansıtmadığını anlamak için, internette biraz araştırma yapmak yetiyor. Pekala alkol servisi de yapan et lokantaları var; fakat biz daha fazla et yiyebilecek durumda değiliz.
Canlı müzik yapan bir yer buluyorum. Telefon açıyorum, “Gece 12:00’de başlıyoruz.” diyorlar. Saat daha 19:00! O zamana kadar otelde takılmak da cazip gelmiyor.
En sonunda Hışvahan’dakilerin yönlendirmesi ile sokaktan bakınca çay bahçesi gibi görünen Taş Konak’a gidiyoruz. Çay bahçesinin içinden geçip, kapalı alana girince, minik bir meyhane buluyoruz. “Rezervasyonunuz var mı?” diye soruyorlar. İçimizden “Eyvah.”, dışımızdan “Yok.” diyoruz. “O zaman hiç çaktırmadan, şu arkadaki masaya geçin, az önce rezervasyon iptal oldu.” cevabını alınca mutlulukla masamıza yerleşiyoruz.
Bu arada, Antep’e yolu düşecek olanları uyarayım, çantanıza bir topuklu ayakkabı, bir de şık elbise mutlaka atın. Malum, İstanbul’da akşam dışarı çıkmak artık gündelik hayatın bir parçası oldu ve spor ayakkabılarımız veya babetlerimiz ile her mekana kolayca girmeye alıştık. Antep’te ise haftasonu akşam dışarı çıkan herkesin saçı fönlü, topuğu yüksek, kıyafeti iddialı.
Canlı fasıl ile rakı kadehlerini tokuşturarak keyifle bir akşam geçiriyoruz. “Akşam yemeği yiyecek durumda değiliz.” demiş olmamıza rağmen, yeşil biber piyazı, Antep peyniri ve muhammarayı da rakının yanında mideye indirdiğimizi de itiraf etmem lazım.
Ertesi sabah erkenden “Yaşasın! Bu sabah da taze katmer ile kahvaltı ederek uyanabiliriz.” diyerek soluğu yine Zekeriya Usta’da alıyoruz. Üstelik bir önceki gün bir tane katmeri üç kişi bölüşmüşken, bu sefer biraz abartıp iki tane katmer söylüyoruz. Yine çok lezzetli tabii ki!
Katmer üzerine sabah kahvemizi içmek için Bakırcılar Çarşısı’nın içindeki Tütüncü Han’a gidiyoruz. Tütüncü Han’ın avlusunda ayakkabılarınızı çıkarıp girebildiğiniz, döşeklerden oluşan bir kısım var. Gerçekten otantik ve keyifli.
Mideniz katmerle doluyken, el yapımı bakır fincanlarda Türk kahvesi içmek ve sere serpe oturarak sohbet etmek, pazar günü yapılabilecek en güzel şeylerden biri.
Öğlene doğru, instagram’daki Antep fotoğraflarımızın altına yorum yapan Küşlemeci Mehmet Usta’yı denemeye karar veriyoruz. Öğrendiğimize göre, bir önceki gün gittiğimiz Halil Usta’nın kardeşi Mehmet Usta. Ondan daha merkezi bir yerde, o kadar salaş olmayan bir restoran açmış.
Mehmet Usta’ya doğru yürürken, haritanın yol olarak gösterdiği yerde karşımıza bir inşaat çıkıyor. Temelleri atılmış binanın üzerinden, köprü gibi konulmuş ahşap parçalarının üzerinden cambazlık yaparak geçmek de böylece Antep’te yemek yemek dışındaki tek aksiyonumuz oluyor.
Bizimle birlikte inşaatın içinden geçen üç genç çocuk var. Bir tanesi garip tepkiler veriyor, iki arkadaşı onun kollarına girmiş, “Sakin ol, yapabilirsin, çıkabilirsin.” diyerek onu telkin etmeye çalışıyorlar. Önce biraz ürküyoruz, “Nereden çıkacak bu çocuk? Tripten mi? Bonzai filan mı içti acaba?” gibi paranoyalar içine giriyoruz. Sonra telkin edilen çocuk, “Yapabilirim, yapmak zorundayım, hayatımın fırsatı bu.” diyince, iyice meraklanıyoruz. Onlar önümüzde, biz arkalarında bir kaç dakika geçirdikten sonra, anlıyoruz ki, “O ses Türkiye”nin seçmelerine gidiyor o çocuk, onun heyecanını yaşıyor. İçimizden ona bol şans dileyerek, tekrar yiyeceğimiz küşlemeye odaklanıyoruz.
Mehmet Usta’da da konsept aynı. Oldukça lezzetli küşleme, kuşbaşı ve kaşık salatası var.
Biz oradayken, bir önceki hafta Antep keşfi yapmış arkadaşım mesaj atıyor: “Yunus’u bulun, selam söyleyin.” diyor. Bize servis yapan garsona, Yusuf’u soruyoruz. Çok güleryüzlü ve sempatik biri geliyor masamıza. “Size özel bir şey ikram edeyim.” diyor. “Çok tokuz artık.” diyoruz. “Yok bu yalnız tadımlık zaten, bir hayvandan sadece dört parça çıkan bir et.” diye ısrar ediyor.
Sadece onu kırmamak için kabul ediyoruz. İyi ki, iyi ki, iyi ki! Antep’te yediğimiz her şey çok lezzetliydi; ama bu et kesinlikle bir numaraya yerleşiyor. Yolunuz düşerse, burada “Yusuf’un özeli”ni tatmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Antep seyahatinin sonunu baklava ile kapatmak adettendir malum. “Nereden baklava alalım?” diye sorduğumuz herkes istisnasız “Koçak” dediği için, Koçak’ın yolunu tutuyoruz. Kare baklavadan tadıp, İstanbul’a götürmek için kilolarca da şöbiyet ve baklava paketletiyoruz.
Öğrendiğim iki sıradışı bilgiyi de paylaşmak istiyorum: Bunlardan ilki “kuru baklava”nın ne olduğu. Çünkü ben hep kuru baklavayı şerbetsiz veya az şerbetli baklava sanıyordum. Halbuki kuru baklava, kaymaksız baklavaymış. İçinde kaymak olmadığı için, daha uzun süre dayanıyormuş. İki üç günden sonra tüketilecekse, kuru baklava almak daha mantıklıymış.
İkinci bilgi ise, Koçak günde sattığı baklavanın dört ton olduğu. Tabii ki mba öğrencisi olarak, bu bilgiyi öğrendiğim anda, cep telefonumun hesap makinesini açıp, kabaca bir ciro, maliyet hesabı yapmaktan kendimi alamayıp, çıkan rakama şaşkınlıkla baktım.
Daha sonra, şaşkınlıkla baktığım ikinci rakam ise tartıdakiler oldu 🙂 🙂
Ertesi gün şirkette ardı ardına baklava partileri düzenlerken, herkesin söylediği şey “Yüzüne renk gelmiş.” oldu. Alternatif bir bakım paketi olarak Antep’te gurme bir haftasonunu şiddetle tavsiye ediyorum.
Dip Not: Şimdi istikametim Noel Pazarları için Berlin. Sıradışı tavsiyeleriniz varsa, benimle paylaşarak kalın!
Mutlu haftasonları!