Mahcubiyet ve haz içeren bir eylem olarak yazı yazmak ve benim yazma hikayem

Bugünlerde okuduğum Murathan Mungan’ın Stüdyo Kayıtları kitabında, yazı yazmaya ilişkin cümlelerin karşısında duraksıyorum: “İlk gençlik yıllarınızdan başlayarak herkesin azıcık kuşkuyla karşılayıp dudak bükerek çekinceyle yaklaştığı bir alanda var olmaya çalıştığınız için, neredeyse özür dileyerek yaşamak zorunda kalırsınız kendi maceranızı. Kaldı ki siz bu sırada, yazı yazmayı sahiden ne kadar becerdiğinizden tam emin değilken, ileride ne olacağınızı tam olarak bilemezken, yazı yazmayı sürdürmek için gereken yanılsama ve oyun malzemesini bulmak, kendinize ve yazınıza olan inancınızı korumak ya da güçlendirerek ve bütün bunları ruhunuzu ve maceranızı sakatlamadan yapmak gerçekten zordur. İnsanlar sizin yazı yazıyor olmanızı bir türlü kabullenmek istemezler.”

Tespitlerinin derinliğiyle, süslenerek abartılmamış yalın cümleler ile aktarabildiği duyguların yoğunluğuyla ve sürekli yeni deneyimler peşinde olmasıyla, benim yıllardır okumaktan açık ara en çok keyif aldığım yazar Murathan Mungan.

Bu nedenle kendimi Murathan Mungan ile kıyaslayacak değilim, kendisi benim için bir nevi Tanrı konumunda.

Yine de elim kalem tutmaya başladığından beri, ısrarla ve istekle hayatımda yazı yazmaya zaman ayırıyorum. Hayatımda bu kadar uzun yıllar boyunca bu kadar istikrarlı biçimde uğraştığım başka hiçbir şey olmadı. Yaptığım sporlar, gittiğim kurslar sürekli değişirken, mesleğim konusunda bile gel-gitler yaşadığım, değişik deneyimlere yol aldığım dönemler olurken, yazmaktan hiç vazgeçmedim.

Bizim ailede, çocukların ilk dişi çıktığında yapılan bir tören vardır. Bir tepsiye çeşitli zanaatleri simgeleyen nesneler yerleştirilir: kalem, makas, tornavida gibi. Tepsi çocuğun önüne yaklaştırılarak, elini ilk hangi nesneye uzattığına bakılır ve geleceğine ilişkin tahminlerde bulunulur.

Ben, bu sembolik seramoninin haklılığını ispat edercesine kalem seçmişim.
Sonraki yıllarda da evdeki bilgisayarı sadece hayal kurup yazı yazmak amacıyla kullandım.
Üniversite yıllarıma kadar defterlerce günlük tuttuktan sonra, üniversitenin ilk senelerinde, masallara göndermeler içeren bir öpüşme yazısı yazmıştım. Bu yazının Radikal Genç’te yayınlanması ve inanılmaz rağbet görmesi ile yazdığım yazıları kendime saklamaktan vazgeçip, paylaşmaya başladım. Radikal Genç’te düzenli yazdığım yazıları, Tempo 24 gazetesinde bir köşe sahibi olmam takip etti.

99a706239108df5cf51ee73b1b95f46e.jpg

Henüz yirmili yaşlarıma yeni başlamışken, gündelik konulara farklı açılardan bakmaya çalıştığım, toplumsal kalıplara kafa tuttuğum yazılarım gerçekten ilgi çekiyor, bu yayınlar sayesinde yüzlerce kişiye ulaşıyordu. Üstelik bundan büyük miktarlar olmasa da para kazanıyordum.

Yine de sanırım ‘yazar olmak’ benim ailemde meslek olarak değil, ancak hobi olarak kabul görecek bir uğraşı olduğundan, bu dönemde dahi meslek olarak yazarlık yapmak gibi bir amacım olmaksızın, yazmaya devam ettim.

Bilgisayardaki dosyalara, kağıtlara, defterlere… Elime aklıma ne gelirse…

O yıllarda sık sık ev taşırken, beni en çok yoran şeyin bu defterler ve kağıt yığınları olduğunu fark ettiğimde, kendime bir blog açtım. Blogun temel amacı, bu notlarımı fiziken yer kaplamayacak formatta tutmaktı. Gittiğim mekanlardan, hissettiklerimden, sevgililerimden, gündemimde ne varsa ondan bahsediyordum.

461ee8c68eaae2d26345638dd76e2e10.jpg

Sanırım hep en sevilen, en çok okunan yazılarım, ilişkilere dair yazdığım yazılar oldu. İçimi döktüğüm, bazen isyan ettiğim, bazen yoğun duygularımı paylaştığım bu yazılar, okuyanların kendilerinden parçalar bulup benimle yakınlık kurmasını sağlarken; hayatımdaki adamlar açısından ise hep büyük bir sorun oldu.

Çünkü ne yazacağımı planlamadan bilgisayarın başına oturduğum anlarda, bazen yazıyı yazarken mutsuzluklarımın farkına varıp bunları ifade ediyordum. Adamlar kendileriyle hiç konuşmadığımız ama herkesten çok kendilerini ilgilendiren hislerimi ve ilişkiye dair düşüncelerimi blogtan herkesle birlikte okuyorlardı. Yazılar duygu dolu olduğu için güzel yazılardı, gelen yorum ve mesajlara da bayılıyordum; fakat diğer yandan ilişkilerimi katlediyorlardı.

Ne ironiktir ki, hayatıma giren adamlar arasında yanında en kendim olabildiğim, birlikte en çok vakit geçirdiğim ve hem şahane kafalarla nice zibidi andan, hayatıma dair en ciddi konulara kadar her şeyi paylaşabildiğim Mr. Papyon, bu bloglarımda kendisine en az yer bulan kişi oldu. Onun hakkında sayfalarca yazılar yazmadığım için, hayatımdaki varlığını ve önemini kimse tam olarak benimseyemedi. “Haaa, duruyor mu o adam?”  gibi sorulara sıkça maruz kaldım, kalıyorum.

Bu sırada, bütün ruhsal iniş çıkışlarımı, açmazlarımı, rahatsızlıklarımı ve mutluluklarımı karşımdaki adama açıkça ifade edebildiğim sürece, bunları yazıya dökme ihtiyacı duymadığımı fark ettim. Sanırım bu yüzden, ben en güzel ilişki yazılarımı, kendimi karşımdaki adama ifade edemediğim dönemlerde yazdım.

049c731e0990d44c6fdb94b755fa6901.jpg

Kendimi bir konuya kaptırdığımda, kendiliğinden çıkan, bir şekilde kelimelere dökülen düşünceler, hep daha güzel yazılar oluyor. Bir önceki yazı da, “Aşk Peşinde Masallar” serisini saymazsak en çok okunan ve paylaşılan yazı oldu. Çünkü o da plansız, nereye bağlanacağı hesaplanmadan, kendi yolunu kendisi çizen, kendiliğinden ortaya çıkan yazılardandı.

Yazmak bana çok şey kazandırdı. İş hayatımda da kullandığım kıvrak bir dil, hiç bir donanıma ihtiyaç duymadan her yerde her zaman yapabileceğim bir hobi, mantıksal bir bütünlük içinde düşünme yeteneği ve bu blogla birlikte harika insanlar…

Bütün bunlara rağmen, yani bu kadar uzun zamandır yazıp, yazdıklarımı paylaşmama rağmen, “yazı yazmanın mahçupluğunu” hala taşıyorum. Murathan Mungan’ın dediği gibi “neredeyse özür dilenerek” yaşanan bir macera bu.

Özellikle avukat olduğum ilk yıllarda, herkes “Ee artık blogu kapatacaksın değil mi?” diye sormaya başlamıştı. Blog yazmaya devam etmenin kariyerimi olumsuz etkileyeceğinden herkes emindi. Bu mücadelemin üzerinden uzun zaman geçti.

Yine de…

Yazı yazmayı bir uğraşı olarak kabul ettirmekte bazen zorlanıyorum.

IMG_8758.JPG

Akşam “Ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda, “Yoga dersim var. / Seramik kursuna gideceğim.” bir plan olarak kabul edilirken, “Yazı yazacağım.” demek aynı sonucu vermiyor. “Amaaan başka zaman yazarsın.” diyenler bile oluyor.

Bir köşede aklıma bir şey geldiğinde telefonuma not alırken, önüme bilgisayarımı açmış bir şey yazarken, sanki arkadaşımla whatsupta sohbet ediyormuşum gibi davranılıyor, aynı ortamda bulunduğum kişiler eş zamanlı olarak kendileriyle sohbet etmemi bekliyor.

Yakın çevremdeki çok az kişi bu yazılarımı okuyor, “Amaan işte Sezen yazıyor bir şeyler.” diyorlar. Neden buna zaman ve enerji harcadığımı onlara açıklamayı başardığımdan hala çok emin değilim.

Garip bir biçimde o kadar yakınım olmayanlar, hatta beni hiç tanımayanlar daha çok sahipleniyor yazılarımı.

O yüzden sanırım, birisi yazılarım hakkında bir şey söylediğinde, yolda boynuma atlayıp, “Senin yazılarını çok severek okuyorum.” dediğinde aşırı mahçup oluyorum. Ne yapacağımı, nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum. Gündelik hayatımda olumlu veya olumsuz o kadar konuşulmayan, o kadar yok sayılan bir uğraşı ki, böyle anlarda sanki gizli kalması gereken bir sır ortaya çıkmış gibi hissediyorum.

img_1348

Hiçbir planım olmayan günlerde, gizli bir günah işlercesine bir hazla, bilgisayarımı kucağıma alıp, saate bakmaksızın yazı yazıyorum. Belki de bu yüzden yazı yazmayı bu kadar çok seviyorum.

Çoğu yazıyı kaşla göz arasında, özel bir zaman ayıramadan, ikinci kere okumaya bile fırsat bulamadan yazıp yayınladığımı fark ettim. Bu sene, bu zevkimi kaşla göz arasına sıkıştırmadan, gizlemeden, gerçekten zaman ayırarak içime sinecek şekilde yapmayı planlıyorum.

Bu macerama bu güne kadar eşlik eden hepinize de çok teşekkür ediyorum.

Daha nice yazıda görüşmek üzere!

 

Mahcubiyet ve haz içeren bir eylem olarak yazı yazmak ve benim yazma hikayem” üzerine 7 yorum

  1. Ayşe Nural dedi ki:

    Hazlı yaşıyorsun ya 🙂 bizde seninle birlikte haz alıyoruz, seni ve yazılarını çok seviyoruz🙃
    Ve bir Hayat gerçekten bu kadar keyifli yaşanılabilir, daha nice keyifli günlere 🙂

    Liked by 1 kişi

    • Sezen dedi ki:

      yaa ❤ Hepimize şahane "haz"lar, "huzurlar", "gülümsemeler", "dans etme isteği uyandıran anlar" ile dolu bir sene olsun. Kocaman sevgiler,

      Beğen

  2. özlem dedi ki:

    Okumak ve yazmak tavuk ve yumurta ilişkisi gibi gelir bana , sizin bloğun arkasında da nitelikli okuma eylemleri yatmakta bence. Ben de hayranım Murathan Mungan ‘a , fakat şiirleri ile daha çok ilgiliyim , kendim de denerdim eskiden . Bu yazınızın bir yerinde geçen bir cümle dikkatimi çekti. ” Bu sırada, bütün ruhsal iniş çıkışlarımı, açmazlarımı, rahatsızlıklarımı ve mutluluklarımı karşımdaki adama açıkça ifade edebildiğim sürece, bunları yazıya dökme ihtiyacı duymadığımı fark ettim ”
    benzer bir şekilde ben de şiirleri susturdum bir adamla evlenince ; soranlara da artık yazmıyorum O’nu yaşıyorum dedim

    Beğen

    • Sezen dedi ki:

      Gerçekten öyle bir şey var, iletişim kuramadığında, kendini çıkmazda hissettiğinde, yalnızlıktan canı acıdığında daha güzel yazılar çıkıyor. Diğer türlü hislerinin, duygularının, aklının yarısı başka yerdeyken o duygu yoğunluğuna geçilemiyor. Yine de güzel ve keyifli şeyler yaşamayı, daha güzel ve daha yoğun duygularla yazabilmeye tercih ederim. O adam yaşamaya değer şeyler sunuyorsa, bence kaybedilen bir şey yok! Kocaman sevgiler.

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s