Yılın son günü, cebimizde milli piyango biletlerimiz Emirgan’dan Bebek’e kadar yürüyoruz. Satılık yazısı asılmış denize sıfır dairelere bakınarak, “Yok onun manzarası güzel ama balkonu küçük.”, “Baksana araç park edecek yeri bile yok.” gibi ukalalıklar yaparak…
Ertesi gün milyoner olarak uyanırsak, o parayı ne yapacağımızı tartışıyoruz annemle. Onun için “ev” gerçekten hayatın önemli bir unsuru. Olabileceği kadar iyi olmalı. Ben deniz manzarasına ve kocaman teraslara bayılsam da, potansiyel milyonlarımın büyük bir kısmını bir eve yatırmaya hevesli değilim. Samimiyetle “Tek başıma yaşadığım sürece, şimdiki evimde yaşamaya devam ederim. İçi yeterince güzel, konumu şahane. Burada bir yere bu parayı yatırmaktansa, dünyanın her yerinde en güzel manzaralara karşı geçici konaklama imkanına sahip olma fikri beni daha çok büyülüyor.” diyorum.
“Piyango çıkarsa ne yaparım?” sorusu her ne kadar hayalperestlik olsa da, insana “Gerçekten yapmak istediklerinin ne olduğu” konusunda yol gösteren cevaplar sunuyor. “Piyango çıksa şimdiki evimde yaşamaya devam eder miyim? Şimdiki işimde çalışmayı sürdürür müyüm? O parayı neye harcamayı tercih ederim?” sorularına samimiyetle verilen cevaplar, insanın hayatında neleri isteyerek, neleri zorunluluktan yaptığını şak diye çıkartan bir turnusol kağıdı adeta.
Yaşadığım evi sevdiğimle, çalışma koşullarımı değiştirmem gerektiğiyle, daha çok uzak noktalara seyahatler etmeyi arzuladığımla yüzleşiyorum o sahil yürüyüşünde.
Yeni yıla şahane bir kafa ile durmadan dans ederek, “nasıl başlarsa öyle gider” deyişi doğruysa bu sene boyunca “minik bir baş belası” olacağımı garantileyerek giriyorum.
Piyango biletlerime amorti çıkmadığı için, hayatımda büyük bir değişiklik olmadan, yeni yılı yaşamaya başlıyorum. İstanbul’da keşfettiklerim karşınızda:
Dot – Prudencia Hart ve Bir Tuhaf Dibe Vurma Öyküsü
Dot’un en yeni oyunlarından biri Prudencia Hart ve Bir Tuhaf Dibe Vurma Öyküsü. Salona girmeden önce bir tombul şişe Efes ikram ediyorlar. “Vaay, bira servisi olan tiyatro!” diyerek mutlulukla şişelerimizi alıyoruz. İçeri girdiğimizde ise asıl şaşkınlığı yaşıyoruz. Tiyatronun olmazsa olmazı saydığımız, yan yana dizilmiş izleyici sandalyeleri / koltukları yok burada. İçerisi bar gibi döşenmiş. Yan yana uzun masalar var. Hiç tanımadığımız insanlarla, adeta Almanya’da bir biergarten’daymış gibi bu uzun ahşap masalara yan yana oturuyoruz.
Bir barda geçen bu oyunda, barda bira içenler olarak oyunun bir parçasıyız.
Ve oyun oturduğumuz masaların üzerinde, yanlarında oynanıyor. Sahneyi izlemiyoruz, sahnenin içindeyiz.
Şeytan, aşk, masallar, iyiler, kötüler, edepsizliklerle dolu bu oyunun konusu biraz ağır. “Kafamızı yormadan, neşeli bir şeyler izleyelim.” niyetindeyseniz, bu oyun size göre değil. Diğer yandan, gerçekten sıra dışı bir deneyim ve muhteşem ötesi bir performans izlemek istiyorsanız, bu kış İstanbul’da yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri bu oyunu izlemek. Kaçırmayın.
Turşu Suyu & Viski Aşkı:
Geçtiğimiz günlerde The Magger’ın muhteşem keyifli bir viski tadım etkinliğine katıldım. Tam bir gin&tonic kızı olarak, çok nadiren viski içen biri olsam da, viskinin tarihçesi gerçekten ilgi çekiciydi. Bu bilgilere ulaşmak isterseniz, şu yazıyı okuyabilirsiniz.
İki ayrı shot bardağından birine turşu suyu, diğerine viski koyup ardı ardına içmeyi hiç denediniz mi? Ben ilk defa burada denedim bunu ve bayıldım!
Evde kurufasülye pilav pişirmeyenlerin turşucu yolu tutması için yepyeni bir sebep: Turşu suyu & viski shot!
Velvet Cafe – Balat:
Balat’ta yaptığımız turistik geziden daha önce bahsetmiştim. O gezide öğrendiklerimi, başkalarına anlatmak da pek havalı oluyor. 🙂
Bu sefer Balat turumuzda, Velvet Cafe’de mola verdik. Kadife berjerleri, kristal avizeleri, duvarlarında asılı Bavyera tabakları ile büyük anne evi ruhu taşıyan bir cafe burası.
En keyifli detay ise, içeceğiniz Türk kahvesinin fincanını, antika fincanlarla dolu raftan seçebiliyor olmanız. Hangi yıldan kaldıkları, hangi ülkede yapıldıkları gibi bilgiler konusunda da gerçekten çok yardımcı oluyorlar.
Doğduğunuz yılda üretilmiş veya bu sene yolunuzu düşürmek istediğiniz bir ülkenin fincanında kahvenizi içme fikri çok güzel değil mi?
Benim yeşil fincanım, bu sene yapmayı planladığım ilk seyahat istikametinden; Japonya’dan mesela.
Openhaus – Nişantaşı:
Nişantaşı’ndaki Topshop kapandığından beri, sahibini bulamayan köşe sonunda harika bir butiğe dönüşmüş. Openhaus, tasarımcıların kapsül koleksiyonlarının sergilendiği bir mağaza. İçeride köpek kıyafetlerinden, tasarım çantalara; mumlardan, ajandalara kadar çok keyifli ve özgün tasarım parçalar sergileniyor ve satılıyor.
Ben özellikle paspaslara bayıldım ve “Please remove your Lauboutins” yazılıdan bir tane alıp evimin girişine yerleştirdim.
Özellikle birine ev hediyesi almanız gerektiği zamanlar için aklınızın bir kenarında bulunsun bu adres.
Meksikan Ateşi – Ranchero
Benim üniversite yıllarımda gece hayatının en hareketli noktası olan Reasürans Pasajı, eski popülerliğini kaybetmiş olsa da; margaritaya yumulmak istediğimiz bir cuma akşamında yeniden aklımıza düştü.
Ranchero’nun taco’ları, nacho’ları hala lezziz. Şehirden çok uzaklaşmadan, Meksika ruhu yaşamak için güzel bir alternatif.
Baylan Pastanesi – Mont Blanc
Kışın eller üşümüş yolda yürürken, bir kese kağıdı kestane alıp, hem elleri ısıtıp, hem de sıcak sıcak kestaneleri yemek çok keyifli olsa da; ben kestaneyi tatlıların içinde daha çok sevenlerdenim.
Kestaneli tatlı konusunda ise, İstanbul’un tarihi adreslerinden Baylan kesinlikle çok başarılı. Kestane püresi olan Mont Blanc de, kestaneli pastası da gerçekten lezzetli.
Soğuk dinlemeden sahilde yürüyüşe çıkıyorsanız, Bebek’te ufak bir şımarıklık molası hak ediyorsunuz demektir.
Keyifle ve keşifle kalın!