Bir beyaz yakalı çelişkisi sanırım bu: Bütün bir hafta boyunca erkenden uyanıp, her gün akşama kadar mailler ve toplantılarla boğuştuktan ve iş çıkışlarında spor, bakım ve hobilere de yetişmek için koşturup bütün enerjiyi tükettikten sonra, “sonunda” cuma günü gelip çattığında, vücudumun tek istediği şey bir an önce eve gitmek, sıcak ve uzun bir duş alıp, mis gibi kokarak ve tercihen dokuşu yumuşacık bir şeyler giyerek yatay pozisyona geçmek oluyor.
Ama ruhum ve beynim vücuduma itaat etmiyor: “Şaka mısın? Bugün cuma! Nerede cuma enerjisi?! Ertesi gün erken uyanmak gibi bir kaygın da yok. Sabaha kadar dans etmek için haftanın en güzel akşamında tembellik yapmayı düşünmüyorsun değil mi? Yaşlanınca bol bol dinlenirsin. Şimdi bu harika cuma akşamında değil!”
Yol arkadaşımla, nicedir yollara düşemediğimiz gibi, nicedir birlikte dans etmeye de gitmediğimizi fark etmiştik. Bu yüzden cuma akşamı için, vücudumuzun miskinlik çağrılarını yok saymaya ve dans etmeye gitmeye kararlıydık.
Asıl soru nereye gideceğimizdi. Ben hafta sonları çok kalabalık olduğu için Arnavutköy’e gitmeyi sevmiyordum. O da Mini’ye veya Klein’a gitmek istemiyordu. Bunları elediğimiz anda, İstanbul’da ezberlenmiş, her zaman ortalama üstü kitle ve ortalama üstü müzik garantileyen her yeri elemiş oluyorduk!
Derken Mitte‘de “A Night In Tulum” diye bir etkinlik olduğunu fark ettik. “Tam bize göre, denemeye değer.” diyerek, bütün haftanın yükünü biraz duş ve biraz makyajla atabileceğimize inanarak, gece Mitte’nin yolunu tuttuk.
Isınma turlarında kabinde Doktor K vardı, ardından onun yerini Carlita aldı. DJ setin yanına konulmuş enstrümanlarla, sete canlı bir performansın eşlik etmesi fikri de harikaydı; Carlita’nın performansı da. Uzun zamandır çalan her şarkıyı beğendiğimiz, sıkça Shazam kullandığımız, yorgunluktan ölsek de bırakamayacağımız kadar keyifli bir geceydi. Dört saat aralıksız dans ettikten sonra evlere dağıldık.
Carlita’nın The Slient Scream of Istanbul‘unu şuradan dinleyebilirsiniz.
Cumartesi günü, ancak öğleden sonra güzel kolların arasında uyandıktan sonra, bütün günü Mr. Papyon ile koltukta keyif çatarak ve How I Met Your Mother izleyip kikirdeşerek geçirdik. Soda şişelerimizi birbirine tokuşturup, “Huuh, yavaş mı içsek?” diye şakalaşırken, sürekli bu son diyerek bir bölüm daha dizi açarak miskinlik yapmak o kadar keyifli geldi ki, akşam gitmeyi planladığımız şarap tadım etkinliğini büyük bir zevkle ektik.
Gece yarısına doğru, “uyuyakalmadan önceki son çıkış”tan çıkarak, sevgili Berfe’nin doğum günü için bu sefer Sunset‘in yolunu tuttum. Uzun zamandır hiç yapmadığım şekilde, bir önceki geceden kalma kıyafetlerimle, yalnız saçımı ve makyajımı tazeleyerek, cuma gecesinden doğrudan cumartesi gecesine bağlandım.
Hep böyle oluyor, vücuduma işkence eylemleri, ruhuma çok iyi geliyor. Aynı kıyafetlerle, geceleri birbirine bağlamak, gözlerimi biraz daha yorgun yaparken, aynı zamanda kendimi harika hissetmemi sağlıyor.
Sunset’in barının ambiyansı gerçekten çok güzel. Kokteylleri -özellikle de cin bazlı Green Sky- inanılmaz lezzetli. Ayrıca Sunset’in yemek konusundaki yüksek fiyatlı çizgisinin aksine, kokteyller genel olarak Karaköy ve Teşvikiye hattındaki barlarla aynı.
Tek sorun, müziğin biraz gel-gitli olması ve herkese birden hitap etme çabasıyla, sonunda kimseye hitap etmez olması. Güzel elektronik parçalar, Gaziosmanpaşa tarzı apaçi müziklere bağlanıyor, oldies but goldies parçalardan, Özbek Cumhurbaşkanı’nın kızının orada olmasının hatırına, onlardan başka herkese sözleri kesinlikle anlamsız, müziği piyanist şantör kıvamında şarkılara geçiliyor! Bizim ekip eğlenmeye çok hazır olduğu için oldukça keyifli bir akşam geçirdik; ama ekip bu kadar eğlenmeye hazır kıvamda değilse, motivasyon sağlayacak kadar iyi bir müzik çalınmadığı konusunda uyarmalıyım.
Hem cuma, hem cumartesi dans ettikten sonra, bütün kurtlarımı dökmüş olmanın rahatlığıyla, pazar günü öğlene kadar uyudum.
Benim aksime sabahın köründe uyanıp, Belgrad Ormanı’na koşuya giden Mr. Papyon, spor üzerine kahvaltısını yaptığında ben ancak yataktan kalkmayı başarabilmiştim. Bütün uykusuz gecelerin, toplamda sayısı iki elimin parmaklarını geçen içtiğim kokteyllerin bütün izlerini, bir yüz maskesiyle yok edebileceğime içtenlikle inanarak, yeniden sokağa çıkmaya hazırlandım.
Önce Soho House bünyesindeki The Allice‘e gittik.
Bir arkadaşımız haftasonları çalışmak için burayı tercih ettiğini söylediğinde, ilk önce “Neden bu kadar yol gidiyor ki, bizim oralarda da pek çok çalışılabilecek cafe var.” diye düşünmüştüm; ama içeri girdiğim anda ona hak verdim. Çok güzel dekore edilmiş, şahane bir bahçesi olan bir mekan burası.
Üstelik de yediğim kiş, gerçekten yediğim, kesinlikle kurutulmadan pişirilmiş en güzel sebzeli kişti.
Hafta sonumuza bir doz da sanat eklemek için Pera Müzesi‘nin yolunu tuttuk. “Zaman Değişmeli” isimli sergi, sosyal medyada çok gördüğüm için gerçekten merak ettiğim bir sergiydi; ama dürüst olmak gerekirse bana hiç bir anlam ifade etmedi ve hayatımda hiç bir şey değiştirmedi. 🙂 Parajanov sergisi çok daha güzeldi, özellikle deli kolajlarını ben çok sevdim.
Fakat Pera Müzesi’ne yolunuz düşerse, ki hiç gitmediyseniz sırf bunun için bile yolunuzu düşürmelisiniz, buradaki en iyi parça hiç şüphesiz Osman Hamdi’nin Kaplumbağa Terbiyecisi.
Bu tablonun, ikisi de Osman Hamdi tarafından yapılmış iki farklı versiyonu var. İlk yapılan ve boyut olarak daha büyük olan asıl tablo, Türk sanat tarihindeki en pahalı eser kabul ediliyor. Pera Müzesi tarafından, TMSF’den açık arttırmayla 3,5 milyon dolara alınan bu tablonun bugünkü değerinin 10 milyon dolar olduğu ileri sürülüyor.
Paris’e gidince ilk iş olarak Mona Lisa’ya koşanların bu kadar çok olduğu bu şehirde, İstanbul’da yaşayıp bu tabloyu hala görmemiş olmak, büyük bir ayıp sayılabilir.
Araya yeterli sanat sıkıştırdığımıza karar verdikten sonra, Asmalımescit’teki Ozzie’s sosislerini mideye indirdik. Ben kokoreç sevenlerden değilim, ama sevenler buraya kokoreç rezervasyonu yaptırıyormuş. Rezervasyon yaptırmadan kokoreç yiyemiyorsunuz. Sosisi de gerçekten Almanya’yı aratmıyor, çok ama çok lezzetli.
Haftasonunun son istikameti Moretenders Cocktail oldu. İçtiğimiz her kokteyl gerçekten lezzetli, ortamı da çok keyifliydi. Bizim masada kurulan, “Bana hatırlatın da, buraya daha sık gelelim.” cümlesi, beğenimizin en net ifadesiydi. Asmalımescit taraflarına yolunuz düşerse mutlaka uğramanız gereken bir adres.
Pazar gecesini Lady Gaga ile Bradley Cooper’ın başrollerinde olduğu A Star is Born izleyerek kapattık. Imdb puanı bence biraz abartılmış olsa da, müzikal kıvamında, tam pazar gecesine yakışır keyifli bir filmdi.
Bu yazıyı da cuma kendisini ucundan göstermişken yazmayı tercih ettim ki, size bu hafta sonu için biraz enerji biraz ilham versin!
Şahane hafta sonları geçirerek kalın!
“Kuduruk Bir Haftasonundan Notlar: A Night in Tulum, Sunset, The Allice, Pera Müzesi, Ozzie’s, Moretenders Cocktail” üzerine bir yorum