Kalbim kırılmış ve yıkılmış halde Patmos’tan dönmüşüm. Birkaç gün evde cin ve çikolatayla beslenerek, kimseyle görüşmeden yabani günler devirdikten sonra, arkadaşlarım “Bu böyle olmaz!” demiş, beni sokağa çıkartmaya başlamışlar. Bir de bana zorla yemek yedirmeye… Çünkü 45 kiloya düşmüşüm, göz altlarım da içine doğru girmiş.
Bir sürü günümüzü yaşadıklarımı rakı masalarına yatırarak geçirmiş, adamın neden böyle davrandığını anlamaya çalışmışız. Saatlerce çözümleme yapmaya çalışsak da, cevabı bulamadığımızdan sonunda konuşmaktan sıkılmışız.
Biz böyle olayların ardından oturup saatlerce analiz yapmayı, çıkardığımız sonuçtan hayat felsefesi yaratmayı, aydınlanmayı severiz. Benim başıma gelenlerden bir türlü kendimize ders çıkaramadığımızdan ve aydınlanamadığımızdan, sonunda bu konuyu konuşmaktan içimiz şişmiş. Adama küfretmek için de ilk günlerdeki coşkumuzu kaybedince, boşvermişiz.
O zaman fark etmişim, başına gelenler ne kadar skandal olsa da, yeterince konuşunca normalleşiyor. “Ben aldatıldım, en çok ben dans edeceğim.” kadar yüzeysel bir espri haline gelebiliyor. Hafifliyorsun. Bin kere söylediğinde ve anlattığında, sanki sen yaşamamışsın onları da, şaka yapıyormuşsun veya bir filmi anlatıyormuşsun gibi oluyormuş.
Günlerce aralıksız dans ederek, adamla geçirdiğim dönemde canımın sıkıldığı her anın acısını fazlasıyla çıkarmışım. “Artık iyiyim.” dediğim bir aşamaya gelmişim.
Gerçekten iyiyim ama ışıltılı değilim henüz o günlerde. Gözlerim ağlamaktan şiş ama onun da dışında, bir ağırlık var üzerimde. Çözemiyorum. Yüreğime oturup kalan şeyin tam olarak ne olduğunu anlamlandıramıyorum.
Dışarı çıkıyorum, dans ediyorum, güzel giyiniyorum, iyi görünüyorum, tatlı insanlarla tanışıyorum, gerçekten eğleniyorum. Fakat içimdeki o flörtöz kadın varlık göstermiyor. Çok yakışıklı bir adam tatlı tatlı bana yanaşıyor, ben eve kaçıyorum.
“Hiç öyle bir motivasyonum yok.” en sık kurduğum cümle. Adını koyamadığım, çözemediğim bir sıkıntım, bir derdim var. Onu çözersem rahatlayacağım.
Onu çözmeden, içim böyle karmakarışıkken, yeni bir maceraya atılmaya hiç niyetim yok.
“Çivi çiviyi söker.” yaklaşımının haklı bir tarafı var; ruh halini değiştiriyor, seni keyiflendiriyor. Fakat içinde çözülmemiş bir yumak kalıyor. Yaşaman gereken hisleri tam yaşayamadan, alman gereken dersleri almadan geçmiş oluyorsun. Ne istediğini bilmeden, önüne gelen ilk adama kurtarıcı prens muamelesi çekiyorsun.
Sonra içinde bastırdığın duyguları, hazmedemediğin olayları temizlemek için hoop yogalar, meditasyonlar, danışmanlıklar koşuşturmaya başlıyorsun.
Eş zamanlı olarak, yeni adamla yeni sorunlar yaşarken…
Biliyorum, çünkü bunu geçmişte çok yaptım “Çivi çiviyi söker.” diye diye, birbirine zincirleme giden 10 yıllık ilişki yaşadım. Bu sefer her şeyi yerli yerine oturtmadan, ne istediğimi bilmeden hiç bir şeye balıklama atlamaya niyetim yok.
“Belki de yalnızca biraz vakit geçmesi lazım. Olaylar daha çok taze.” diye avutuyorum kendimi. Böyle geceler gündüzlere bağlanıyor. Türkçe poplar, house müziklere… Mekanlar birbirine… O partiden bu festivale, o arkadaşımdan bu arkadaşıma koşuyorum.
Bir sabah gözümü açıyorum. Derdimin ne olduğunu buluyorum: Ben adamı özlemiyorum!
Hani hayatındaki adam ne bok yemiş olursa olsun, sana neler yaşatmış olursa olsun, ayrıldıktan sonra sabah gözünü açtığında yanında onun uykulu suratını görmek istersin ya; veya birlikte gittiğin mekanlara onsuz gittiğinde “Keşke burada olsa!” diye iç geçirirsin ya, o kısım eksik bende!
Çok kırgınım, çok hayal kırıklığına uğramış haldeyim; ama özlemiyorum.
Bu bana hiç normal gelmiyor. Bir önceki ayrılığımdan sonra, aradan aylar geçtikten sonra bile adamın beni gördüğü andaki gülümsemesi geliyordu gözümün önüne, birilerini ona benzetip kalp krizi geçiriyordum.
“Ben onu niçin özlemiyorum ya?” diye bütün arkadaşlarımın başının etini yemeye başlıyorum bu sefer. “Haydaaa” demeden, sakince dinliyorlar benim isyanlarımı.
Yahu adamı özlemeyecektiysem, ben bir yıldan uzun süredir onunla ne yapıyordum? Madem böyle, ayrıldıktan sonra ben niye kendimi harap ettim haftalarca?
İçten içe şundan korkuyorum: “Yoksa henüz o sayfaya gelmedik mi? Ben atlattım, her şey geçti derken ve iyi olduğumu sanırken, aslında daha özleme kısmı başlamadı mı bile?”
(Dip Not: Şu andaki durumum ve ruh halim bu sanıp endişelenmeyin lütfen. Çok keyifli, çok aşklı, çok tatlı yerlere varacak. Yalnızca oraya nerelerden geçip geldiğimi anlatmak istedim ki tam olsun. Bu hafta gündemimiz aşk, ilişkiler, kırıtmalar! 🙂 )
Cin toniğe değil ofisin halı karton klima kokusuna bulanarak yaşayanlar da var 🙂 bu durumu. Ama evrenin işine bak ki sen kurumsal yaşam dışında iken oluyor ne oluyorsa. Bu yönden iyi olmuş galiba .
BeğenBeğen
Hahah çok güldüm bu yoruma. Şanslı bir kadınım ben, şansıma inanırım. Gerçekten İkitelli’de bir de böyle bir drama çok zorlayıcı olabilirdi!
BeğenBeğen
Aldatılmak kötü. Çok iyi bilirim acısını
BeğenBeğen