Lise Günlüklerim: Ya gerçekten yaşananlar, hatırladıklarınızdan farklıysa?

Benim kuşağımdaki her kadının mutlaka günlük tuttuğu bir dönem olmuştur. Gençlere yönelik yazılan tek roman serisinin İpek Ongun’un kitapları olmasının da bu heveste büyük bir etkisi vardır diye düşünüyorum.

Ben de onlardan biriyim.

Gelgelelim benimki “heves” olmakla kalmamış, abartılı sayılabilecek bir alışkanlığa dönüşmüş. On yıldan uzun bir süre her gün günlük yazmış; bu alışkanlığımı ancak üniversitenin ortalarında bırakmışım.

Bu da tam olarak blog yazmaya başladığım döneme denk geliyor.

Instagram story’lerden sürekli olarak ne yaptığımı paylaşmam ve yıllardır hiç aksatmadan blog yazmaya devam etmem de, sanırım benim açımdan günlük yazma alışkanlığının farklı bir yansıması. Aslında aynı şeyi farklı bir formatta yapmaya devam ediyorum. Hayatımın kaydını tutuyorum.

Annem, Adana’daki evdeki eşyaları topladığı sırada da benim ortaokul günlüklerimi bulmuş, “Bunları ne yapmak istersin?” diye önüme koymuştu. Defterleri açıp biraz karıştırmıştım. “Bugün şunu yaptım, bunu yaptım.” içeriğinde hiç de matah, ilgi çekici bir yanı olmayan cümlelerle dolu defterlerdi. İçlerinden yalnızca fotoğrafları almış, defterleri hiç düşünmeden çöpe atmıştım.

Yalnızca bana yazma alışkanlığı kazandırmış olmaları bakımından bir anlamları vardı.

Karantina günlerindeyken, şimdi yaşadığım evde duran iki koli defteri de ayıklaya niyetlendim. Aynen ortaokul defterlerimde olduğu gibi, birkaç saat içinde hepsine göz atıp kaldırıp, düşünmeden kaldırıp atacağımı sanıyordum.

Lise son sınıf defterimden başladım. Ve hiç de öyle kaldırıp atamadım. Tam aksine o sırada okuduğum romandan bile daha ilgi çekici buldum.

240556659e4b524eb76f519234b8871c

İnsan hafızası ne kadar garip. Bana sorsanız “Lise sonda ne yaptın?” diye, “Yemedim içmedim, sadece test çözdüm, üniversite sınavına hazırlandım.” diye cevap verebilirdim.

Gerçekten de böyle hatırlıyorum çünkü. Hafızamda o günlerden kalan tek şey üniversiteye hazırlanma stresi.

Lise son günlüğümü okuduğumda ise şaşkınlıkla fark ettim; gerçekler pek de böyle değilmiş.

Üniversite sınavından önceki bir aylık dönemde, o zamanlar şehrdeki oldukça popüler ve yakışıklı bir çocukla çıkmışım, ona aşık olduğumu sanmışım, anlaşamayıp birkaç haftada ayrılmışız. O günlerdeki üniversite sınavına hazırlanma koşturmasının arasında üç farklı date’e çıkmış,  gelen ‘çıkma tekliflerini’ stratejik bir yaklaşımla değerlendirmiş, “Kendi hayatımı İstanbul’da kurguladığım ve o adamların İstanbul’da bir üniversite kazanabileceklerinden emin olmadığım” için reddetmişim.

Bu kısımlarda “Helal kızım sana!” demeden duramadım. Bir de ergenlerin aklı başında olmaz derler!

O günlerde öyle bir özgüven patlaması yaşıyormuşum ki, o dönemdeki fotoğraflarıma baktığımda ve kendimi kesinlikle hiç beğenmediğimde “Nasıl olabilir ki?” diye düşünmeden edemedim.

“Beni benden vazgeçemeyecek kadar tanımasına fırsat vermek istiyorum.” yazmışım günlüğüme. Aynen kelimesi kelimesine böyle yazmışım! Şu anda o halimden çok daha harika bir kadın olduğumu düşünüyorum, ama böyle bir cümle kurmaya şu an cüret edemem! 🙂

Üniversite sınavı biter bitmez de önce İzmir’e, sonra Bodrum’a seyahat etmişim. Meşhur bir restoranlar sahibinin oğluyla tanışmışım, “Kendini sevdirmeye çalışan sempatik bakışlı bir köpek gibi gezindi durdu etrafımda. Numaramı verdim. Ama adımı Ece sanıyor. (Aslında Alara’nın yansımaları o yıllarda varmış!) Ne gereği var gerçekten kim olduğumu bilmesinin? Ben yalnızca buraya bir kaç günlüğüne tatile geldim.” yazmışım defterime. Sosyal medyanın olmadığı dönemlerdi tabii ki o günler, merak edip adamın adını google’ladım. Gerçekten de ünlü bir zincirin sahibi şu anda.

Rahatsız edecek kadar özgüvenli, aşırı planlı ve şimdi olduğumdan bambaşka önceliklere sahip bir kadınmışım. Gayet enteresan ortamlara girip, gayet ilginç gözlemler yapıyormuşum.

“Bir günümü onlara takılarak bomboş geçirmiş oldum. Gerçi onların ömürleri böyle geçiyor. Asla öyle bir kadın olmak istemiyorum. Şişman, bakımsız, kocası tarafından oldukça kaba davranışlara katlanan, 200.000TL’nin hesabını yapacak kadar darlık içinde. Tek meziyeti nefis yemekler pişirebilmek. Ben kesinlikle bu olmak istemiyorum.”  yazmışım mesela evli bir çifte misafirliğe gittiğim bir gün.

İzmir’de tanıştığım bir çocukla geçirdiğim günün ardından “Haftaya otostopla Bodrum’a gideceklerini söylediğinde inanılmaz kıskandım. Serseriler niye bu kadar ilgimi çekiyor buldum. Daha eğlenceli ve macera dolular. Diğer adamlar çok monoton.” yazmışım.

Berlin’den taşınmış bir çocukla tanıştığımda yazdıklarım ise şöyle: “İki saatte altılık karton Becks bira ve bir paket Lark sigara içti. Salonda ne olduğunu bilmediğim beyaz bir toz vardı. Ne olduğunu sordum, “Uçma partisi yaptık dün.” dedi. Berlin’de her şey cinsellik üzerine olduğu için, deli gibi kas yapmış. Kimin vücudu güzelse, o kızları götürüyormuş.” 

17 yıl öncesinden bahsediyorum! Okurken şoka girdim. Zihnim bunları tamamen silmiş.

770fc152b2c47ac9d30e0a73f4b72a23

Lise son sınıfta da dershane aşkları, kız çeteleri ve kavgalar ile aslında oldukça hareketli günler geçiriyormuşuz.

Şu anda kocaman şirketlerde yöneticilerin yaptığı yandaş toplama, perde arkası koalisyonları biz daha lisedeyken yapıyormuşuz. Sosyal medyanın olmadığı, ama her şeyin sosyal medyanın var olduğundan daha hızlı yayıldığı dönemler. Sonsuz dedikodulara karşı, bilgi akışını sağlamak ve arkamızı güçlendirmek üzerine stratejik bağlantılar kuruyormuşuz, örgütleniyormuşuz.

Kız gruplarımızla da, şimdi kız arkadaşlarımızla yaptığımız gibi, buluşup sohbet edip dağılmıyormuşuz. Yakışıklı adamların listesini yapıp, onların yakın arkadaşlarıyla arkadaş olarak ortama sızıyor, yakın arkadaşlarımızın hoşlandığı çocukları sevgililerinden ayırma planları yapıyor ve inanın çoğu zaman da istediğimizi alıyormuşuz.

Günlüğümden bazı sayfaların fotoğraflarını kızlara yolladıktan sonra, “Sizi aksiyona davet ediyorum. Ne bu böyle kimseyle kavga etmiyoruz? Ayak kaydırmıyoruz? Erkekler bizim için kimseye kafa atmıyor? Sevgili ayırmıyoruz?” diye takıldım onlara.

“Ne kadar İstanbul’a adapte olmuşuz, ne kadar olaysız uslu tatlı ve kayıtsız kadınlara dönüşmüşüz böyle?” diye düşündüm. Şimdi birisi benim hakkımda bir dedikodu yapsa, güler geçerim. Bambaşka, hiç tanımadığım birinin hayatını okuyormuş gibi okudum kendi geçmişimi.

934891c4ba69e91b6488049bd608d4e7

Çok ilginç gelen bir başka şey de o günlerdeki “sevgililerimle” (!) olan ilişkilerim oldu.

Tabii ki bu ilişkilerin içerikleri bugün yaşadıklarımdan oldukça farklıymış. Internet cafe’de buluşuyor, gün içinde kontürümüz bitene kadar mesajlaşıyor, dershane tenefüslerinde de flörtleşiyormuşuz. Bana ilginç gelen ne yaptığımız ve paylaştığımız değil, birbirimizin hayatlarına müdahalelerimiz oldu.

Kız arkadaşlarımla akşam dışarı çıkacağımı söylediğimde “Ben senin oraya yalnız gitmeni istemiyorum.” diyormuş. Ben de aynı adama, gece içmeyeceğime ve uslu duracağıma sözler veriyormuşum. “Akşam etek giymeyeceksin değil mi?” gibi sorular soruyormuş. Sonra yine de dayanamayıp gece bizim kızlarla olduğumuz yere geliyor, ne giydiğimi ve ne yaptığımı kontrol ediyormuş. 

Üstelik de tek taraflı bir müdahale değil bu. Aynı şekilde ben de onun deneme sınavlarındaki sonuçlarına bakıyor, başarılarından geleceklerinden endişeleniyormuşum. Kahkahalar attım, o zaman geleceğinden endişe ettiğim adamın yüzünü hatırlamakta zorlanıyorum şu anda ve hayatta ne yaptığı hakkında da gerçekten hiç bir fikrim yok.

Şimdi bir adam bana “Oraya tek gitmeni istemiyorum.” dese “Canım hayatımın senden önceki otuz senesinde nasıl gittiysem öyle giderim.” diye terslemek için saniye düşünmem.

Bir de “çıktığın çocuğun” arkadaşlarının zaten senin de arkadaşın olması fikrine bayıldım. Şimdi bir adamla görüşmeye başladığımızda, hep onun arkadaşları bir soru işaretidir. Sevecek miyim? Anlaşabilecek miyiz? O yıllarda ise çıktığım bir çocuğun en yakın arkadaşı zaten benim babamın çok yakın bir arkadaşının oğluymuş örneğin.

Bunları ben yaşadım, benim hayatımın olağan bir parçasıydı. Ve şimdi dönüp kendi yaşadıklarımı okurken şaşırıyorum. İnsan zihni, geçmişte yaşadıklarına bugünkü mantık ve yaşanmışlar silsilesinden dönüp baktığında, aslında geçmişi çarpıtıyor.

Hatırladıklarımızın hiç biri aslında o günlerde tam olarak yaşananlar değil belki de… Geçmişi doğru bir biçimde hatırlayabilmenin tek yolunun, o anları yaşarken kayıt tutmak olduğunu fark ettim.

Bir gün dönüp de bugün yazdıklarımı aynı şaşkınlıkla okuyabilme fikrinden büyülendiğimi itiraf etmeliyim.

Değişerek, değiştiğinizi fark edebilecek kayıtlar tutarak kalın!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s