Son zamanlarda ne zaman sağlıklı beslenmeye karar versem, kendimi bir toplantıda önüme dizilen poğaçalar veya gecenin bir yarısına uzamış bir toplantıda Metet’ten gelen döner dürümle burun buruna buluyordum.
Gayet hararetli sözleşme pazarlıklarının ortasında “Şeeey pardon daha sağlıklı bir alternatifiniz var mı acaba?” diye soran sarışın avukat olmak istemiyordum. Her akşam bir sonraki gün için yemek hazırlayarak bunları yanımda taşıyacak kadar hamarat bir kadın olmadığımı da biliyorsunuz. O masanın etrafındaki herkes bunları afiyetle yerken aç oturacak kadar da iradeli olmadığımdan, büyük bir hızla yazınki formumu bozmaya başlamıştım.
Bir önceki yazıda bahsettiğim tespitleri yaptıktan sonra, deneme yanılma yöntemleri ile ayarlarımı bozmak yerine bu konularda biraz bilgi sahibi olmaya karar verdim.
Netflix’te Mucize İlaç‘ı izledikten sonra “internetten ketojenik beslenme hakkında yazılar okuyarak” (Evet, bu şuursuzluğu yaptım. Hepsi birbirinin kopyala yapıştırı olan ve kesinlikle yanlış bilgiler içeren yazılara uydum!) ketojenik olduğunu sandığım bir beslenme düzenine geçtim. Karbonhidrattan köşe bucak kaçıyor, proteinin dibine vuruyordum.
Sonra Can Çiftçi’nin Ketofasting kitabını okuyunca, hiç de ketojenik beslenmediğimle, hatta tam aksine vücuduma hatalı biçimde ve zararlı sonuçlar doğurabilecek kadar çok protein yüklemesi yaptığımla yüzleştim.
Ardından Netflix’te vejeteryan beslenmenin doğru olduğunu savunan “Game Changers” ile “Forks over Knieves“‘i de izleyince iyice kafam karıştı.
Bir akım meyve yeme ve karbonhidrat tüketme kan şekerini yükseltme derken; diğer akım meyve ve tahıl tüket et ürününden uzak dur diyordu. İşin kötüsü de hepsi de gayet ikna ediciydi. Ne izlesem, ona inanıyordum. Bu sefer kitaplara yöneldim, kafamın karışıklığı daha da arttı.
Sonunda bu doğru beslenme sevdasından vazgeçmiş ve kafam eskisinden de karışık olarak olağan hayatıma geri döndüm. Çok umursamadan canımın istediklerini tüketmeye devam ettim
Bazen olur ya, bir şeyler öğrenirsiniz, yerli yerine oturması için üzerinden biraz zaman geçmesi gerekir. Sanki zihniniz arka planda çalışır bu konu hakkında, siz çoktan konuyu kapattığınızı sanırken, arka plandaki çalışma biter ve bir “Evreka evreka!” anı yaşanır.
İşte benim sağlıklı ve doğru beslenme serüvenimde de tam olarak böyle oldu.
Sonunda doğru yolu bulduğumu düşünerek, Benim Doğru Beslenme Kurallarım ile karşınızdayım.
Bunlardan birkaç tanesi zaten artık tartışmaya açık olmayan doğrular olarak kabul ediliyor, diğerleri ise biraz kişiden kişiye değişebilir. Bu nedenle bunlara asla kesin doğrular olarak bakmamanızı bir kere daha rica ediyorum.
Aşağıda saydığım kurallara itirazı olan varsa ya dayanaklarıyla şimdi söylesin, ya da sonsuza kadar sussun! Çünkü daha fazla kafamı karıştırmak istemiyorum. 🙂
Ve lütfen itirazlarınızın dayanağı “Vücudunun buna da ihtiyacı var.” klişeleri olmasın. Onlara vücudumuzun ihtiyacı yok, yalnızca vicdan azabı çekmemek için vücudumuzun ihtiyacı olduğuna kendimizi inandırmaya ihtiyaç duyuyoruz.
Vücudumuzun gerçekten sandığımızdan çok daha az besine ihtiyacı var, ben bundan artık eminim.
1- Paketli hiç bir gıda tüketme! Beyaz şekerden bahsetmeye gerek var mı?
Sadece çikolatan cipsten bahsetmiyorum, gerçekten paketli hiç bir gıda tüketmemekten bahsediyorum. Hepsinin içinde bolca koruyucu madde olduğu şüphesiz. %100 meyve suyu yazanlarda bile!
İlla ki fıstık ezmenizi, granolanızı, yoğurdunuzu kendiniz yapmak zorunda değilsiniz tabii ki, ama marketten almayın. Müthiş güzel katkısız ürünler üreten bir sürü yerli üretici var, hepsi de online sipariş kabul ediyor. Biraz araştırın, biraz sorun. Bunları tercih edin. (Ben deneyip sevdiklerimden ayrıca bahsedeceğim.)
Beyaz şekerin ise sadece kilo açısından değil, kanserli hücreleri beslemek gibi sağlık açısından da ne kadar zararlı olduğu artık tartışmasız bir gerçek. Benim bu konudaki tavrım artık şöyle: Gerçekten o zehiri almama değecek kadar iyiyse nadiren tüketilebilir. Antep’e gitmişken Koçak’tan baklava yerim mesela. Veya güzel malzemeyle müthiş lezzetli tiramisu yapan varsa bir kaşık alırım. Çikolata sadece butik ve kaliteliyse vücuduma girmeye hak kazanır.
2- Süper Gıda diye bir şey yok. Kendi ülkende yetişenden şaşma!
Her dönem bir yiyecek mucize olarak karşımıza çıkıyor. Havalı paketlerde. Müthiş güzel sosyal medya paylaşımlarında. Sonra unutuluyor. Altın çilek, goji, matcha tozu…
Evet elbette faydaları vardır, ama bok gibi beslenip sadece bunları tükettiğimizde mucizeler gerçekleşmeyecek. Tek başına hayatımızı mahvedecek veya tek başına her şeyi değiştirebilecek mucizevi bir gıda yok.
Okuduğum bir kitaptan alıntı yapmak istiyorum: “Modern hayatın zehirlerinden kurtulmak için bitkisel çaylara, karışımlara, egzotik süper gıdalara veya Doğu’ya özgü acil durum diyetlerine ihtiyacımız yoktur. Bu gibi yöntemler vaad ettiklerini yerine getirmezler. Sağlıklı insanların vücutlarını arındırmaya ihtiyaçları yoktur.”
3- “Çok çalışıyorum, zihnimin düzgün işlemesi için şeker tüketmem lazım veya daha çok beslenmeliyim” bize öğretilmiş en yanlış şeylerden biri.
Beynin enerji tüketimi faaliyetin yoğunluğuna göre değişiklik göstermez. Dinlensek de yoğun bir çalışma içinde olsak da aşağı yukarı aynı kalır. 45 dakikalık entellektüel faaliyet sırasında dinlenmeye göre harcadığımız fazladan kalori yalnızca 3kcal!
Diğer yandan beyni çok, kasları az meşgul eden faaliyetler psikolojik olarak daha çok yemeye itiyor. Ama aslında ihtiyacımız yok.
4- Doğal un, iyi tahıl veya sağlıklı karbonhidrat diye bir şey yok!
“Ben çok karbonhidrat tüketmiyorum zaten.” diyenlerdenseniz, bir gün içinde tükettiklerinizi yazıp ne kadar karbonhidrat içerdiklerine baktığınızda şaşıracağınızdan eminim. Hiç ekmek yemeyen ben bile bunu yaşadım çünkü.
Bir besinin ciddi miktarda lif içermesi sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor. Glisemik indeks açısından bakınca iyi sayılabilecek bir değere sahip tam tahıllı ekmek oldukça yüksek miktarda karbonhidrat içeriyor örneğin.
Tek sağlıklı karbonhidrat, sebzelerden aldığımız. Sebzelerden aldığımız karbonhidrat vücudumuzun bütün aktivitelerini sürdürmeye gayet yetiyor.
Yani unu, ekmeği ve karbonhidrat içeren bildiğimiz tüm gıdaları kestiğinizde de yeşillik tüketiyorsanız, “Eyvah, vücudun karbonhidrata da ihtiyacı var ama”lık bir durum ortaya çıkmıyor.
Tam aksine vücudunuzun ihtiyacı olandan fazla tükettiğiniz her karbonhidrat yağ olarak depolanıyor. Bacaklarınıza karnınıza bir bakın, işte onlar “Ama vücudumun karbonhidrata da ihtiyacı var.” diye tükettiklerinizin bir sonucu.
5- Aç kalmak iyidir.
Hücreler enerji açlığı çektikçe öncelikle depolanmış yağları, sonrasında da hasar görmüş yapıları enerji için kullanmaya başlıyor. Böylece vücudunuz temizleniyor ve gençleşiyorsunuz. Açlığın ömrü uzattığı, hücreleri temizlediği, bağışıklık sistemini modüle ettiği, kan şekerini düzenlediği ve nörolojik sağlığı koruduğu savunuluyor.
Şimdi burada önemli bir parantez açacağım. Şeker ve karbonhidrat tüketiyorsanız, aç kalamazsınız. Çünkü bunlardan sonra gelen açlık mideye kramplar sokuyor, eli ayağı kesiyor, tahammül edilmez bir his yaratıyor. Diğer yandan yeşil sebze ile beslendiğinizde açlık hiç bir zaman bu kadar şiddetli gelmiyor. Saatlerce hiç bir şey yemeseniz bile. O yüzden düzgün beslenmeyecekseniz, aç kalmak yalnızca bir işkence.
6- Beslenmenin temeli yeşillik olmalı. Tahıl da değil, et de değil.
Bir önceki yazıda bahsettiğim ketojenik ve vejeteryan beslenmeyi savunan filmlerden ve kitaplardan sonra kafam inanılmaz karışmış olsa da, sonradan şunu fark ettim: Ortak yönleri asıl besin olarak yeşillikleri tutmaktı.
Yalnızca proteini farklı kaynaklardan almayı savunuyorlardı (tahıl / hayvansal ürünler) ama her ikisi de yine de protein tüketimini oldukça sınırlı tutuyordu. – Kadınlarda spor yapıyorlasa (Kilo X 0,8 gram) / spor yapmıyorlarsa (Kilo X 0,6 gram) Yani benim için günlük 30 gramlık bir proteinin yeterli olduğu sonucu çıkıyor.
7 – ?????? – Meyveler, hayvansal ürünler ve tahıllar ne olacak?
İşte benim emin olamadığım tek nokta bu. Öğünlerimin temeline yeşil yapraklı sebzeleri oturttuktan sonra, geri kalan kısımları vejeteryan doldurarak meyveler mi eklemeliyim? Yoksa meyve kan şekerini yükselttiği için aslında bütün işi bozuyor mu? Yoğun karbonhidrat içeren tahıllar ne olacak? Hayvansal gıdalar da beyaz şeker kadar az tüketeceğim besinler arasında mı olmalı?
Yoksa temel öğünümü yeşil yapraklı sebzeler üzerine kurduktan sonra bunların hepsinden azar azar tüketmem en sağlıklısı mı?
İşte bunların kesin bir cevabı olmadığına karar verdim. Bu yüzden hazır evde oturduğumuz bu günlerde, yanımda yemek taşımak zorunda değilken, hepsini tek tek denemeye karar verdim. Önce ketojenik besleneceğim, sonra juicing yapacağım, sonra vegan bir hayata geçeceğim, sonra da temel öğün yeşillik diğerlerinden azar azar denemesi yapacağım.
Hangisi iyi kararımı da dört kritere bakarak vereceğim:
1- Kendimi enerji anlamında nasıl hissettiğim.
2- Tartıdaki kas, yağ, kilo ölçümüm.
3- Psikolojik olarak kendimi kısıtlanmış hissedip hissetmediğim
4- İdrar testi sonuçlarım. (Evet, evet, evet! Vivoo’dan stripler sipariş verdim. Bunu da ayrıca detaylı olarak paylaşacağım.)
Bilimsel bir deney olmayacak tabii ki. Eğlenceli bir süreç olarak bakabilirsiniz. Beslenme günlüklerim çok yakında karşınızda.
Sağlıkla kalın!
Verdiğiniz bilgiler şu evde bulunduğumuz dönemde kendi adıma çok yararlı oldu, teşekkür ederim🥰
BeğenBeğen
Merhaba 🙂 Çok sevdim, çünkü bu evde geçirdiğimiz günlerin kendimize bir 10.000km bakımı yapmak için müthiş bir fırsat olduğunu düşünüyorum!
BeğenLiked by 1 kişi
Merhaba, naçizane ilgilendiğim bir konu olarak ben de bir şeyler eklemek isterim 😊
İbni Sina faydalıyı beslenmeye dahil etmektense zararlıyı çıkarmanın gerekliliğini söyler. Dediğin gibi dikkatsiz, katkı maddeleriyle dolu bir beslenme tarzında ne kadar mucize besin tüketsen de işe yaramıyor. Öncelik tüm bu zararlı alışkanlıkları bırakmak olmalı. Burada yeme içme saatleri de önemli, örneğin gece yediğin şey sindirilmek için sabahı beklerken ne yemiş olursan ol tamamen toksik bir etki oluşturuyor.
Senin de kafanı karıştıran hangi besin türü daha faydalı, hangisi olmamalı konusuyla ilgili olarak da her bünyenin kendi mizacına göre beslenmesinin en doğrusu olduğunu okudum. Yani bilinen zararlı, katkılı grubu çıkardığımızda kalan besinler bünyeye göre kolay sindirilebilen ve kolay sindirilemeyenler olarak ayrılıyor ve ben bir grubu tamamen çıkarmanın doğru olmadığı sonucuna vardım. İngilizce ve Türkçe okuduğum kaynaklara göre mizacı anlamanın en kolay yönteminin de kan grupları olduğu yönünde. 0 gruplarında mide asidi yüksektir ve et tüketmelidir öte yandan A grupları eti sindirmekte zorlanır ve daha seyrek olarak tüketmelidir ya da bolca salata eşlik etmelidir gibi. Yine 0’lar karbonhidratı sindirmekte zorlanır, bu durumda herkes için karbonhidrat zararlıdır diyemeyiz.
Araştırmana kan grubuna göre beslenme üzerinden devam edebilirsin 😊
Sevgiler
BeğenBeğen
Sevgili Büşra bu bilgilendirici yorumun için teşekkür ederim. Şöyle bir baktım B kan grubu için (dadadammm özel nitelikli kişisel veri paylaşıyorsun diyen avukat bir iç sesim var şu anda 🙂 ) hiç hoşlanmadığım süt ve süt ürünlerini rahatlıkla tüket derken, çok sevdiğim bir sürü şeyi uzak durulması gereken besin olarak sayıyor! Enginar, tarçın, kuruyemiş!!
Detaylı olarak bakacağım bu konuya.
Sevgiler,
BeğenBeğen
Instagram ‘da aokancaglar, saglikliyasiyoruz , semaninsagliklimutfagi hesapları öneririm. Yesilliklere ek olarak yumurta ,yağlı tohum , zeytinyağı eklemek doyurucu olabilir.
BeğenBeğen
Merhaba Özlem, bu aralar ketojenik beslendiğim için yumurta normalden daha fazla hayatımda. Zeytinyağı da benim evde kullandığım tek yağ zaten. Ama yağlı tohum konusuna bakabilirim, gerçi onların ketojenik beslenmeye uygun olup olmadığına da bir bakmam lazım 🙂
Hesaplar için çok çok teşekkürler, hepsini takibe aldım!
Sevgiler,
BeğenBeğen