“Pandemi sonrası yaşamın dizginlerini salıvermiş tuhaf, tekinsiz bir seyri var. Sosyal mesafe kuralları yavaş yavaş gevşetiliyor olsa da sanki biri gelmiş, her şeyin fişini çekmiş ve sonra da güncelleme için gerekli olan yeni yaşam yazılımı henüz sisteme yüklenmemiş gibi bir belirsizlik hakim hayata.”
Yukarıdaki cümleler Hannah Rose Yee’ye ait. Okurken, “İşte aynen böyle hissediyorum.” diye düşündüm.
Covid nedeniyle tamamen eve kapandığımız ve sokağa çıkma yasakları uygulanan günlerde, hayatımızda daha önce hiç deneyimlemediğimiz garip bir düzene pat diye geçmenin şokunu yaşasak da, kurallar çok netti: Evde kal, her şeyi dezenfekte et, evden verimli çalışabilecek kadar öz disiplinini geliştir. Bunlar hepimiz için geçerli ve doğru kurallardı.
Geri kalan zamanda ne yapılacağı konusunda da iki ayrı akım vardı: Spor yap, sağlıklı beslen, bütün canlı yayınları izle, çok oku, zamanını verimli kullan ve her şeyi yap ilkesini benimseyenler bir yanda; “Hiç bir şey yapmak zorunda değilsin.” diyip Netflix karşısında aylarını devirenler diğer yanda.
Bunlardan birini seçtik veya iki uç arasında hızla savrulup durduk.

Sonra her şey daha karışık hale geldi. Covid bitmedi, ama yasaklar kalktı. Tatile çıksak, arkadaşlarımızla buluşsak vicdan azabı çektik ve hatta bazen bunları paylaştığımızda “Sizin yüzünüzden azalmıyor bu virüs.” linçleri yedik. Evde oturduğumuzda “Çok mu abartıyorum acaba?” diye düşünürken bulduk kendimizi.
Bugünlerde her şeyi daha az yaptığımız, çekimser ve belirsiz bir dönem yaşıyoruz. İşe gidiyoruz ama eskisi gibi her gün değil, zorunlu olmadıkça evden çalışıyoruz. Sokağa çıkıp arkadaşlarımızla görüşüyoruz, ama gece yarısı şamata bitiyor Sindirella’dan Külkedisi’ne dönüşüp evlere dağılıyoruz.
Benim çok sevmekle nefret etmek uçları arasında gelip gittiğim bir konu: Mesafeli çalışmanın hayatıma etkisi. Mekan bağımsız çalışmak müthiş güzel bir şey, yalnız cumartesi ve pazarla sınırlı olmadan şehir değiştirebiliyorum. Birden fazla şehirde ve evde yaşayan bir aile olarak, böylece her evimde vakit geçirebiliyorum.
Diğer yandan mekan bağımsızlaşınca, mesai saatlerinden de bağımsızlık gündeme geldi, mesai saatinin ucu çok açık. Şirkette çalışırken olağanüstü bir toplantı veya ihale olmadıkça saat 17:30 olduğunda, bilgisayarımı bırakıp çıkıyordum. Şimdi her saat çalışmam gerekebiliyor.

Mekan bağımsız çalışma konforuyla geçen hafta Adana’daydım. Çalışmadığım saatlerde, ciğer, muzlu süt ve ilişkin denilen kasap sucuğu ve rakı ile kahvaltılar yaptım. Acıktığım her an leziz kebaplar ve insanın aklını başından alacak kadar iyi tavalar mideye indirdim.


Babama “Bu sene hiç yıllık izin kullanmadım biliyor musun?” dediğimde suratıma kahkaha patlattı. “Daha önce yıllık izinler kullandığın zamanlarda bile Teos’ta hiç bu kadar uzun kalamamıştın ve bu kadar çok denize girdiğin bir yaz geçirmemiştin kızım. Sen neden bahsediyorsun?”
Ama diğer yandan da, akşam yemeğine gitmek için hazırlanmış evden çıkmak üzereyken, gelen zoom toplantı davetleri ve mesai saatlerinden çok uzak saatlerde çalan telefonum karşısında “Eee yeter artık, hadi!” demekten de geri durmadı.
Bu sırada, daha önce bahsettiğim green peel ile güneş lekelerime elveda demek için gerekli işlemleri yaptırdım. Bir de aylardır gözlerimi kısıp okuduğum sözleşmeler ile keyiften attığım kahkahaların göz kenarlarıma etkilerini atlatmak için botokslandım.

Cuma akşamı nerede olduğumu soran arkadaşlarıma “Adana’dayım ben.” dediğimde, “Hayret, sen cuma gecesini Adana’da geçirmezdin.” cevabını alınca durup bir düşündüm. Gerçekten de eskiden (yazar eskiden derken Covid öncesi dönemden bahsediyordur) İstanbul’un hareketli gecelerinde İstanbul’dan kolay kolay uzaklaşmazdım ben. Cuma ve cumartesi geceleri İstanbul’dan uzak olmak bana bir şeyleri kaçırıyormuş hissi verirdi.
“Ne kadar ergen bir davranışmış.” diye düşündüm hayretle. Sanki hiç gece dışarı çıkmamış, hiç club’a gitmemiş, hiç dans etmemiş gibi cuma ve cumartesi gecesi olup biten etkinlikleri kaçırmıyordum ben. Üstelik de on beş yıldır İstanbul’da yaşamama ve gece hayatının hep içinde olmama rağmen.
Covid’in bendeki en iyi etkisi bu oldu sanırım; bir şeyleri kaçırma ve eksik yapma kaygımdan kurtuldum.

Ve ne kadar ironiktir ki, Adana’da geçirdiğim cumartesi gecesinde, İstanbul’da son zamanlarda geçirdiğimden çok daha hareketli bir gece geçirdim.
Bir kere İstanbul’daki olağandışı sakinliğin aksine, Adana’da gece dışarı çıktığım anda mekanların doluluğu karşısında oldukça şaşırdım. Kebapçıda rakı ile başlayan gece, bir roof top’ta Hendricks’ler devirip kahkahalar atarak 3:00’e kadar sürdü. O kadar keyifli bir geceki; o geceki diyaloglara da sonra iki gün boyunca güldüm.
Aynı şekilde bir köprü izinde İstanbul’da kaldığı hiç görülmemiş bir kadın olarak, 29 Ekim’deki dört günü de İstanbul’da uyuyarak ve sakince geçirmek bana hiç de bir şey kaçırıyormuş hissi vermiyor. “Demek ki vücudumun buna ihtiyacı varmış, nasıl olsa istediğimiz zaman istediğimiz yerde olabiliyoruz artık.” diyebiliyorum artık. (Sürekli uyku istediğim karşısında “Hassiktir Covid değilimdir değil mi?” endişesi taşısam da.)
Yine Hannah Rose Yee’nin yazısından bir paragrafla kapatalım: “Daha önce hiç deneyimlemediğimiz türden bir bilinmezlikle başa çıkmanın doğru veya yanlış bir yolu yoktur. Üstelik böyle durumlarda herkese uygun basmakalıp bir çözümden de bahsedemeyiz. Zorlu dönemleri aşmanın anahtarı, kişinin kendisine gösterdiği öz şefkattir.”
Kendinizi severek kalın!