Yeni yaşımı, farklı bir şehre veya ülkeye taşınmanın veya bir yeri terk edecek olmanın heyecanıyla yaşamaya karar vermiştim.
Yepyeni bir yere taşındığınızda, ezberlerin olmadığı topraklara ayak bastığınızda, algı daha açık ve merak daha yüksek olur; en sıradan sokaklarda bile yürürken her detaya dikkat edilir; olağan gündelik eylemler bile heyecan verir ya…
Aynı şekilde bir yerden ayrılmadan hemen önce de, bir daha hiç oraya dönülmeyecekmişçesine sevilen her şeyle doya doya, tadı dibine kadar çıkartılarak yaşanır ya…
İşte tam öyle! Daha farkında, daha meraklı, daha keşifçi.
Gelgelelim Covid bütün hızıyla patlamaya devam ederken, resmi çok fazla sınırlama olmasa da sosyal ve bireysel önlem kısıtlamalar yeniden gündemimize gelip oturmuşken ve ülkede olup bitenler yüzünden herkesin tahammül sınırı zorlanmışken, sokaklarda fink fink gezip belamı (virüsümü) aramam çok mantıklı bir yaklaşım olmayacaktı.

Bu yüzden nasıl olsa çok iyi bir plan yok ortada ya, diyerek sürekli çalışmaya başladım. Akşamları bir kaç saat fazladan çalışma, bir süre sonra bütün gece çalışmaya döndü. Ardından, hafta sonları da bilgisayarı açmayınca rahatsız hissetmeye başladım. İnsanlar nasıl işkolik oluyormuş anladım.
“Acilen buraya gelir misin? Çünkü iki şişe daha franciocorta attım dolaba. Italian legacy ile birlikte seni bekliyorlar. Torta al mascapone’u ellerimle hazırlayacağım sana.” mesajlarıma bakarak ve kendi kendime “Dışarıda Covid var. Seyahat zaten edemiyorum. Çalışmaktan daha iyi ne yapabilirim ki?” diyerek sözleşme yazmaya devam ettim.
Ve sonuç olarak, bunun bana -kariyer olarak harikalar yaratabilecek olsa bile – ruhen iyi gelmediğine karar verdim. Ben bütün şartlara rağmen yeni bir şeyler keşfettiğimde, sevdiğim insanlarla vakit geçirdiğimde daha mutlu ve keyifli bir insanım.
İşten boğulduğuma dair isyanım karşısında, hemen çözüm önerileri sunan ve her gün sesim nasıl geliyor duymak için arayıp keyfimi soran yöneticilerime vuruldum: “Böyle yapmayın ama sizin için daha çok çalışasım geliyor siz bu kadar tatlı olunca!” O zaman fark ettim, bu aslında müthiş bir metafordu. İnsanlara onların bizden aslında talep etmedikleri fedakarlıklar yapıyor, sonra da bunlar için öfkeleniyorduk.

Böylelikle çalışma saatlerimi sınırlamaya ve yeniden sosyalleşmeye başladım. Ufak ufak Anadolu Yakası’nı keşfediyorum bugünlerde. Çantamı toplayıp, birkaç günlüğüne Göztepe’deki eve gitmek bana şehir değişikliği gibi geliyor. Özgürlük Parkı, Göztepe Parkı ve Caddebostan Sahil gerçekten çok güzel.

Ne zamandır aklımda olan Oyuncak Müzesi’ne sonunda gittim. Ben çok küçük çocukken vefat eden, bu yüzden tanımaya pek fırsatım olmayan ilk oyuncakçılardan dedemin yaptığı oyuncakları keşfettim. Özellikle Almanların yaptığı mağaza biçimindeki oyuncaklara vuruldum.


Müzeden çıkışta anneme şakalaştım, “Şu an kendimi yere atıp, bana hiç bir şey almadın. Ben onu istiyorum diye ayaklarımı vurarak ve haykırarak ağlamalıyım mesela.” diye. Güldü, “Sen çocukken de öyle saçma şeyler yapmadın. Bir kere bile deneyimlemedim öyle yersiz bir hareketini.” dedi.

Uzun zamandır görmediğim çok sevdiğim bir arkadaşımla, uzun zamandır uğramadığım Balat’taki Smelt&co’ya gittik. Her zamanki gibi, pastırma ve hurmayı birleştirmek gibi şaşırtıcı lezzetleriyle aklımızı başımızdan aldılar. Hala keşfetmediyseniz, İstanbul’da mutlaka denemeniz gereken şaşırtıcı mekanlardan biri.
Kızlarla bende toplanıp sushi yapmayı denedik. Dışarıdan sipariş etmekten çok daha keyifli ve eğlenceli oldu. Pirincimizi doğru ayarlayamamışız, sushi workshop’u için Akyaka’dan gelen daveti cebime koydum. Yeniden arkadaşlarımla vakit geçirmek bana çok iyi geldi.
Bir şeyin bitmesini bekleme hissinden bazen yoruluyorum. Bittikten sonra nelerin değişeceğini veya değişmeyeceğini bilememekten de… Bazen kafam karışıyor, tahammülüm düşüyor; bugünlerde gitmek istediğim çok yer ve yapmak istediğim çok şey var. Beni harika planlarla davet eden kişilerin yanına gitmeyi normalde pek uzun düşünmem ben, direkt giderim. Bu sırada bir de erkek kardeşim San Francisco’ya taşındı. Elimi sürdüğüm bütün erkeklerin kaderinde olan şehre, belki de orada bir şey beni çağırıyor. Bunların hiç birine gidemeyip, evde oturmak bana absürd geliyor. Gitmeyi, fırlamalıklar yapmayı, keşfetmeyi, yolları özledim. İçtenlikle…
Sonra kendi kendime, belki de bu dönem, kendi içinde keşiflerin zamanıdır Sezen, diyorum. Belki orada incelemediğin, hakkında kafa patlatmadığın ve henüz keşfetmediğin bir şeyler kalmıştır.
Çetin Çetintaş’ın Unicorn’un Gözüyle podcast‘ini dinlemeye başladım. Evdeki dağınık alanların zihinsel halini ortaya koyduğunu, evde dağınıklık varsa hayatınızda bilinçaltına yerleşmiş, boşaltılmayı bekleyen ve görülmeyi bekleyen deneyimler durduğu anlamına geldiğini; somutu toparlamanın soyutu da toparlayacağını; kullanmadığınız eşyalardan kurtulduğunuzda bilinçaltında onun karşılığı olan düşüncenin ortaya çıkabileceğini öğrendim. Büyük bir hızla kıyafetlerimi Mushaboom Dükkan aracılığı ile azaltmaya devam ediyorum. Çünkü bütün fazla eşyalardan kurtulduğumda bilinçaltım da tertemiz olmak, saklanan şeyleri ortaya dökmek için fırsat bulacakmış.
Yeniden Kryon okumaya başladım. (Kryon serisi, daha önce spiritüel okuma yapmayanlara biraz sert ve okuması ağır gelebilecek bir seri. Manyetik hizmette olan ve bu dünyada bir varlığa sahip olmayan Kryon’un medyumu aracılığı ile yaptığı celselerden oluşuyor. Bu detayı bir kenara bırakıp okursanız verdiği harika mesajlar var. Benim hayatımda müthiş değişimlere vesile olmuştu ilk kitabı ve hatta bu tip spiritüel konularla hiç ilgili olmayan annemin de hayatında harikalar yarattı. Hayatınızda bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız ve daha önce spiritüel konulara yakın olduysanız tavsiye ederim.) Negatif aşımı talep ettim, karmalarımdan kurtulmaya da niyet ettim.
Evde kendi kendime dans eder bulunca kendimi tamam dedim, her şey yolunda. Başlık bugün dans ederken dinlediğim şarkının sözlerinden…
Covid, belki de hiç nefes almadan koşup durduğumuz hayatlarımıza yepyeni şeyler kattı, kimbilir.
Hepinizi içten bir sevgiyle kucaklıyorum. Bazen hayatın karışması iyidir, oradan yepyeni güzellikler çıkar.
Yaşayarak kalın!