1. hafta raporu: Ajandaya yazılan yapılır!

Hayatımda bugüne kadar yaptığım ve sonradan en çok faydasını gördüğüm şeylerden biri, dokuz yıl kesintisiz biçimde beyaz yakalı olarak çalıştıktan sonra altı aya yakın bir dönemi işsiz ve başı boş geçirmem oldu.

Aradan uzun sayılabilecek bir zaman geçtikten sonra bu başı boş dönemimin, bana en az yaptığım yüksek lisanslar kadar faydalı ve öğretici olduğunu görüyorum. Böyle söylediğimde kulağa mantıksız ve saçma geldiğinin farkındayım, yine de sizi ikna edebileceğime inanıyorum. Çünkü hayatımda somut, elle tutulabilir ve ölçülebilir bir biçimde fark yarattı.

İşsiz dönemimden hemen önceki günlerde yazdığım günlüklerime ve notlarıma bakıyorum. Evet çok geziyor, seyahat ediyor ve eğleniyordum. Diğer yandan hiç bir şey ilerlemiyor, değişmiyor, bir önceki günden veya aydan daha iyi veya üstün hale gelmiyordu. Keyifli yanları ve zorlukları olan standart bir döngü içinde oradan oraya koşturuyordum. Kazandığım bütün parayı o ay içinde bitiriyordum, ay sonu yaklaştığında maaş gününe geri sayımlara başlıyordum. Hayatımı oldukça iyi bir standartta devam ettirebilmemi babamın finansman desteğine borçluydum. Çok ve özenli biçimde çalışıyordum, ama bu çalışmalarım hayatımda olumlu bir değişiklik yaratmıyordu. Yapmak istediğim her şeyi erteleyip duruyordum. Pazar günlerinin sonuna geldiğimde hafta sonu bitiyor diye efkarlanıyordum. O dönemlerde okuduğum bir kitap eşliğinde hayatımı bir metafor olarak “metro” üzerinden tanımlamıştım. Sürekli hareket eden, ama aslında yeni hiç bir yere gitmeyen bir döngü.

İstanbul – Akyaka – Teos – Alaçatı – Yunanistan hattında bütün sıfatlarımdan ve sorumluluklarımdan arınmış bir halde fink atarken, ailemin herhangi bir iş aramak yerine upuzun bir tatil yapıyor olmamdan rahatsızlık duyup duymadığından endişelenmiştim. Babam “Arada sırada durmak iyidir. Koştururken görmediklerini görürsün.” demişti. Babalar tuhaf biçimde hep haklı çıkıyor.

O günlerde hiç de oturup derin derin hayatım hakkında düşünüp büyük kararlar almadım. Aksine dans ettim, güneşlendim, kahkahalar attım, somut pek bir şey üretmedim.Yine de yapmak zorunda olduğum hiç bi şey yokken ve hayatımda daha önce deneyimlemediğim bağımsızlıkta tamamen keyfime göre günler geçirirken, aslında “Ben kimim?”, “Hangi konularda iyiyim?”, “Hayatımda ne istiyorum?”, “Nelere tahammül edemiyorum?” sorularının tamamının cevaplarını aramadan buluverdim. “Çalışmadığım günlerde ben neler öğrendim?” yazım da hala sevdiğim yazılarımdan biridir.

Geçen gün çok sevdiğim ve konuşmalarıyla beni gerçekten heyecanlandıran CEO’m bir konuşmasında ‘işletme körlüğü’nden bahsetti. O tamamen şirket içi bir konudan bahsediyordu; ama şimdi bu yazıyı yazarken düşünüyorum. ‘Hayat körlüğü’ne de kapılıyor, döngülerin içine giriyor, yaptıklarımızı sorgulamadan yapar hale geliyoruz. İşte o işsiz dönemim benim açımdan bunu yıkmıştı, tazecik gözlerle bakmaya başlamıştım her şeye.

Sonbahar gelip İstanbul’a geri döndüğümde kendimi çok daha iyi tanıyor, neleri iyi yapabileceğimi, nelere tahammül edemediğimi ve ne istediğimi çok net biliyordum. Tuhaf bir şekilde, daha önceleri “erteleme kraliçesi” olarak hayatını sürdüren, bazı işlere bir türlü eli gitmeyip onları sonsuzluğa erteleyen ve yıllarca yeni yıl kararlarımda aynı şeyleri tekrar tekrar yazıp duran ben, gerçekten her şeyi tıkır tıkır yapıp üstünü çizen bir kadına dönüştüm. Hem işimde, hem de şimdiye kadar hiç olmadığı kadar uzun saatler çalışmama rağmen – iş dışındaki hayatımda. Ertelemekten muzdaripseniz şu yazı sizin için kurtarıcı olabilir.

Hiç bir şeyi yapılacaklar listeme doğrudan koşulsuzca yazmıyorum. O işi birisi bana veriyorsa, yapılması gerektiğine ikna olmam ve öncelik listesindeki doğru yeri bulması gerekiyor. Kendi kendime bir görev atıyorsam da, “Bunu gerçekten istiyor muyum? Hayatımda bir etki yaratacak mı?” diye soruyorum.

Bir de çaktırmadan çok zaman alan şeylerin hepsini, zararlı diğer şeyler kadar -mesela beyaz şeker 🙂 – sınırlı ve yüksek haz karşılığı bilinçli biçimde sokuyorum. Nasıl dandik bir baklava için vücuduma şeker bombardmanı yapmıyor, ama Koçak’tan gelen baklavanın bunu hak ettiğini düşünüyor ve zevkle tüketiyorsam, zaman harcayacağım şeylere de aynı seçicilikle yaklaşıyorum.

Örneğin hafta içi hiç Netflix vs. izlemiyorum, instagramda manasızca feed’de gezmiyorum. Bunu kendimi sınırlayıcı ve yasaklayıcı bir yaklaşımla yapmıyorum. Hiç bir şey kaçırmadığımın ve onların çaktırmadan alacağı zamanla şirket e-postamda bekleyen bir işi temizlemenin veya kendi şahsi hayatımda yapmak istediğim bir şeyi tamamlamanın benim açımdan çok daha iyi olacağının farkındalığı ve bilinciyle yapıyorum.

O yüzden bu hafta da çalışmadığım saatlerde Clubhouse‘ta oyalanmak yerine, geçen hafta aldığım kararları yerine getirdim. Mushaboom Dükkan‘a planladığımdan bile daha çok parça yükledim, bir gün hariç her gün yoga yaptım, bu bloga planladığım iki yazıyı yazdım. Bir kitap bitirmedim, ancak başladığım kitap çok uzun olduğundan, yoksa 350 sayfa okudum – bu yüzden bunu da yapmışım sayıyorum. Fotoğraf arşivlemeye hiç fırsat bulamamıştım, dün akşam 9 gibi iş bilgisayarımı kapattıktan sonra kahvemi hazırlayıp şahsi bilgisayarımı önüme aldım. Eski seyahat fotoğraflarım arasında gezinmek o kadar keyifli geldi ki, 5GB’tan bile fazla fotoğraf ayıkladım ve arşivledim. Bu yazıya eşlik eden fotoğraflar da arşivlediğim Lizbon fotoğraflarından. DSLR ile ortalıkta gezindiğim günlerde ne güzel fotoğraflar çekiyormuşum. ❤

Ertelenen ıvır zıvır bir işi yapmaya gelince, ne zamandır aklımın bir kenarında olan saç cilasını yaptım. Saçları henüz beyazlamamış her sarışın gibi benim de özellikle güneş görmediğim günlerde kızıla çalmak gibi bir derdim var. İnternette gezinen tariflerin hepsi aynı, küllü bir saç boyasının yarım tüpü, oksidasyon kremi, bir çay bardağı su, bir yemek kaşığı saç kremini karıştırıyorsunuz. Ben içine bir de boyaya karıştırılan kızıllık önleyici bir boyadan bir fındık kadar ekledim.

Açıkçası röflelerim yeşile filan döner mi diye endişelendiğim için yalnızca beş dakika kadar tuttum. Skandal bir sonuca da kendimi hazırlamıştım. Başına ne geliyorsa meraktan gelenler klübünün daim üyesi olarak 🙂 Tam aksine aşırı iyi oldu. Aradaki kızıllıkların da gitmesi için bir tık bile daha uzun tutabilirmişim. Yine de genel sarı tonumu epey küllü hale getirip toparladı.

Yapmaya niyetlendiklerinizi listeleyerek değil, yaparak kalın!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s