Nasıl başlarsa öyle gider deyişine gün geçtikçe daha çok inanıyorum.
Yeni yaşımın ilk saatlerine Likya Şarap Bağları’nda müthiş bir akşam yemeği yemiş, Demre’ye doğru yol alırken; yeni yaşımın ilk gününe ise çoktan o yol aldığım tekneyi terk etmiş olarak, Myra Antik Kenti’ne doğru elimde bir bira kutusuyla yürürken başlıyorum.
Müthiş güzel noktalarda, keşifler, kafa karışıklıkları ve macera dolu hızlı bir yaşa evet diyorum böylelikle. Plansızca, ama dünden razı olarak…
Devirdiğim yılları her açıdan o kadar dolu dolu yaşadım ki – hatta bazen kendimi gereğinden fazla hırpalayıp uykusuz bırakarak; ne işten, ne partiden, ne seyahatlerden vazgeçemeden – yaşımı aşar bir sakinlik var üzerimde. Bir şeyler oluyor, olaylar kopuyor, ben önceki deneyimlerime dayanarak o fırtınalara kapılmadan tuhaf bir tebessümle izliyorum her şeyi.
Çünkü biliyorum, ne olup bitiyorsa, bir noktada gülerek ve kendimle dalga geçerek müthiş bir hikaye olarak anlatacağım onu. Bugün bana büyük ve önemli gelen her şey bir noktada anlamını kaybedecek. Hep öyle oldu; hep öyle olacak. Artık biliyorum, aşklar, işler, bazı arkadaşlıklar geçiyor, geriye hep anılar kalıyor.

Nitekim de bizimkilerle o sayılmaz, hadi bir daha doğum günü kutlayalım, diyoruz. Ne kadar kutlarsak kutlayalım değişmeyen tek bir şey var: Ben her seferinde 29. yaş doğum günümü kutluyorum. Ve artık kimse buna şaşırmıyor, sorgulamıyor.
Benim meşhur platin peruğumla ev sahipliği yaptığım, mushaboom toplanmalarımızdan Covid sebebiyle çok uzun zamandır yapmamıştık. Herkes elinde muazzam içkilerle giriş yapıyor. Doğum günü pastam da nicedir radarımızda olan Freda Bakes‘ten çıkıyor. Görüntüsü kadar tadı da muazzam pastalar için burası aklınızda olsun. “Ben pasta yemem ya.” diyen herkes, porsiyonları aşarcasına yiyor bu pastadan.

Sonra mahallemizde bir zamanlar göz bebeğimiz olan, uzun zamandır ihmal ettiğimiz Efendi’de alıyoruz soluğu. Çılgınlarca dans ediyoruz. Kavgada bana sarf edilen bir söze ithafen Ebru Gündeş’ten Çingenem şarkısı bana geliyor. Cin sodalar havalarda uçuşuyor. Gülümsemeler gerçek, iyi ki varsınızlar çok derinden.
Sonrası tam bir curcuna, hooop uzun uzun yazdığım efsane düğün için Göcek ve Fethiye hattına geçiyorum, geri geliyorum yığılan işlere dalıyorum, hoop Bodrum’a uçuyorum, hoop alelacele geri dönüyorum. Bütün bunların arasında, aslında sabit İstanbul’da olsam bile “yetişmesi zor” diyeceğim büyüklükte işler ortaya çıkıyor. Uykular bölünüyor, akıllara bir şeyler geliyor, sabah kahvesi ile başlayan bazı toplantılar akşam yemeği saati geçtiğinde bitiyor. İşimin kapsamı genişliyor, yepyeni bir çalışma düzeni beni bekliyor. Çok daha yoğun olacağım, ama heyecanlı ve istekliyim. Birlikte çalıştığım bir genel müdürüm mesaj atıyor bana: “Biz ne yaşadık ya son dört günde?” diye. Ben içten içe biliyorum ki “yaşadık” gibi geçmiş bir zaman kullanamayız; çünkü her şeye daha yeni başlıyoruz. Bitmeyecek o yoğunluk. Daha yapmak istediğimiz o kadar çok şey var ki!
Diğer yandan ben artık kendimi de biliyorum; benim yoğunluk ve stresle başa çıkabilmem için, daha çok yorulacak olsam bile yer değiştirmem gerekiyor. Vücut yorgunluğu kolayca geçiyor, ama mutsuzluk ve bezginlik sonradan telafi edilemiyor. Mesaisiz bir çalışmaya, haftada iki kişilik iş çıkarabilmeye devam edebilmem için, keyfimin yerinde olmasına ihtiyacım var. Keyfimin yerinde olması için de güzel insanlarla verdiğim molalara… Ben çizgili bir hayatta boğuluyorum, tahammülsüzleşiyorum, gitmeli, gelmeli, yükselmeli, inmeliyim. Bunu anlayabilen, beni çizgilere sokmak gibi bir kalıpta ısrarcı olmak yerine, çıkardığım işin niteliğine bakan yöneticilerle çalıştığım için de gerçekten şanslıyım.
Bütün bunlar arasında çok önemli bir şeyin de tembellik yapıp vücuda saçma sapan yiyecekler sokmamak olduğunu da biliyorum artık. O yüzden elimin altında hep bolca sebze ve meyve tutuyorum. Paketli gıdalarla mümkün olduğunca mesafemi koruyorum. Vücuda sağlıksız şeyler sokmak, enerjiyi de bozuyor. Mümkün olduğunca, bana iyi gelecek şeylerle besliyorum kendimi. Tembel kızın pratik mutfağında denediklerim arasından en sevdiklerim karşınızda:

Kabakları rendeleyip suyunu sıktıktan sonra biraz yulaf, yumurta ve baharatlar ile karıştırıyorsunuz. Yağlanmış bir tavaya patates röşti yapar gibi bastıra bastıra dizip sonra iki tarafını da pişiriyorsunuz. Her türlü peynir yanına çok yakışıyor. Hatta üzerine kaşar peyniri de eritirseniz şahane oluyor.

Karnabahar’ın tam mevsimi. Rondodan küçücük olana kadar geçirdikten sonra, yeşillikler, domates, soğan ne bulursanız karıştırdığınızda hem çok doyurucu hem de leziz bir salata oluyor. Ketojenik beslenirken, daha önce bulgur kullandığım bütün salataları rondolanmış karnabahar ile yapmaya başlamıştım. Hala da çok severim. Kısır, tabule türevlerinin hepsi şahane oluyor.

Pazı bizde salatalarda çok kullanılmasa da, Pinterest’te baktığım tariflerde salataların en vazgeçilmezlerinden. Nohut, bulgur ne varsa elinizin altında kullanabilirsiniz. Ve yoğurtlu soslar çok yakışıyor.
Bir de en pratik en lezzetli atıştırmalık öğün olarak, fırında brüksel lahanası son zamanlardaki en favorim. Bir kapta zeytinyağı ile baharatları harmanlayıp, yarıya kesilmiş brüksel lahalanalarını bunun içinde karıştırıp, 160 derece fırına 15 dakika sürüyorum. Yanında da biraz sirke eklenmiş yoğurla servis ediyorum. Müthiş lezzetli oluyor.

Hayatınızda ne olursa olsun, her zaman her dönemde kendinizi en en ön plana koyarak, keyfinizi, sağlığınızı ve formunuzu koruyarak kalın! Gün bittiğinde en sevdiğiniz şarkıyı açıp dans etmiyorsanız, kendiniz için yapmanız gereken bir şeyler vardır unutmayın!