Bir önceki gece kudurmamızın ve kafalarımızın güzelliğinin faturası olarak ıslak çamaşırlarımız ile birlikte Antigua’da uyanıyoruz. O çamaşırları niçin yıkadığımızı, niçin kurutma makinesine atmadığımızı hiç sorgulamadan, “Silent Disco inanılmaz değil miydi? Hayatımızın net en iyi uçuşuydu.” diyerek minivan’ın arkasına çamaşırları seriyor ve Panahachel’e doğru yola çıkıyoruz.
Hepimizin iyi bir kahveye ihtiyacı var; şans bu ya o günkü rehberimizin kahve yetiştiren bir aileden geldiğini ayrıca kahve ihraç etmek için markası üzerinde çalışan bir girişimci olduğunu öğreniyoruz. “Sizi yol üzerinde iyi bir kahveciye götürebilirim.” diyor.
Böylece, Pueblo Real isimli bir açık hava bir alışveriş merkezinde mola veriyoruz. Orada Paskalya hazırlıkları başlamış ve toz boyalarla yerlere yapılan halılar hazırlanmış. O kadar mutlu oluyorum ki, daha önceleri Netflix’teki Guatemala belgeselini izlerken, bu halıları gördüğümde, “Keşke buna denk gelebilsem.” demiştim – paskalyanın ne zaman olduğunu bilmeden ve işte o halılardan ilki karşımda duruyor.


825 Cafe gerçekten çok güzel kahveler yapıyor, daha önce hiç görmediğim şekillerde demlenen kahveleri büyülenerek izlediğim kadar, orada bir Türkiye Kahve Rehberi” bulmanın sürprizine de bayılıyorum.

Antigua’dan yaklaşık üç saatlik bir yolculuk ile Panajachel’e ulaşıyoruz. Guatemala City’de oldukça metropol tarzı klas bir şehir hayatı deneyimlemiştik, Flores sakin bir ada kasabasıydı, Maya Tapınakları ve yanardağ turistik oldukları kadar mistik bir atmosfere sahip yerlerdi. Panajachel, bize latin havası denildiğinde aklımızda kurguladığımız ortamı veriyor.
Tıkış tıkış sokaklar, memelerinin yarısı dışarıda t-shirtlar giymiş latin kızlar, shot ve dilimlenmiş mango satan seyyar satıcılar, sokaktan müşteri avlamaya çalışan mekanlar, pazar kıvamında sokaklara serilmiş satıcılar, her yandan gelen müzik sesleri… Renkli, hareketli ve kalabalık.
Marketten bira alırken, önünde dans eden kızlardan bir kaç latin dansı figürü öğreniyorum, Jorge’nin mango dilimlerinin üzerine acı kırmızı pul biber dökmesini şaşkınlıkla izliyor, sonra tattığımda bayılıyorum. Bizim mutfağımızda mango çok yaygın değil, avokado kadar hızlı kabul etmedik hayatımıza. Guatemala’da ise mango her yerde. Kahvaltıda dilimlenmiş olarak granolada, atıştırmalık olarak sokaklarda, ızgara olarak etlerin yanında. Özellikle bu acı pul biberli versiyonu benim favorim oluyor.

Çarşının içinde kalabalığı yara yara sonunda Atitlan Gölü’nün kıyısına ulaşıyoruz. Etrafı yanardağlarla çevrili Atitlan, pek çokları tarafından dünyanın en güzel göllerinden biri olarak kabul ediliyor. Burada minik ahşap bir tekneye biniyor ve Santiago’ya doğru yola çıkıyoruz.
Atitlan bir gölden hiç beklenmeyecek biçimde dalgalı. Ahşap teknemiz sürekli dalgalarla yükselip, çat diye yere vuruyor. Sürekli olarak dalga yiyoruz ve ayrıca oturduğumuz yerlerde konforsuz biçimde zıplıyor, sürekli tutunmak zorunda kalıyoruz. Bir noktada bu ahşap tekne kırılır mı diye düşünecek kadar çok sarsılıyoruz. Bu yüzden bize çok uzun gelen bir yolculuk sonrası Santiago’ya varıyoruz.
Guatemala’da gittiğim en yerli hissi veren yer burası. Gerçekten Maya halkı, geleneksel kıyafetleri ile sokakta, her yer meyvelerle süslenmiş. Kadınlar bekar veya evli olduklarını göstermek için şallarını sol veya sağ omuzlarına atıyorlar.
Yolda yürürken gördüğüm dev bir el işlemeli örtüye aşık oluyorum. Türk pazarlık yeteneklerimle fiyatı çok kırıyor, devasa örtümü de devasa bir poşet içinde günümün eşlikçisi olarak yanıma alıyorum.




Çocuklar basamakların üzerinden kuru muz kabukları ile kayıyorlar, daracık sokaklarda tuktuklarla ulaşım sağlanıyor.

Buraya gelme sebebimiz, çapkın maya Tanrısı Maximon‘u ziyaret etmek. Kendisi hakkında pek çok rivayet var, ama kesin olan bir şey varsa, bugün insanların onun karşısında içki içerek, müzik çalarak ibadet ettikleri. Boynuna pek çok kıravat takılmış ağzında bir sigara duran tanrıyı ve onun karşısında bira içilen ve oldukça yaşlı yerel halktan sarhoş amcalarla dolu ortamı gördüğüm anda kahkaha atmaya başlıyorum. Ve anında uyarılıyorum, buranın halkı için Maximon oldukça kutsal ve dalga geçmek oldukça ayıp karşılanıyor.
Mucizeler dilenebiliyor Maximon’dan ve bunun için sigara ve alkol adak olarak adanıyor. Ciddiyim! İzin istiyoruz adak adamak için, o anda da bilgilendiriliyoruz: Maximon bira sevmiyormuş, yalnızca yüksek alkol derecesini kabul ediyormuş. Yollara düşüp rom alabileceğimiz bir market arıyoruz. O kadar keyifli ki Santiago’nun sokaklarında bile gezmek.

Maximon’a bir rom, kendimize bir rom ve ayrıca kendimize bira alıp, Maya Tanrısı ile partilemeye gidiyoruz. Guatemala’daki her günümüzde bir ilk olması geleneğini bozmayıp, bu güne de böyle bir “Hayatımızda ilk” ekliyoruz. Gerçekten de orada Maximon’a şerefe yaparken, bir dilek diliyorum, absürd bir dilek… Bakalım, bakalım. ❤

Maya Tanrısı Maximon’dan sonra, merakımızdan oradaki bir kiliseye giriyoruz. Kilise de oldukça tuhaf, meyveler ve neon ışıklarla süslenmiş, sessiz olmak gibi bir kural yok, kıraathane gibi sohbet eden adamlar kadar, iki seksen uzanmış telefonu ile de oynayan insanlar var. Bizim saygı anlayışımız ve dine yaklaşımımız ile onlarınki arasındaki farkı ağzımız açık izliyoruz.

Maya tanrısı ile partiledikten sonra, bindiğimiz tuktukta, çalan müziğin aşırı iyi olması da şansımıza oluyor. Adama aynı şarkıyı yüz kere çaldırarak, deli gibi dans ediyoruz. Bir diğer istikametimize gitmek için yola çıkmadan önce rehberimiz soruyor: “Bir şeyler yemek ister misiniz?” Hepimiz biraz burun kıvırıyoruz. Sonra ekipten biri “Bira?” diye soruyor. Hepimizin aynı anda “Yessss!” dediğinin farkında bile değiliz, rehberimiz söyleyince farkına varıyoruz: “Hepiniz bambaşka tellerde geziniyorsunuz sokaklarda. Sonra birisi bira dediği anda, koro şeklinde aynı anda evet diyerek markete giriyorsunuz.”
Gerçekten de bir süre sonra hiç sormadan, markete giren “Dört bira.” demeye başlıyor.
Bir sonraki istikametimize geçmek için ahşap teknemize yeniden bindiğimizde artık dalgalar korkutucu değil eğlenceli. Her dalga ile yükselip çat diye koltuklarımıza geri vurduğumuzda elimizdeki kadehleri Maximon’un şerefine tokuşturuyoruz, avaz avaz şarkılar söylüyoruz.
“Panajachel-1: Adak olarak alkol götürülen bir Maya Tanrısı ve Dünya’nın En Güzel Gölü Atitlan” üzerine 2 yorum