Jet Lag ve Teos Hatırları: Yasaklanmamış Her Şey Zorunludur.

Sanıyordum ki, Guatemala ve Panama’da geçirdiğim günler sonrası, çok yoğun çalıştığım ayların üzerine uzun bir seyahat yapmış olmanın keyfiyle İstanbul’a çok dinlenmiş, motive filan döneceğim. Aksine kafam çok karışık bir dönüş yapıyorum. Çünkü emin olduğum bir şey var; ben Orta ve Güney Amerika topraklarını daha çok görmek, keşfetmek ve deneyimlemek istiyorum.

Diğer yandan merkez üssüm İstanbul olduğu sürece hem uçuş sürenin uzunluğu sebebiyle, hem de son noktada Türk Lirası’nın inanılmaz değersizleşmiş olması sonucunda böyle bir seyahatin bir yıllık asgari ücretli bir maaşın bütçesine denk gelen bir maliyeti olması sebebiyle bu tip seyahatleri çok sık yapmam mümkün değil.

Döndüğümde bir kaç günü sis perdesi arkasında geçiriyorum. Jet-lag sebebiyle geceleri uyuyamıyor, gündüzleri uyanamıyorum. Sürekli sabahları erkenden uyanıp hazırlanıp yepyeni bir şehre yola çıkmanın temposuna alışmışken, uyanıp evde oturup kahve hazırlayıp bilgisayar başına geçip çalışmak tuhaf geliyor. Her şeyi ama her şeyi dört kişi yaptığım günlerden sonra tek başıma oturup bir şeyler yiyip içmek bile garip hissettiriyor.

Sürekli kulağımda bir kulaklık, oradaki anlarımızda çalan İspanyolca şarkıları kaydettiğimiz Guatemala baby! playlistini dinleyip duruyorum. Sanki o şarkılar oksijenim ve onlardan ayrıldığım zaman bir şeyler ters gidecekmiş gibi bir takıntıyla. Avokadolar alıyor, onları doğru biçimde yemeye hazır hale getirebilme konusuna kilitleniyorum. Guatemala seyahatimin yazılarını yazıyor, fotoğraflarını arşivliyor, o yazıları yazarken her bir günü tekrar en başından en sonuna zihnimde canlandırarak bir kere daha yaşıyorum.

Fiziken İstanbul’da olsam da, ne vücut saati olarak ne de zihnen İstanbul’a dönemeden birkaç gün deviriyorum.

Bu sırada tabii ki işe gidiyorum, toplantılara katılıyorum. Herkes inanılmaz iyi göründüğümü, cildimin daha önce hiç bu kadar parlamadığını, gözlerimden mutluluk fışkırdığını söylüyor.

Arada bir kendimi saçma bir anda yolun kenarında durmuş manasızca dururken buluyorum. Konfora alışmanın hızı korkutucu; orada sürekli bizi bekleyen bir araba ve şoför olmasına o kadar hızlı alışmışım ki, birinin beni gelip almamasını yadırgayarak boş boş bakıyorum yollara.

Pılıyı pırtıyı toplayıp bayram tatilini bile beklemeden Teos’a doğru yola çıkıyorum. Kendimi müthiş kumsalıma, annemle babamın kollarına, inanılmaz güzel ofis ortamıma ve akvaryum gibi denize teslim ediyorum.

Sabahları yürüyüşlere çıkıyorum, hatta Şaman Gözü kitabındaki şaman ritüellerini uygulayıp yanımda götürdüğüm şekersiz helvaları doğa iyelerine sunuyorum, yüreğimi temsil eden kırmızı taşları en tepelere bırakıyorum.

Sonra güneş gidene kadar sahilde takılıyorum. Bol bol kitap okuyorum, Alice Kuantum Diyarında’yı okuduğumda kuantum fiziğini daha çok anlama umutlarım boşa gidiyor; ama yine de kitaptan yukarıda paylaştığım gibi bazı cümleleri çok seviyorum.

Bazen keyifli sohbetler ve dedikodular eşliğinde geçiyor günler, bazen Mushaboom Brand çekimleri yapıyorum. Benim taparak tasarladığım ve çok severek kullandığım kimonolara ilginize bayılıyorum, hepsi yeni sahiplerine kavuşuyor. Devamı da dikiliyor, çok yakında burada olacak. Aşağıdaki pembe pareodan da son bir kaç tane kaldı. İkisi de benim çok severek kullandığım ve hatta geçen hafta Göcek’teki festivalde de üzerimden çıkarmadığım ve defalarca iltifat aldığım parçalar.

Akşamüstleri annemin müthiş yemeklerini yiyor, annem ve babamla sohbetler eşliğinde kadehler tokuşturuyorum. Bazen dışarıya yemek yemeye gidiyoruz. Hala en favori restoranımızın değişmediğinden eminiz: Urla Özbek Köyü’ndeki Akın’ın Yeri. Üstelik bu sezon yeni bir spesiyal daha eklenmiş menüye: Dışı künefe hamurundan içi avokadolu karidesli bir lezzet bombası.

Geceleri sözleşmeler yazıyorum. Hıdırellez’de ateşin üzerinden atlayıp göbekler atıyor, dileklerimi denize atıyorum.

Saate hiç bakmadan, hiç bir yere yetişme derdi olmadan, hiç bir şeyi planlamadan günler geçiriyorum. Dinleniyorum, yavaşlıyorum, sağlıklı besleniyorum, vücudumu güneş ve denizle buluşturuyorum. Doğa içinde zaman geçiriyor, gün batımları izliyorum. Çok iyi geliyor bana orada geçirdiğim hafta.

İzmir’den İstanbul’a dönerken, aslında tam istediğim hayatı yaşadığımı fark ediyorum. Havalimanında kahvemi yudumlarken yapmaktan çok keyif aldığım türde bir iş üzerinde çalışıyorum, bir hisse alım opsiyonu sözleşmesi. Sonra business class’ta hiç kalabalığa karışmadan, çantamın içindeki kavonozları kontrol eden güvenlikle, “Anne evinden dönüyorsanız, sarmasız dönülür mü hiç?” diye şakalaşarak uçağa biniyorum. Yanımdaki koltukta oturan adam oldukça renkli bir tip, biraz kitap okuyarak biraz onunla sohbet ederek İstanbul’a geliyorum. Evime giriyorum, tam kapının karşısındaki aynadan yansımama bakıyorum, bronz tenimi de müthiş bir ganimet olarak kaptığım deri ceketimi de çok beğeniyorum.

Gülümsüyorum kendi yansımama. “Çok iyi gidiyorsun Sezen be, yaptıklarını ve sahip olduklarını asla hafife alma. Evet yapmak istediğin daha çok şey var ama her şeyi yapabilecek kadar enerjin de zamanın da var daha, panik yok.”

Jet Lag ve Teos Hatırları: Yasaklanmamış Her Şey Zorunludur.” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s