Hibrit İstanbul Notları, Afil Bomonti, Blok Bomonti, Tersane İstanbul

Guatemala üzeri Teos kaçamağımdan sonra, yalnızca on günlüğüne İstanbul’a geliyorum. Evimin ve işimin olduğu şehir İstanbul olsa da ve İstanbul’u gerçekten sevsem de, tuhaf bir hissiyatım var bu şehre karşı son birkaç yıldır. Bir ayağımın burada olmasından son derece hoşnutum, yeme içme, gece hayatı, etkinlikler açısından sürekli yükselen bir gelişme göstermesine, buradaki iş dünyasındaki harekete aşığım. Diğer yandan sürekli İstanbul’da yaşamak fikrini de sevmiyorum. Bir yerden bir yere giderken, taksi savaşları ve günün her saatindeki trafik yorucu olduğu gibi, pek çok şey absürdlük seviyesinde pahalı.

Sürekli İstanbul’da kalmak gereğinden çok enerji ve para harcamak gibi geliyor bana. İstanbul, diğer yerlerde harcanan zamanlar arasında gelip, uzaktan halledilemeyen işleri halledip, arkadaşlarla eğlenmenin dibine vurup, birkaç etkinliğe katılıp gidildiğinde muazzam bir şehir. Bu yüzden hayatımı mümkün olduğunca bu şekilde kurgulamaya çalışıyorum. Hibrit çalışmanın, hibrit İstanbul’da yaşamaya uyarlanması…

O on günlük gelişimde de inanılmaz yoğun bir ajanda beni bekliyor. Hem iş anlamında, hem sosyal etkinlikler açısından. Ayağımın tozuyla geldiğim ilk gün canım Zümi’nin nişanına gidiyorum. Çok uzun zaman sonra -sanırım iki yıl olmuştur – saçıma fön çektiriyorum. Bir zamanlar her cuma dışarı çıkmadan önce saçımızı mutlaka fönlettiğimiz yılları gülerek anıyorum o sırada. Aradan geçen yıllarda ne kadar spor giyinmeye, ne kadar pratik hayatlar sürmeye başladığımızı düşünüyorum. Diğer yandan da hoşuma gidiyor, kendimi öyle fönlü saçlar, topuklu ayakkabılar, süslenmiş görmek.

Gerçekten yakın görüştüğüm arkadaşlarım arasında neredeyse hiç evli arkadaşım yokken, bu sene bunun değişmeye başlayacağı bir yıl olacak gibi görünüyor. Zümi’nin nişanı bunun başlangıcı. Hikayesini en başından, en başlangıcından bildiğim ilişkilerin böyle törenlerine katılmak her zaman çok keyifli, Zümi’ninki de öyle benim için. Bir diğer eğlenceli yanı da, biz eski çalıştığım şirketten tanıştığımız için nişan katılımcıları kadrosunda pek çok eski iş arkadaşımın olması.

Sonraki günlerimi evdeki boşaltılmamış valizlerin üzerinden atlayarak, jilet gibi giyinip toplantılar ve yetişmesi gereken işler arasında koşturarak ve uzun saatler çalışarak geçiriyorum. Beyaz unsuz ve beyaz şekersiz besleniyorum. Toprak yogasına yarım bırakacağımı bile bile yeniden başlıyorum. Ardı ardına eski aşklarımdan gelen mesajlara bakıyorum, “sen beni özlememişsin anlaşıldı.” triplerine şaşırıyorum, “Kesin yine retro geliyor.” diyorum. Ben bu tip astrolojik etkileri hayatımda her zaman gümbür gümbür hissedenlerdenim, sevgili Luna’nın tespitiyle de aslında kavramsal bilmesem de içgüdüsel olarak da yapılması gerekenleri içgüdüsel olarak yapıyorum.

Haftanın orasında bir zamanlar Cihangir kolonisiyken, her hafta White Mill’de dinlediğimiz artık Kuşadası’nda yaşayan Görkem’in Baylo’da çalacağını öğreniyoruz. Tabii ki Sino ile ben iş çıkışı soluğu orada alıyoruz. DJ kabininde Görkem’i görmek, onun önünde Sino ile dans etmek, zamanda çok tatlı bir nostaljik yolculuğa çıkartıyor bizi. Bir on yıl kadar geriye sarıyoruz. Çiftlerden oluşan ve herkesin herkesin çok yakın arkadaşı haline geldiği kalabalık ekibimizi, her akşamımızın mutlaka birlikte ve Cihangir – Taksim hattında geçtiği yılları, koloni şeklinde yaşamamızı gülerek anıyoruz.

Çılgın yoğun bir haftanın sonunda, cuma akşamüstü çok sevdiğim bir arkadaş ekibiyle rakı içmek için buluşuyoruz. Afil Bomonti’de. Menüde yazılı mezelerin çoğunun mevcut olmaması sebebiyle vereceğim eksi puanlar, mevcut mezelerin lezzetiyle affediliyor. Gerçekten uzun zamandır İstanbul’da yediklerim arasında en sıra dışı, en lezzetli mezeler. Özellikle çıtır çıtır acı bir tane var ki, çok ama çok seviyorum. Orada oturmuş dört kişi yine birbirimize aşık gibi konuşuyoruz, birbirimize tuhaf bir düşkünlüğümüz, tuhaf bir sevgimiz var, aşırı sayılabilecek seviyede. Üstelik hiç bir ortak yanı olmayan, dışarıdan birinin anlaşabileceğimizi düşünmeyeceği kadar farklı karakterlerde tipleriz.

Bir noktada ben “Eee festivalde nerede kalacağız?” diye soruyorum. “Sen ayarlamayacak mıydın?” diyorlar şaşkınlıkla. İçimden okkalı bir “Hassiktir…” çekiyorum, sahiden ben ayarlamayı vaad etmiştim, birkaç da airbnb evi seçmiştim, ama sonra tabii oradan oraya curcunaya dalıp hiçbir şey ayarlamamıştım. Beni o kadar iyi tanıyorlar ki, hiç bozuntuya vermeden şahane bir ev ayarlamışlar, sadece bana takılıyorlarmış. Gülüyoruz, kadehler tokuşuyor, sevgi sözcükleri havalarda uçuyor. Birbirimizden ayrılamayacak kadar sevgi dolu olduğumuz anlar yaşanıyor.

Geceyi orada sonlandırasımız gelmiyor, birer kokteyl içmek için Blok Maçka‘ya geçiyoruz. Sonra kendimizi Sumahan‘da buluyoruz. Çok iyi çalan bir DJ eşliğinde sabaha kadar dans ediyoruz. Daha çarşamba Cihangir yıllarımızın nostaljisini yapmışken, o yıllardaki erkek arkadaşımı buluyorum karşımda. Birlikte hayatlarımızın o kadar temelini inşaa ettiğimiz yılları paylaştık ve birbirimize o kadar çok şey kattık ki o ilişkide, gerçekten çok eski bir dostu görmenin mutluluğunu paylaşıyoruz. Karşılaştığımız, birbirimizi çıtır ve iyi gördüğümüz için çok keyifleniyoruz. “Ne şanslı kadınım be.” diye düşünüyorum. “Ego savaşları, dramalar odaklı bu ülkede bile gerçekten çok güzel çok samimi ve çok şey paylaşılan ilişkiler yaşadım.”

Evden sadece rakı içmek için çıkıp sabah eve döndükten sonra, ertesi gün için mantıklı olan aslında valizlerimi boşaltmak, kendime biraz bakım aktivitesi organize etmek, evimi derleyip toplamak, Göcek valizimi hazırlamak, evde sakin saatler geçirmek içerikli bir plan yapmak olur; ama benim Peggy Gou biletim var.

Uyandığım gibi, hızlı bir duş alıyorum, bir yüz maskesi yapıyorum, bol sucuklu kaşarlı kıraathane tostu yiyip, giyinip kendimi sokağa atıyorum. Ece ile Karaköy’de buluşuyoruz, çok güzel bir gün batımı eşliğinde motorla Tershane’ye gidiyoruz. Ben daha teknemiz yanaşırken, “İşte budur.” diyorum. Tershane’nin ambiansına ve ruhuna daha içeri girmeden bayılıyorum.

Dışarıdan oldukça eski görünen binaların içi muazzam şık bir biçimde yenilenmiş. Çok Berlin ruhlu bir etkinlik mekanı olmuş. İçerideki kitle de büyük ölçüde turist olduğundan ve çoğu kişi Türkçe konuşmadığından, arada sırada İstanbul’da olduğumuzu unuttuğumuz anlar yaşadık. Tersane İstanbul aramıza hoş geldi, olması gereken etkinlik alanlarından biriydi, çok da şahane olmuş.

Her şey mükemmel mi derseniz tabii ki bazı falsolar vardı. Bu teknolojik app’ler dönemine hiç yakışmayan ilkel fiş kuyrukları, fişte birden çok şey öderseniz hepsini aynı anda almanız gerekmesi, gereğinden çok bilet satılmış olması gibi. Gerçekten sevgili organizatörler, etkinlik biletleri zaten ucuz değil, koyun 100TL daha üzerine, daha az bilet satın, bize dans edecek alanlar yaratın. Yine de Peggy Gou bunların hepsini yok saydıracak kadar iyiydi, dövmeleri ile muazzam bir tezat yaratan dev parlak kolyesi ile kalabalığa hükmeden bir tanrıça gibiydi. Ben etkinliklerde DJ’i çok izlemem, dans etmeye dalarım, Peggy Gou’dan ise gözlerimi alamadım.

Çıkışta saatlerce taksi bulamayıp, Karaköy’den Fındıklı’ya kadar yürüyüp, eve en son otostop çekerek döndüğümüzde, bunu hibrit İstanbul hayatının en doğru senaryo olduğu iddiamın doğrulaması olarak kabul ediyorum.

Sevdiklerinizle çok an paylaşarak ve eğlenerek kalın!

Reklam

Hibrit İstanbul Notları, Afil Bomonti, Blok Bomonti, Tersane İstanbul” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s