Guatemala’ya vahşi bir veda ve Panama’ya cevicheli bir hola!

Güzel bir akşam yemeği ile Guatemala’ya kapanış yapmak için daha önce gözümüze kestirdiğimiz diğer şubeleri İspanya’da, Miami’de ve Paris’te olan Salvaje‘ye gidiyoruz.

Oldukça şık ve gösterişli bir dekorasyona sahip bir restoran burası. Kokteyller oldukça tuhaf biçimlerde bardaklarda servis ediliyor ve tamamen sürpriz. Balık şeklinde bir bardak da çıkabiliyor şansınıza, üzerine devasa bir pamuk şeker yerleştirilmiş ağız çevresi ışıklı bir bardak da…

Sipariş verdiğimiz her tabak masaya geldiğinde, iştahımız ve merakımız daha da artıyor. Roll’ler gerçekten çok lezzetli, ızgara avokado daha önce deneyimlemediğim bir lezzet, etler herkesin istediği pişmişlik seviyesinde ayarlayabileceği minik ve pratik olduğu kadar şık masa üstü ızgaralarla birlikte geliyor.

Şık sunumlu yemekler ile sürpriz bardaklı kokteyllerin yanı sıra, bizim için oldukça ilginç olan şeylerden biri müşteri profili. Çünkü gerçekten pop klibinde oynayacakmış gibi tuhaf renkli deri kıyafetler giymiş eskortlarla gelen müşteriler de var, kendisi oturup akşam yemeği yerken dışarıda takım elbiseli koruma ordusu bekleyen müşteriler de…

Mekanın adı olan Salvaje’nin kelime anlamı ‘vahşi’ demekmiş. Bununla uyumlu olarak mekanda düzenli aralıklarla bir anda kostümler giymiş kişiler masaların arasına bir anda zıplayıp dans gösterileri yapıyor. Doğum günü kutlayan masalara yapılan etkinlikleri kıskanıp, biz de o geceyi Anisa’nın doğum günü ilan ediyoruz. Maymun maskeleri ve ışıklı gözlükleri ile bir ekip bize tekila shotlar içiriyor. O sahte doğum günü kutlamasının üzerine Salvaje’den çıktığımız anda zil zurna sarhoşuz ve geceyi burada bitirmeye asla niyetli değiliz.

Canlı müzik yapılan El Establo isimli bir mekana geçiyoruz, bolca dans ettikten sonra o mekanı kapatıyoruz, başka bir mekan aramaya başlıyoruz. Ve gecenin en eğlenceli partisi arabada dönüyor bu sırada. Bangır bangır şarkılar söyleyerek, arabanın içinde deliler gibi dans ederek saatler geçiriyoruz. Ben arabanın arka koltuğunda, dizlerimin üzerinde yüzüm arkaya dönük durup deliler gibi dans ediyorum. O gece “Don’t go yet!” şarkısına sarıyoruz. Ertesi gün o ekipten bir kişi Salvador’a, bir kişi Florida’ya gidecek; biz iki kişi Panama’ya geçeceğiz ve hiç birimiz henüz gitmeye hazır değiliz. Bütün şehirde arabada partileyerek gezerken, arabanın da şuursuzca kullanılması karşısında hepimiz içten içe “Kurşun geçirmez kaplanmış araba sonuçta, bir yere çarpınca da bir şey olmuyordur herhalde.” şeklinde bir mantıkla, umursamayarak, avaz avaz “Just a little bit long! Don’t go yet!” söylemeye devam ediyoruz.

Ertesi gün Tikal’i gezerken aldığım ve modeli sebebiyle panama hat olarak anılan şapkamla Panama’ya uçmak için havalimanında olduğum saatler, o seyahatimin eşlikçisi Berk’e göre bütün seyahat boyunca tek katlanılmaz olduğum anlar.

Tuhaf duygular içindeyim, bir kere tam anlamıyla hazmetmek için üzerinden biraz zaman geçmesine ihtiyaç duyacağım doluluk ve muhteşemlikte bir gezinin sonuna geldiğimizi ilk defa hissettiğim an o an. Gezdiklerimi, gördüklerimi, deneyimlediklerimi sürekli yeni şeyler keşfetmeye devam ederken zihnimde yerli yerine koymaya fırsatım olmadı. Hangi gün nerede ne yaptığımızın sıralamasını bile karıştıracağım şekilde sürekli oradan oraya seyahat ettik ve bir gün bile olduğumuz yerde oturup öylesine bir gün geçirmedik.

Diğer yandan birlikte seyahat ettiğim kişilerin hepsiyle ilk seyahatim olmasına rağmen ve gerçekten bir haftadan uzun sürede her günün 24 saatini birlikte geçirmiş olmamıza o rağmen -ki ben arada sırada tek başına alana ihtiyaç duyan bir yapıdayım – o kadar tuhaf bir denge ile uyum sağlayan bir ekiptik ki, o ekipten ayrılıyor olma fikrinden dolayı hüzünlüyüm. Bal gibi biliyorum, yine bir araya gelmek ve birlikte daha bir sürü seyahate çıkma arzusunda olacağız; ama diğer yandan bildiğim bir şey daha var hayatın dinamiklerin çok hızlı değiştiği. Bunu hepimizin çok isteyeceğinden hiç şüphem olmasa da, hayatın her zaman bizim planlarımıza uymadığını ve bunun, bu ekibin son seyahati olma ihtimalinin de olası olduğunu biliyorum.

Böyle bir tuhaf yapım var benim, her ayrıldığım insandan bir daha asla görüşmeyecekmişim gibi ayrılıyorum. Hüzünlerimi aslında o olasılık gerçekleşmeden ihtimali üzerinden kısa bir süre yaşıyorum, sonra o olasılık gerçekleşirse ben onun hüznünü önceden zaten yaşamış olduğum için çok takılmıyorum; tam aksi olursa da piyangoyu vurmuş gibi hissediyorum. 🙂

Benim katlanılmaz olduğum bu kısa bir uçuş sonrası Panama’ya ulaşıyoruz, bu sefer QR kod olayına da, havalimanından Selina’ya nasıl gideceğimize de hakimiz. Çok iyi bildiğimiz bir şehre gelmiş gibi hissediyoruz kendimizi, Panama Selina’yı daha önce deneyimlediğimiz için kendimizi doğrudan Casco Viejo‘nın sokaklarına atıyoruz. Eski binaları ile oldukça keyifli bir bölge ve Panama çok sevdiğimiz ceviche’ye gömülmek için harika bir şehir.

Bir sürü farklı ceviche seçeneği olan, Marea‘ya gidiyoruz. Yemeklerimizi yiyor, geride kalan Guatemala günlerimizin “en”lerini seçiyor, bardaki salıncaklarda kokteyllerimizi yudumluyoruz.

Ve sonra oldukça tuhaf bir “dünya çok küçük” anı yaşanıyor. Berk’in yüksek lisanstan İspanyol bir arkadaşı, Panamalı bir kızla aşk yaşıyor ve o sırada Panama’da. Bir lokalle takılma fikrine bayılıyorum, onlarla buluşup öncelikle yemek yediğimiz Marea’nın terasındaki bara çıkıyoruz. Oradan da Tantalo‘nun terasına geçiyoruz. Panama’da hava oldukça nemli ve sıcak olduğu için bütün hayat, yüksek teraslarda dönüyor. Tuhaf bir biçimde, teraslar rüzgarlı ve serin; sokaklar nefes alınmayacak kadar sıcak.

Tantalo’nun tuvaleti hayatımızda gördüğümüz en garip tuvalet, çünkü harika visualları olan bir club gibi. Terası da oldukça güzel. Orada birkaç kokteyl içtikten sonra, sokakta rastgele bir bara girip geceye devam ediyoruz.

Ertesi gün Casco Viejo’nun sokaklarında geziniyoruz, özellikle kiliselerini çok enteresan buluyoruz, çünkü inanılmaz gösterişli, inanılmaz yeni ve dev büyüklüklerine rağmen sürekli klima ile soğutulmuş durumdalar.

Vasco Viejo’nun gece çok daha güzel bir bölge olduğuna karar veriyoruz. Gündüz zaten hava o kadar sıcak ki, daha fazla sokaklarda gezemeyeceğimize karar verip, soğuk bira molası vermek için bir önceki gece sevdiğimiz Tantalo’nun terasına göz atmaya gidiyoruz. Terasın kapalı olduğunu ama istersek lobiden içkilerimizi alıp terasa çıkabileceğimizi söylüyorlar.

Bizden başka kimsenin olmadığı ama müthiş bir playlist’in çaldığı teras o kadar keyifli ki, Marcado del Marisco’ya gidip yemek yeme planımızdan bile vazgeçiyoruz. Günün geri kalanında o terasta oturup, çalan şarkılara eşlik edip, bira kadehlerimizi tokuşturarak oldukça derin ve samimi sohbetler ediyoruz. Arızalarımız, anılarımız, arzularımız… Hatta bir noktada Amerikalı olduklarını öğrendiğimiz bir çift gelip bizimle tanışmak istiyor. O otelde kalıyorlarmış, oldukça uzun zamandır orada oturmamız ilgilerini çekmiş. Onlarla biraz sohbet ediyoruz, ne kadar dar bir hayatları olduğunu ve tam da bu sebeple ne kadar mutlu olduklarını gözlemliyoruz.“İşte biz artık o noktaya dönemeyecek kadar çok şey yaptık ve yaşadık.” fikri ile yüzleşiyoruz.

Tantalo’dan oldukça geç kalktığımız için uçağımızı kaçırma riskine girecek kadar geç kalıyoruz havalimanına. Öyle bir rahatlık içindeyiz ki, sanki Panama’dan İstanbul’a değil, İzmir’den İstanbul’a uçuyoruz. Üstelik bir de benim telefonum bozuk ve aşı kartıma ulaşmam mümkün değil -neyse ki buna çok takılmıyorlar ve ben bu bölgelerin rahatlığına bir kere daha bayılıyorum.

Berk ne zaman telefonundan bir şey gösterse, “Telefon görmeye tahammül edemiyorum, çünkü benim sadece ısırılmış bir elmam var.” diye söyleniyorum. Çünkü telefonum açılmıyor ve kapanmıyor. Ekranda sadece elmayı görüyorum. Üstelik de bütün seyahat boyunca çektiğim fotoğraflar icloud’da filan yedekli değil, hepsini kaybetme riskim var.

Oldukça geç check-in yaptığımız için 13 saat sürecek Panama – İstanbul uçuşunda tamamen farklı yerlerde koltuklarımız var. Bunu düzeltmek ve yer değiştirmek için büyük bir çaba harcayıp, sonra yan yana oturmayı başardığımız anda uyuyor ve İstanbul’a kadar da bir yemek molası hariç uyuyarak geliyoruz.

O gece evime geldiğimde, karşımda rom kadehlerini tokuşturup dışarı çıkmaya hazırlanan şahane ekip olmadan geceyi tek başıma geçirecek olmak bana çok tuhaf geliyor. Her birini ayrı ayrı, ama en çok da hepsini bir arada içtenlikle özlüyorum.

Telefonumu ve içindeki fotoğrafları kurtarmayı başardıktan sonra, döndüğümü haber vermek için annemle babamı arıyorum. Sonradan annemin beni merak edip, havalimanını aradığını; kendisini oradan oraya yönlendirdiklerini ve en sonunda “Tutuklananlar listesinde yok, merak etmeyin.” cevabı aldığını öğrenip kahkahalara boğuluyorum.

Tutuklananlar listesinde olmadan ve muazzam bir jet-lag vurgunu yiyeceğimden habersizce İstanbul günlerime başlıyorum.

Reklam

Guatemala’ya vahşi bir veda ve Panama’ya cevicheli bir hola!” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s