Lizbon’daki en mutlu günlerimizi Principle Real’de tuttuğumuz airbnb evinde geçirdik. Salonundaki lacivert duvarı boydan boya iddialı tablolarla dolu, tam ana caddenin üzerindeki bir apartmanda konumlanmış bir evdi burası. Kaldığımız en güzel dekore edilmiş ev değildi; bundan çok daha havalı, kendi çatı teras olan oldukça frapan dekore edilmiş evlerde de kaldık; yine de bu ev ihtiyaçlarımıza ve düzenimize en uygun evdi sanırım.
Ev iki ayrı kanattan oluşuyordu. Arka tarafında banyo ve yatak odası vardı, dev palmiye ağaçları ile dolu sakin ve sessiz bir alana bakıyordu. Ön tarafta ise ana caddenin hareketliliğini taşıyan boydan boya camlı büyük bir salon vardı.
Sabahları ben Türkiye saatine uyum sağlayabilmek için 6:00 civarında uyanıyordum. Salonda sabah toplantılarıma girip, acil telefon görüşmelerimi yaparken, sesim arka odaya gitmediği için o kendi iş ve saat düzeninde yaşamaya devam edebiliyordu. Sonra ben ev anahtarlarını alıp evden çıkıyor, caddede bir boy yürüyordum.


Bazı günler minik fırından leziz kahvaltılıklar alıyordum, bazı günler butik bir kahveciden bir fincan kahve alıp parkta biraz oturuyordum, bazen markete uğrayıp ev için alışveriş yapıyordum, bazen de sadece keyifli butiklere göz atıp caddede biraz yürüdükten sonra eve geri dönüyordum. Tek başıma elimde ev anahtarı ile yaşadığım mahallede kısa bir sabah yürüyüşü yapmak, kahvecide kasadaki kızla biraz laflamak, pastaneye girdiğimde hemen bir natanın bana uzatılması bana kendimi oraya ait hissettiriyordu. İstanbul’daki evimden Nişantaşı’na çıkmanın Lizbon versiyonu gibiydi. Çok turistik bir bölge değildi; diğer yandan sonuna kadar Lizbon ruhu taşıyan binalarla doluydu.


Ben eve döndüğümde o da uyanmış oluyordu, birlikte biraz yatak keyfi yapıyorduk. Sonra o ev yerine cafelerde çalışmayı sevdiğinden, en sevdiği teraslardan olan Java‘ya geçiyordu. Benim o günkü işlerim aşırı dikkat gerektiriyorsa, ben onlar bitene kadar evde takılıp sonra ona katılıyordum. Bazen de evden birlikte çıkıp, güneşli sokaklarda el ele yürüyerek gidiyorduk.
Akşama kadar çalıştıktan sonra, keyfimize göre ya civarda bir yerlerde güzel bir akşam yemeği yiyip eve dönüyorduk; ya da kokteyllerle geceyi uzatıyorduk. Bu bölgede denediklerimden en sevdiklerim:
Oyster & Margarita. Oldukça çok sayıda Rus ve Ukraynalı Lizbon’a yerleşmiş ve şahane mekanlar açarak bu sektörün başını çekmeye başlamış durumda. Oyster & Margarita da bunlardan biri. Adından da anlaşılabileceği üzere, istridye yiyip margarita içmek için oldukça popüler adreslerden.

Seagull Method Cafe. Leziz bir brunch için harika bir adres.

Pica Pica. Geleneksel Portekiz yemeklerini modernize edilmiş olarak sunan, çok keyifli dekore edilmiş ve geniş bir şarap kavı olan bir restoran.

Bu az çok İstanbul’da geçirdiğimiz günlerdeki düzenimize benzese de; sonradan adlandırmayı başarabildiğim bir farkı vardı. Eril – dişi enerjisi bizim açımızdan daha doğru bir dengedeydi. İstanbul’da olduğumuzda ben şehrin hakimi olduğum için, gündelik işlerimi halletmenin yanı sıra, sosyal hayatımızı da organize etme görevini üstleniyordum. Ulaşım, rezervasyonlar, o hangi Türk yemeklerini sevebilir… Bu bir şekilde dişi enerjimi baltalayan, ilişkinin hakimiyetinde bizim tercihimize aykırı bir el değişikliğine sebebiyet veren bir durumdu.
Her ilişkinin ve her ikilinin dinamiği farklıdır, illa ki kadının dişil enerjisi baskın kişi olması gerekmez elbette; ama ben böyle olduğunda hem daha mutlu bir kadınım, hem de karşımdakini daha mutlu edebiliyorum. Eril hakimiyetini ve enerjisini hissetmek bana iyi geliyor. Burada geçirdiğimiz günlerde onun alanındaydık, benim sorumluluğum profesyonel işimle sınırlıydı, geri kalan enerjimi süslenmeye, uzun duşlar almaya harcayabiliyordum. Rezervasyonlar, organizasyonlar, ulaşım hepsi ondaydı. Ben de otomatikman, daha teslim, daha dişi ve daha oyuncu oluyordum. Enerjimiz bizim için doğru dengedeydi. Bu yüzden orada geçirdiğimiz günlerde biz her zamankinden daha uyum içinde aktık birlikte.
Tuhaftır bunu o zaman farkedemedim; daha sonra İstanbul’da geçirdiğimiz haftalarda da bu ahengi neden yakalayamadığımızı sorgularken de fark edemedim; alakasız bir anda dişi ve eril enerjiye ilişkin bir şey okuduğum bir sırada anlamlandı. Hayatımızdaki bazı kararları verirken, aslında hiç de hesaba katmadığımız bu tip enerji dengelerinin ne kadar önemli olduğunu fark ettim.

O günlerden geriye hafızamda, bu evde kaldığımız ilk gece sabaha kadar Casa Reia’da dans ettikten sonra apartmana girdiğimizde kaçıncı katta kaldığımız hakkında hiç bir fikrimiz olmadığını fark edip saatlerce koridorlarda kahkaha atarak dans etmemiz, doğru enerji dengesiyle akmanın ne kadar güzel olduğu, leziz Lizbon şarapları ve salon koltuğunda sarılarak yattığımız şahane anlar kaldı.
Deneyerek, fark ederek ve hissederek kalın!