Ayrılık, Havalimanında Mahsur Kalış ve Kendime Mektup

Uber’in arka koltuğunda oturmuş havalimanına doğru yol alıyorum. Hüzünlüyüm, güneş gözlüklerimi takıyorum, arkama yaslanıyorum ve camdan dışarıyı izlemeye başlıyorum.

Lizbon’daki son haftasonumuzda bana “Bir yerlere gitmek, farklı bir şeyler yapmak ister misin?” diye sorduğunda, hiç gerek olmadığını, evimizde birlikte vakit geçirmeyi tercih edeceğimi söylerken içtendim. Lizbon’a yapılacaklar, mutlaka ziyaret edilecekler listesi bile oluşturmadan gelmiştim, amacım gerçekten onunla vakit geçirmek ve onun Lizbon’unu deneyimlemekti.

Deneyimlemiş ve oradaki bizi her yerdekinden daha çok sevmiştim. İlişki yaşamanın insanı bazı açılardan kısıtladığına inanan ve bundan çok korkan iki kişi olarak, biriyle derin ve içten bir bağ kurmanın keyfini sonuna kadar sürdüğümüz, çok eğlendiğimiz, gürül gürül aktığımız günler geride kalmıştı ve benim İstanbul’a geri dönme zamanım gelmişti işte.

Biraz sonra kırmızı ışıkta durduğumuzda, camdan dışarı boş boş bakarken gözlerim bir anda onun güzel ceketini tanıyor. Tam yanımda motorunun üzerinde duruyor. Sanki geride kalan on günü sürekli birlikte geçirmemiş gibi, hala birbirimize özlem dolu olarak, şoförün şaşkın bakışları altında, yoldaki bütün kırmızı ışıklarda dolu dolu gözlerimiz ve kocaman gülümsemelerimizle el ele tutuşarak havalimanına geliyoruz.

Farklı yerlerde yaşamanın en güzel yanı bu sanırım, insanda hiç bir zaman bugün yapmadığı şeyleri yarın yapabileceğinin rahatlığı olmuyor; birlikte olunabilen her anı sonuna kadar yaşamaya daha hevesli oluyor insan.

Son bir kere öpüşüyoruz, “Çok yakında İstanbul’da görüşmek üzere.” diyerek valizimi sürüyerek bütün güvenliklerden geçiyorum. Lizbon’dan Lyon’a uçmayı, Lyon’da aktarma yaparak gece İstanbul’a varmayı planlıyorum. Duygusal buhranlara kapılmamak için yoğun çalışmanın her zaman işe yaradığını düşünen biri olarak, İstanbul’daki ilk günüme de ardı ardına yüz yüze toplantıları dizmiş durumdayım.

Dadaaam Lizbon – Lyon uçağım ardı ardına rötar vermeye başlıyor. Uçağım toplamda üç saatten fazla rötar yaparken, “Hiç geri dönmek istemiyorum.” diyip dururken kastettiğim bu değildi, diye isyan ediyorum. Ve bu sırada Lyon’dan İstanbul’a gidecek uçağımı da kaçırıyorum.

Planladığımdan saatler sonra, Lyon’a ayak bastığımda, çoktan bağlantılı İstanbul uçağımı kaçırmış olmam yetmezmiş gibi, bir de havalimanında grev var, bir süre başka herhangi bir uçuş yok!

Resmen Lyon Havalimanı’nda mahsur kalıyorum. Havalimanıdaki otellere göz atmak için tabelaları takip ederken, gördüğüm Moxy ismi tanıdık geliyor. Nereden tanıdığımı hatırlamak için internetten bakıyorum, anında tanıyorum neşeli dekore edilmiş bu oteli. Daha önce biri paylaştığında ilgimi çekmişti ama “Havalimanı otellerinde hiç kalmam ki ben, belki bir gün yolum düşer.” diye düşünmüştüm.

Jim Carrey’in Aman Tanrım filminin içinde gibiyim. Yanlış dilediğim her şeyi yaşıyorum o birkaç saat içinde. İstanbul’a hiç geri dönmek istemiyorum diyorum, uçağım rötar yapıyor, bağlantılı uçuşumu kaçırıyorum. Bir gün kalmak isterim diye düşündüğüm otelin kapısında kendimi elimde valizimle buluyorum. Hepsi dileklerime uygun; ama ben bütün dilekleri yanlış dilemiş durumdayım.

Moxy, pop-art döşenmiş, havalimanı otelleri soğukluğunu taşımayan bir otel. Ancak buranın tadını çıkartmaya fırsatım yok, yüz yüze olması planlanan bütün toplantılarıma ertesi gün oradan bağlanıyorum ve İstanbul’a planladığımdan tastamam 24 saat sonra ayak basıyorum. Bu aradan geçen sürede sürekli olarak iş yetiştirmeye çalıştığım için, bu ek bir günlük Fransa konaklamam bana maliyet ve yorgunluk yaratmaktan başka bir işe yaramıyor.

İstanbul’a döndükten sonra bütün hafta toplantılar ve bitmesi gereken işler derken hızla akıp geçiyor, geleneksel 29. yaşımı kutlama zamanımız geliyor. Herkes benim evimde toplanıyor, ben her zamanki sarı peruğumu takıyorum, şişeler ardı ardına patlıyor, kadehler tokuşuyor, müzikler ve kahkahalar yükseliyor, gece Klein Garten’da akmaya devam ediyor. O gece çok sevdiğim arkadaşlarımla birlikteyim, çok mutluyum; diğer yandan benimkinin benden bambaşka bir ülkede partiliyor olması da aramızda yalnız fiziksel değil duygusal da bir mesafe yaratıyor. Ayrı yerlerde yaşamanın bütün artılarının yanı sıra zor tarafları da var bunun gibi.

Sabah uyandığımda bir sürü kişiye dehşet görünecek mutfak ve salon manzarasının karşısında duruyorum. Boş içki şişeleri, bardaklar, cips paketleri, dolu kül tablaları, yerlerde kağıt parçaları… Benim çok sevdiğim bir manzara bu, “Dün burada çok eğlendik.” manzarası. Bu manzaraya karşı keyifle bir kahve ve sigara içiyorum.

Bütün bu parti izlerini sildikten sonra, o gün defterime kendime bir mektup yazmışım, bugün okuduğumda bana çok iyi geldi. O yüzden sizle de paylaşmak isterim:

Çalış, kendini geliştirmek için zaman harca; ama bütün odak ve önceliğini de hiç bir zaman işe verme. Sonunda bir gün durup geriye baktığında o iş “Şurada X yıl çalıştım.” cümlesinden ve özgeçmişindeki bir satırdan ibaret olacak. Çalış, başar, yeri doldurulamayacak kadar iyi ol, elini attığın her şeyde fark yarat, laf olsun diye yapma hiç bir şeyi; ama hayatı da kaçırma. Kendini sana karşılığı ödenenden daha fazla yıpratma. Değerini kendin biç, sana yapılan ödeme ve sağlanan avantajların hayatından kaç saati kiralamanın karşılığı olduğunu netleştir, sınırlarını belirle.

Yalnızken yalnızlık için endişelenme. Yalnızlık ve arada sırada biraz durmak, hem üretmek hem de yeni hayaller kurmak için gerekli. Diğer yandan bununla hep hatırlamak isteyeceğin güzel anları çoğaltmak arasında bir denge kurmayı öğrenmen lazım. Andığında yüzünde kocaman bir gülümseme yaratan anları mümkün olduğunca çoğaltmak, hayatının en büyük amacı. Ve bunlar genellikle yalnız anlar değil, sevdiklerinle paylaştığın anlar oluyor, bunu unutma. Hayat akıyor, insanlar değişiyor, bazı sevdiklerinle çok uzun süre aynı yolu yürümeyebilirsin; ama hayatında hep içtenlikle ve hesapsızca sevdiğin birileri olsun. Onlarla zaman geçirmeyi asla ihmal etme.

Kendine, ruhuna ve vücuduna iyi bak, yatırım yap. Kıtlık psikolojisine kapılma. Herkes seni buna itecek, onlara kanma. Hayattan her istediğini alabilirsin, ama ne istediğini hep çok iyi biliyor olman lazım. Başkalarının hayallerini kendi hayallerin sanma. Sınırsızca kendi hayallerini kur ve onları gerçekleştirebileceğine inan.

Gittiğin hiç bir yol, yaşadığın hiç bir macera senden hiç bir şey götürmüyor. Zaman zaman düşebilirsin, kaybolabilirsin elbette. Zamanı geldiğinde kalkabileceğini bil yeter.

Eşyalara ve geçmişe bağımlı olma. Paylaş, ilham ver, sevgi ver. Paylaştıkça azalan hiç bir şey yok.

Reklam

Ayrılık, Havalimanında Mahsur Kalış ve Kendime Mektup” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s