Esti Gidiyoruz Turizm Yine Gecenin Bir Yarısı Yollarda

Bana kendimi aşağıdaki fotoğraflardaki gibi ve dolayısıyla çok şanslı ve güçlü hissettiren bir arkadaş grubum var. Gruptaki herkes birbirinden her konuda (yaptığı işlerden, yaşam tarzlarına, olaylara bakışından, karakteristik özelliklere kadar…) inanılmaz farklı olmasına rağmen, herkes birbirini her yanıyla kabul ettiği ve birbiri hakkında çok rahatça espriler patlatılabildiği için, o farklılıkların muazzam bir zenginliğe dönüştüğü muhteşem arkadaş gruplarından biri.

Herhangi bir konu tartışılırken, bambaşka bakış açıları ortaya dökülüyor, gerekiyorsa ses yükseltilerek kavga eder gibi fikirler birbiri ile çarpışıyor, kimse kimseye alınmadığı ve bozulmadığı için herkes çok net oluyor; sonucunda muazzam derin analizler ile nokta atışı tespitler ortaya çıkıyor.

Genellikle festivallere ve partilere katılmak için bir araya gelen bir parti ekibi gibi görünsek de, eş zamanlı olarak birbirimize 7/24 whatsup destek hattı gibi de çalışıyoruz. Geçen sene dünyanın çeşitli yerlerinde, belli bir konu hakkında kilitlenip kaldığımda, birkaç cümlemle beni hemen anlayıp, on dakikada bütün analizleri ve değerlendirmeleri yapıp, eş zamanlı olarak bana ihtiyaç duyduğum bütün motivasyonu ve desteği vererek bütün krizleri çat diye atlatmamı sağladılar örneğin.

Bu sene başladığından beri hepimizin hayatında bambaşka fırtınalar kopup dururken, bir türlü bir araya gelememiştik. Yapmaya niyetlendiğimiz çok şey vardı; fakat hepimize uyacak tarih bulamıyorduk bir türlü. En sonunda bir hafta sonu- İzmir’deki aşkının yanına gittiği için bir kişi firemize rağmen – dördümüzün de hiç bir plan ve işi olmadığını fark ettik. “Hadi bir yere gidelim.” dedik. Herkes o kadar sıkılmış, yorulmuş ve delirmiş haldeydi ki hayatında olup bitenlerden, kimse için nereye gideceğimiz fark etmiyordu. “Yeter ki birlikte gidelim.”di.

İlk önce ortaya Sinop atıldı. Kimse itiraz etmedi, hatta gelen cevaplar şöyle oldu: “Ben asla bilmiyorum Sinop nerede, kaç kilometre, kaç saat çeker… Umurumda da asla değil.”

İçimizde en çok yol yapan, arabasıyla Türkiye’yi her hafta sonu köşe bucak, dağ tepe talan eden Aslıpan’dan sonra sürpriz bir mesaj geldi: “Rota yeniden oluşturuldu, Pamukkale’ye gidiyoruz. Gece 03:00 yola çıkış.” Yine kimse itiraz etmedi.

Ben ne olur ne olmaz, nereye gideriz, bir yere gitmeden yol mu yapıp dururuz emin olamadığımdan bir acil durum kiti hazırladım. Şarap, filtre kahve, french press, güzel çikolata koydum içine. Sonra da gece 02:30 gibi uyanmak üzere uyudum.

En son bu ekiple bir yere giderken, o zamanki erkek arkadaşıma yola çıkmak için seçeneklerimizi sunduğumda, “İki seçeneğimiz var; ya gece 4:00’te yola çıkabiliriz.” demiştim, “Çok saçma olduğu için diğer seçeneği tercih edeceğim.” diye cevap vermişti. “Diğer seçenek gece 12:00’de yola çıkmak.” dediğimde, “Siz ruh hastasısınız, asla mantıklı değil bu seçenekler. Niye gece uyuyup, sabah yola çıkmıyoruz ki?” diye isyan etmişti.

Ki sonra da yol boyu kulağına dev kulaklıklarını takıp bizimle ve çevreyle iletişimini kesmiş arabanın arka koltuğunda uyumaya çalışırken, bizim arabanın camlarından peçeteler çıkarta çıkarta “Şemammeee şemammeee” diye avaz avaz şarkı söyleyerek halay çekmemiz karşısında da dehşete kapılmıştı. Çünkü bizim için “Gün ölmesin.” önemli bir kavramdı, ayrıca uzun yolda biraz kamyon şoförü havası olmazsa eksik kalırdı.

Gece 2:30’da uyanmak da, 3:00 de yola çıkmak da, ‘gün ölmesinci’ler için normal olağan olduğundan, ben gerçekten de o saatlerde uyandım – sadece telefonumun rahatsız etme moodunun açık olduğunun farkında değildim. Bu sırada bizimkiler beni evden almaya gelirken, arayıp durmuşlar, ama telefonum rahatsız etme moodunda olduğundan onların aramalarını sürekli olarak meşgule atmış tabii. Apartmanımın önüne bir araba yanaşıp kornaya basmaya başladığında, camdan “Günaydınnnn!” diye bağırdım, cevap olarak “Kız sen bizi engelledin mi?” geldi.

Kahkahalar atarak indim aşağıya. Engellenince evimi basan aşklarımla ve bohçaya modern alternatif kabin boy bagajımla evden gece 4:00’te kaçtım.

“Noldu seninkiyle son durumda?” sorusuna cevaben ilk önce ne diyeceğimi bilemedim. Yorgundum çünkü analizlerden o sırada, bir yandan da onunla hala bir boyutta iletişim içinde olmak kafamı karşıştırıyordu. “Hani bazen canın bir şey ister, ama ne istediğini bir türlü bulamazsın. Çikolata yersin, canının aslında çikolata istemediğini fark edersin, ama onu yediğin için de mutsuz olursun. Sonra ekmek yersin, canın aslında onu da istemiyordur, daha da rahatsız olursun. O tam olarak hayatı böyle yaşıyor, canının ne istediğini bilmiyor, o yüzden aslında kendisine çok uymayan şeyler yapıyor ve sonra da mutsuz olup benim de keyfimi kaçırıyordu.” diye özetleyiverdim durumu, daha köprüyü geçmeden.

Sonra herkes o günlerdeki hayatının öne çıkanlarını anlattı, iş, ilişkiler, aile konuları… Herkesin anlattıklarına herkes yorumlarını paylaştı. Altı saatlik yol, muazzam keyifli bir podcast kıvamında geçti. Karakter analizleri, aile dizilimleri, karmalar, tespitlerle, kararlarla, açılmış yepyeni ufuklarla…

Windows masa üstü resmi gibi tarlaların arasında güneşi doğurduk ve sıfır uykuyla Pamukkale’ye girdik. Sadece o yol bile hepimize çok iyi geldi. Devamında hiç bir şey yapmayıp, o yolculuğu birlikte geçirip geri dönsek bile yeterdi aslında. Bazen sırf ihtiyacın olan arkadaşlarınla bir araya gelmek, ne yaptığından, nereye gittiğinden daha önemli belki de…

Kendinize ihtiyacınız olanı vererek kalın!

Reklam

Esti Gidiyoruz Turizm Yine Gecenin Bir Yarısı Yollarda” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s