Mısır’da üçüncü günümüz ve yine sabah bile sayılmayacak kadar erken bir saatte uyanıp havalimanındaki kontrollerden geçiyoruz. Artık alıştık ülkenin tarzına, kimsenin aslında hiç bir şeyi gerçekten kontrol etmezken çok kontrol varmış gibi yapma gösterileri bunlar. Önümüze uzatılan uçuş numarası filan yazmamız beklenen defterlere uydurduğumuz rakamları yazıp geçiyoruz, hiç ciddiye almıyoruz. Günlerdir Nescafe’ye talim bir kahve bağımlısı olarak havalimanında sonunda gerçek bir filtre kahve bulmaktan mest, bir elimde kahve, diğer elimde cheesecake geçiyorum bütün güvenliklerden.

Kahire’den Luxor’a uçuyoruz, Luxor Havalimanı’nda inince bir Uber çağırırız o gelene kadar da otelimizi ayarlarız havalarındayız. Öyle bir rahatlık.
Dadaam; iki gol birden yiyoruz. Turkcell, günlük belli bir ücret karşılığı internetimizi tıkır tıkır kullanmamıza izin verirken o güne kadar, o gün kesiliyor bu. İkincisi Hurgada’da, Kahire’de uber kullanmaya çok alışmıştık, Luxor’da uber yok! Havalimanının kapısının önünde internetsiz, otelsiz ve ubersiz kalakalıyoruz.

Hızlıca bir durum değerlendirmesi yapıyoruz. Normal bir taksiye binip şehir merkezinde Mısır operatörü olan Etisalad şubesine gitmeye, oradan internet aldıktan sonra otel konusunu çözmeye karar veriyoruz. Taksicilerle pazarlık yapmaya başlıyoruz. Havalimanının ne kadar uzak olduğu, gideceğimiz mesafenin rayiç fiyatı hakkında hiç bir fikrimiz yok aslında, ama Mısır’da en çok taksiciler tarafından kazıklanmamızı olası gördüğümüz için kırıyoruz fiyatı. Sonunda adı Ahmed olan bir taksiciyle anlaşıyoruz, merkeze Etisalad’a gideceğiz.
Ahmed bize inatla bize hangi otelde kaldığımızı soruyor, biz de inatla “Sen boşver oteli, Etisalad’a sür.” diyoruz. Otelsiz olduğumuzu anlarsa bizi gezdirir dolandırır, saçma sapan bir otele götürmeye kalkar diye çekiniyoruz. “İstediğiniz internetse ben size açayım.” diyor ve bize Mısır’da hiç bir yerde bulamadığımız kadar hızlı çalışan bir internet açıyor. “Etisalad’ın interneti kötü, We daha iyi.” diyor. Biz internete kavuşur kavuşmaz otelimizi ayarlıyoruz hızlıca. Kahire deneyimizden sonra, bu sefer hiç riske atmıyor, daha lüks segmentten bir seçim yapıyor ve Nil Nehri kıyısındaki Steigenberger‘e rezervasyonumuzu yapıyoruz ve rotamızı da değiştirip doğrudan otele gidiyoruz.
Yine otele check-in yapmak için erken bir saatte geldiğimizden valizlerimizi bırakıp, odamız hazır olunca valizlerimizi çıkarmalarını rica edip, Ahmed ile birlikte Karnak Tapınağı‘na gidiyoruz. Tapınağa girmeden önce mağazaların olduğu kısımda da aradığımız her şeyi buluyoruz: Aslı’nın uçuğu için ilaç, ben kabin boy bagajla gezerken yanımda çok kozmetik taşıyamadığım için nemlendirici niyetine argan yağı ve tam aradığımız gibi pareo olarak kullanılabilecek altın rengi antik mısır motifli şallar.
Ben aldıklarımızın ücreti olan Mısır poundlarını, “siftah” kelimesinin Arapça olduğundan emin, “siftah” diyerek yere atıyorum. Karşımdaki adam bana şaşkınlıkla bakıyor. Sonradan yaptığım araştırmada işe başlama duası anlamına gelen Arapça bir kelimeden türetildiğinin düşünüldüğünü ancak Arapça’da gerçekten “siftah” diye bir kelime olmadığını öğrendim.
Adama anlatıyorum; günün ilk kazandığın parası siftah olarak yere atılır, bereket getirir, ben de kısmetli kadınımdır, bugün çok para kazanacaksın, filan. Oğlu ile şaşkın şaşkın dinliyorlar beni, sonra bize birer tane minik Mısır’da güneş ile dünya arasındaki bağı temsil eden kutsal bok böceği heykeli hediye ediyorlar. Biz de onları alıp cüzdanlarımıza koyuyor ve Karnak Tapınağı’na giriyoruz.


Karnak Tapınağı’nı tek bir bina gibi düşünmeyin, dev bir alan, bir şehir adeta. Çok büyük ölçüde korunmuş ve özgün haline yakın bir tapınak olduğundan çok etkileyici. Amon tarafından yapılmaya başlamış ve ondan sonra gelen her firavun daha büyük daha etkileyici bir şeyler daha eklemiş tapınağa. Yapımı 2.000 yıldan uzun sürmüş olan bu tapınak bugün hala dünyadaki en büyük antik dini mekan.
134 sütundan oluşan büyük avlu benim buradaki en sevdiğim alan oluyor. İnanılmaz bir enerjisi var. Zaten o günün imkanları ile o kadar yüksek kolonlar inşaa edebilmiş olmaları apayrı bir efsane.

Yine bu tapınağın içindeki Kutsal Göl’ün rengi ve çevresi de muhteşem. Bu koca alanın her köşesinin üzerine motifler işlenmiş eserler ve dev heykellerle de dolu olduğunu söylememe gerek yok diye düşünüyorum.



Saatler sonra çıkıyoruz, çıktığımız anda biri arkamızdan “Bayan Siftaaah!” diyerek geliyor. Bizim sabahki abi, gerçekten çok güzel satış yapmış o gün çok mutlu. Bize çay ikram etmek için ısrar ediyor, ama Luxor Tapınağı’na gideceğiz. “Bir dahaki sefere söz.” diyoruz.
Üzerimize bir sürü taksici ve at arabası atlıyor, herkes bir şeyler söylüyor ve malesef Ahmed’i çağırabileceğimiz bir internet bağlantımız yok. Taksiciler ile pazarlığa girmek istemiyoruz, yürümeye başlıyoruz. Arkamızdan biri “Taksi taksi?” diye bağırarak gelmeye devam ediyor, hiç yüzüne bakmadan sertçe “Nooo!” diyerek yürümeye devam ediyoruz. Arkadan gelen taksici omzuma dokunuyor, tam ağzının payını vermek için arkamı dönüyorum ki; Ahmed karşımda.
“Ben sizi burada bekledim.” diyor. “Aaaa Ahmeeed!” diye mutlulukla bağırıyoruz, gerçekten o an özlediğimiz bir arkadaşımızla tesadüfen buluşmuş kadar mutlu oluyoruz. Ahmed de diğer taksicilere hiç pas vermemizi yalnız kendisine güleryüzlü davranmamızı çok seviyor. Hatta bunu o kadar çok seviyor ki, sonra defalarca oyunuyor bu oyunu: Biz her seferinde arkamızdan “Taksiii?” diye bağıranları duymamazlıktan gelip yürüyoruz, Ahmed asla “Ben Ahmed.” demiyor, taksiciler bağırıyor bağırıyor, hepsi vazgeçtikten sonra biri daha ısrarcı oluyor. Ben tam sinirli arkamı dönüyorum, karşımda mutlu mutlu gülümseyen Ahmed’i görüyorum.
Ahmed’in arabasına biniyoruz, tak diye de bize kutusuyla bir We mobil modem veriyor. Bizim gibi bazı turistlerin buna ihtiyaç duyabileceğini düşünmüş, cihazı kiralamak üzere kendi almış, ihtiyaç duyanlara içindeki internet paketini satarak transfere ek hizmet sunacakmış. “Cihaz parasını sizin ödemenize gerek yok, içinde şu kadar internet var, fiyatı da bu.” diyor. İnternet fiyatlarını biliyoruz, söylediği fiyat çok makul. Ahmed’den bu konuda yardım bile istememişken bunu akıl etmesine, bu girişimci ruhuna bayılıyoruz. Şu yazıda iki Mısırlı’ya bayıldığımızı söylemiştim, işte bunlardan biri Ahmed. “Helal be sana Ahmed.” diye Ahmed’i övüp durarak Luxor Tapınağı‘na gidiyoruz.

Karnak’tan sonra Luxor’dan etkilenmeyi beklemiyoruz; ama yine ters köşe oluyoruz. Mısır’da her tapınakta “Bundan sonra daha farklı etkileyici bir şey göremeyiz.” diye düşündükten sonra, sürekli olarak daha farklı ve daha etkileyici bir şeylerle karşılaştık, hiç bir zaman bu konuda hayal kırıklığı yaşamadık.

Luxor Tapınağı diğer tapınaklardan farklı olarak bir kült tanrıya veya belli bir firavuna adanmış bir tapınak değil. Krallığın gençleşmesine adanmış bir tapınak, diğerlerinden çok daha samimi bir atmosferi var. Enteresan bir bilgi olarak tapınağın ortasında bir de camii var.
Burada vizemiz çıkmadığı için gidemediğimiz Cercle etkinliği hatırına, seti açıp heykellerin altında dans ediyoruz. Bir oda beni çok etkiliyor, dakikalarca duvarlara sarılıp orada takılıyorum.

Sonra Nil’in kıyısından yürüyerek otelimize dönüyoruz, hiç odamıza çıkmadan otelimizin altındaki Lübnan Restoranı’nda oturup günler sonra doğru düzgün bir yemek yiyoruz. O gün gezdiğimiz tapınaklar hakkında podcastler dinleyerek uzun duşlar alıyor, beyaz çarşaflar üzerinde keyif çatıyoruz.


Ve Abu Simbel’i ziyaret edip edemeyeceğimizi netleştirmeye çalışıyoruz. O gece bizi yola çıkartabilecek birini bulursak, hiç Luxor’da kalmadan ertesi gün Abu Simbel’e varacak şekilde yola çıkmaya niyetliyiz çünkü. Luxor’un diğer kısmı olan, Nil’in karşı yakası West Bank’ı da Abu Simbel dönüşü gezip, dönüş için Hurgada’ya yola çıkmayı planlıyoruz. (Bu planı yaptığımız sırada Mısır’a ayak bastığımızdan beri hiç bir gece 5-6 saat bile uyumamış olmamıza rağmen, tapınaklar o kadar heyecan verici ki – hiç birini kaçırmak ve pas geçmek istemiyoruz. Uykusuz dördüncü gecemizi geçirmeye de razıyız, öyle düşünün.)
Tren veya uçak kullanmadan, indi bindi yapmadan o gece Luxor’dan Abu Simbel’e yola çıkıp ertesi gün Abu Simbel’i gezip tekrar Luxor’a geri dönmek istiyoruz. Tur şirketleri bize“Dönüşte sizi Aswan’da bırakırız veya giderken ve dönerken birer gece Aswan’da kalmanız gerekir.” diyorlar. Abu Simbel’e gitmek için üç gün harcayacak kadar çok zamanımız yok Mısır’da, ayrıca bu bize hiç mantıklı gelmiyor.
Turistlerin saat 6:00’dan sonra güvenlik sebebiyle şehirden çıkmaları yasakmış. Ayrıca Abu Simbel’in bulunduğu yer Sudan sınırı ve o sırada Sudan’da iç savaş var. Bu nedenle geceyi yolda geçiremeyeceğimizden Aswan’da iki gece konaklamaktan başka çaremiz yok.
Akşam yeniden Ahmed ile buluşarak Karnak Tapınağı’na giderken, Ahmed’e anlatıyoruz durumu. Ahmed bir araba kiralayıp kuzeni ile bizi oraya götürmeyi teklif ediyor. Planı bizim aklımızdakine oldukça yakın gerçekleştirebiliyor ama her türlü bir gece Aswan’da kalmamız gerekiyor. Hemen planımızı revize ediyoruz, o gece de Luxor’da kalacağız, ertesi gün Luxor’un karşı kıyısını gezeceğiz ve akşamüstü yola çıkıp Aswan’a gideceğiz.
18:00’den sonra şehirden çıkamayacağımız için, tek kritik nokta yarın West Bank’ta görmek istediğimiz her şeyi görüp 18:00’den önce Luxor’u terk etmeyi başarmak.
Ahmed’in söylediği rakam, tur şirketlerinden aldığımızdan daha uygun – ama muhtemelen yine de Mısır için oldukça yüksek bir kazanç 300 dolar – paketin içine dönüşte Luxor’dan Hurgada’ya transferimizi de dahil ettirecek şekilde pazarlığımızı yapıp el sıkışıyoruz.

En zorlu organizasyonumuzu da halletmiş olarak Karnak’a hava karardıktan sonra giriş yapıyoruz. Geceleri burada Light Show isimli bir etkinlik yapılıyor. Ses sistemi çok iyi diyemem; ama kesinlikle çok etkileyici bir etkinlik. Bir kere gece o yapımı 2.000 yıl sürmüş, her firavunun bir alanını yaptığı dev mekanda bulunmak ve yürümek muazzam bir his.

Bittiğinde ikimiz de Kutsal Göl’ün kıyısında kalaklıyoruz, gecenin bir yarısı, büyüleyici bir atmosfer ve muazzam bir deneyim. Mest haldeyiz. Bence o gün hayatımızda, içimizde, ruhumuzda bir şey gerçekten değişiyor. Henüz anlamını bilmiyoruz, ama eminim gelecekte bir gün bu Mısır seyahatini bir şeylerin miladı kabul edeceğiz.

Dudaklarımızda kocaman bir gülümseme, günler sonra sabah erkenden uçağımız olmadan rahatça ve alarmsız uyumak üzere kendimizi konforlu yataklarımızda mis gibi nevresimlerin arasına bırakıyoruz.
Keşfederek ve dönüşerek kalın!