Bozcaada – 2: Otostop maceraları, Beylik Koyu, Karaya Vuran Gemi, Holler My Dear

Bütün gün Ayazma Plajı’nda keyif çattıktan sonra, gün batım saati yaklaşırken ayaklanıyoruz. Grup üçe bölünüyor: Vahit’in Yeri’nde akşam yemeği yiyip demlenecek olanlar, “Ben deniz tuzuyla duramam, kaşıntıdan ölürüm. Merkeze gidip otelde duş almam lazım.” diyenler ve deniz tuzuyla kalmaya razı olup, gün batımı mı izlesin, karaya vurmuş devasa gemiyi mi ziyaret etsin karar veremeyenler.

IMG_7901.JPG

Ben üçüncü gruptayım. Bu sene pek çok tepede, pek şahane gün batımları izlemiş olarak karaya vurmuş gemiyi ziyaret etme fikri biraz daha ağır basıyor. Zaten aramızdaki bir avukat için o geminin önemi çok büyük. Onun çalıştığı ofis o gemiyi bağlamış, geminin satılması sırasında aksiyonlu Mısır seyahatleri yapılmış. “Hadi o zaman gün batımını şimdilik boşverip, karaya vurmuş gemiyi görmeye Beylik Koyu’na gidelim.” diyoruz.

Yola çıkıp yürümeye başlıyoruz. Adadayız ya, her yere yürüyerek gidebileceğimiz yanılgısı içindeyiz. Ben yol tarifi almak için navigasyonu açtığımda “Yalnız Beylik Koyu’na üç kilometre uzaktayız.” diyorum. Üç kilometre güneşin altında ve asfaltın üzerinde yürümek için iddialı bir mesafe. Ayazma Plajı’ndan o istikamete giden dolmuş yok, ortalıkta taksi zaten hiç yok. “Otostop?”

Kahkahalarla gülüyoruz. Bozcaada’ya gelmek için her türlü ulaşım aracını kullandıktan sonra, geriye bir tek otostop kalmıştı zaten. “Bozcaada kitlesi iyi ya, hiç bir şey olmaz.” diyerek yolun kenarında Amerikan filmlerinden öğrendiğimiz başparmak havada otostop işaretini yapmaya başlıyoruz.

İlk duran, iki tane çok şeker kızın kullandığı bir jeep. Onlar da Caz Festivali için gelmişler Bozcaada’ya. Tam festivalin kritiklerine başlayacakken ve henüz sadece 100 metre gitmişken, bizim Beylik Koyu’nun yol ayrım tabelası çıkıyor karşımıza. Kızlar başka yöne gidiyor. “Biz burada inelim.” diyoruz. Gece festivalde görüşürüz diyerek atlıyoruz arabadan. 100 metre gitmek için otostop çekmiş olmamız gerçekten efsane. 🙂

Beylik Koyu’nun yol ayrımına saptığımız anda, yoldan geçen arabalar sona eriyor. Issız bir otoyolda, başka çaremiz olmadan yürümeye başlıyoruz. “Bir daha nerede bulacağız böyle bomboş ve deniz manzaralı asfaltı.” diyerek bol bol fotoğraf ve video çekiyoruz.

Benim üzerimde dantel bir elbise, “Bikinini çıkarsana, zaten kimse yok. Fotoğraf daha güzel olur.” diyorlar. Gerçekten hiç araba geçmiyor nasıl olsa diyerek, bikinimin üzerini çıkarıp, elimde sallaya sallaya yolun ortasında yürümeye başlıyorum.

IMG_8078 (1).jpg

IMG_8076 (1).jpg

Hep öyle olur ya, o sırada bir araba yanımda duruveriyor. “Hayret, sizi nasıl kimse almadı?” diyen harika tok sese dönüyorum. Sesin sahibi de gerçekten yakışıklı bir adam. Onun yanında da ablası veya annesi olması muhtemel bir kadın oturuyor, “Bizi almaktan vazgeçer.” korkusuyla, memelerimi çantamla kapatıp, “Ne tarafa gidiyorsunuz?” diye soruyorum.

Az sonra üçümüz, nefis deri koltukları kuma bulayarak arka koltuğa yerleşmiş haldeyiz. Beylik Plajı’na vardığımızda, yolu yürümekten kurtulmuş olmak gündemizden düşüyor, “Çocuk çok iyiydi yalnız. Acaba Caz Festivali’ne gelecek mi?” daha ön plana çıkıyor.

IMG_8159.jpg

Beylik Plajı, çok daha alternatif genç bir kitle tarafından işgal edilmiş durumda. Her yandan harika müzikler geliyor, katlanır sandalyelerinin üzerine oturmuş gençler biralarını tokuşturuyor, kitaplarını okuyor. “Buranın da ortamı iyiymiş.” diyoruz.

IMG_8092.jpg

Karaya vurmuş devasa gemiye doğru yürüyoruz. O kadar komik ki, o devasa soğan dolu ve çok kıymetli gemi, Bozcaada’nın bir simgesi haline gelmiş. Önünde kabarık gelinliği ile fotoğraf çektiren gelinler de var, burnundan sallanan ipleri salıncak yapmış sallananlar da… Geminin üzerine şiirler yazanlar da, yan taraflarından gemiye tırmanmaya çalışanlar da…

IMG_8123 (1).jpg

IMG_8153.jpg

IMG_8155.jpg

Geminin bir tarafı boydan boya grafitiler ve yazılarla kaplı. Yakın açı alınca, sanki gemi değil de, alternatif bir semtteki duvar gibi görünüyor.

IMG_8142.jpg

IMG_8343.jpg

Festival alanına yürüyerek dönmek zorunda kalabiliriz. O yüzden orada geçirdiğimiz zamanı ağırdan alıyoruz. Bol fotoğraf çekiyoruz, kumsalda oturup, gemiyi değişik amaçlarla kullananları izliyoruz.

Şansımız yaver gidiyor, dönüş yolunda, her sene birkaç haftayı Bozcaada’da geçiren bir emekli çift bizi, Caz Festivali’ne kadar bırakıyor. Tenimiz tuzlu, üzerimizde bikiniler ve plaj elbiselerimiz ile Caz Festivali’ne adım attığımızda kurtlar gibi açız.

IMG_8165 (1).jpg

Bonkis’in leziz hamburgerlerine saldırıyor, ardından da Lynchburg Lemonade’lerimizi kapıp, gün batımını izleyebileceğimiz bir yamaca oturuyoruz.

IMG_8170.jpg

Güneş, festival alanındaki herkesi turuncuya boyarken, sahnede Lara Di Lara var. Tatlı tatlı esen rüzgarla ürperiyorum, saçım dudaklarıma her değdiğinde tuz tadı alıyorum. Kışın hayalini kurduğum anın içindeyim.

Merkeze dönen ekip hala ortalıkta yok. Merak ediyoruz. Çift kişilik bisiklet kiralamışlar, dünyanın en zor, en gereksiz şeyi olduğuna karar vermişler. Yolda kalmışlar. “Tamam diyoruz, Bozcaada maceramızda, eksik kalan ulaşım yöntemleri olan bisiklet ve otostop da tamamlandı.” Gülüyoruz, kadehlerimizi tokuşturuyoruz.

IMG_8173 (1)-005.jpg

 

Neyse ki, o gece hepimizin ilk defa dinlediği ve açık ara favorimiz olan Holly My Dear sahneye çıktığında, hepimiz bir aradayız.

Umarım ki, Bozcaada Caz Festivali daha yıllarca süren, hep bu kadar güzel organize edilen ve hep bu kadar güzel bir kitleyi ağırlayan bir etkinlik olur. Bir de aklınızda olsun, 3-4-5 Eylül’de aynı yerde (Ayazma Manastırı) Tamirane On Island etkinliği var.

Müzikle, keşifle ve yollarda kalın!

 

KaydetKaydet

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s