San Francisco’da her bölgede kahvaltı edebilecek pek çok adres bulabilirsiniz; oldukça şık fırınlar, çeşit çeşit kruvasanlar, bagellar, bizim serpme kahvaltı tarzı olan humus filan içeren kahvaltı setleri, tuzlu tart çeşitleri, leziz pancake’ler, sandiviçler, Fas mutfağı etkisiyle buralara gelmiş şakşuka dedikleri domatesli yumurtalar…

Ama San Francisco’da kahvaltıya gidilecekse bu genellikle pazar günleri brunch saatine denk gelir – porsiyonlar kocamandır ve yanında illa ki mimosa içilir. Hatta “botomless mimosa” konsepti sunan – yani fiks bir fiyata sınırsız mimosa içebileceğiniz adresler her zaman daha çok tercih edilir.

Mimosa’nın nasıl ortaya çıktığı konusunda çeşitli rivayetler var. 1920’li yıllarda Londra’da yapılan Buck’s Fizz’in aslında bugün içtiğimiz mimosa olduğunu da, 1925li yıllarda Paris’teki Ritz Carlton’da bir barmen tarafından bulunduğunu söyleyenler olsa da, yaygın kabül yönetmen Alfred Hitchckok tarafından 1940’lı yıllarda San Francisco’da yapıldığı ve böylece San Francisco brunchlarının vazgeçilmez bir parçası haline geldiği yönünde.
Peki ya nedir bu mimosa? Temel olarak köpüklü şarap (Türkiye’de köpüklü şarap denildiğinde akla marketlerde satılan içilmeyecek kadar kötü tatta sırf patlatmak üzere üretilmiş çeşitler gelse de, aslında Fransa’nın Champagne bölgesinde üretilenler şampanya, İtalya’da üretilenler prosecco, İspanya’da üretilenler cava adını alıyor. Amerika’da üretilenlere özel bir ad veriliyor mu bilmiyorum, genellikle üzerlerinde yalnızca az şekerli olduğunu gösteren brut ifadesi bulunuyor sadece) ve portakal suyundan oluşuyor. Bir bardağın üzerinde bir parmak kalıncaya kadar köpüklü şarap konulup, yalnızca bir parmak portakal suyu ekleniyor. Orijinali portakal suyu ile olsa da, şeftalili, mangolu gibi pek çok seçeneğini de bulmak mümkün.
Gurmeler en çok eggs benedict’e yakıştığını söylese de, açıkçası ben her şeyin yanına çok iyi gittiğini düşünüyorum. Güne başlamak için -elbette tatil günü olması şartıyla – kahveden çok daha iyi bir seçenek.
Bu seferki San Francisco seyahatimizi ailecek yaptığımızdan ve Amerika’daki Starbucks’taki kahvenin bizimkinden çok farklı ve lezzetli olduğunu iddia eden babam -ki kendisine katılıyorum- sabah 06:00’da elinde kahvelerle odaya “Günaaaaydınn!” diye bağırarak giriş yaptığı için hiç bir gün brunch saatine kadar uyuma fırsatımız olmadı. Her gün en geç 08:00’de uykulu gözlerle kahvaltı yapacağımız yere doğru yürümeye başlamış bulduk kendimizi. Ben yine de saate aldırış etmeden mimosa geleneğinden hiç vazgeçmeyerek, her günüme flüt bardağımda mimosa yudumlayarak başladım.
“Yiyip içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat.” sözünün inadına, yiyip içtiklerim ile başladım. Denediğimiz kahvaltı adresleri karşınızda:
- David’s Deli
Union Square’in en eski – 1952 yılında kurulmuş şarküterisi. İçeri girdiğinizde mavi kalın neon bir tabelanın altına yerleştirilmiş U şeklinde upuzun bir bar ile karşılaşıyorsunuz. Bunun dışında içeride oturacak başka bir masa yok. Menüsünde oldukça çok çeşit var, ama bir tek benim sipariş ettiğim kahvaltı gerçekten oldukça lezzetliydi; peynirli hindili kruvasan.

Upuzun barında oturmuş mimosamı yudumlarken, içerideki dekorasyon nedeniyle kendimi yıllar yıllar öncenin Amerikasında hissettirdiği için ben çok sevdim.

- Pinecrest
San Francisco’da nereye giderseniz kapısında bir sıra beklemeye hazırlıklı olmalısınız. Çok az yer şu anda rezervasyon kabul ediyor ve her mekanın kapısında bir sıra ile karşılaşıyorsunuz. Kahvaltıcılar arasında en uzun sıra beklediğimiz yer Pinecrest oldu.

Avokado ve sour cream ile servis edilen İspanyol omleti; salsa sos, kırmızı fasülye ve tortilla ile servis edilen omlet Huevos Rancheros ve taze pişmiş ekmek üzerinde patates, domates, bacon ve peynirle servis edilen The Moose‘u denedik. Hepsi inanılmaz büyük porsiyonlarda, oldukça farklı ve lezzetliydi.
- The Grove
Burada Savory Deep Dish Quiche ve avokadolu humuslu bir sandiviç yedik. Bana San Francisco’da oldukça fazla kişi tarafından tavsiye edilen bir yer olmuştu. Yediğim her şey oldukça lezzetli olmasına rağmen, hepsi İstanbul’da da bulabileceğim lezzetlerdi. Modern sanat müzesinin ve finans merkezinin çok yakınında olması nedeniyle müşterisinin bu kadar çok olduğunu düşünüyorum.


Hayal kırıklığını telafi etmek için o sabah, mimosa’ya kadeh ile değil, mimosa pack alarak şişeyle giriş yaptık.
- Plain Jane
Gittiğimiz kahvaltıcılar arasındaki en favorimiz burası oldu. Anneanne evinde gibi tabaklarda servis edilen somonlu eggs benedict de pancake de, şeftalili mimosa da lezizdi.



- Lucca Delicatessen
1929’dan beri açık olan bu şarküteri, içeri girdiğiniz anda İtalya’daymışsınız hissi veriyor. Kocaman tekerlek peynirler, iştah açıcı çeşit çeşit salamlar… Bir sabah da burada sandiviç yaptırarak kahvaltı ettik. Meşhur Acme Foccacio ekmeğine yapılmış, taze mozarelle, domates, fesleğen ve zeytinyağlı The Caprese sandiviçim gerçekten inanılmaz lezzetliydi.


Burayı yalnızca kahvaltıcı olarak düşünmeyin, öğle yemeklerine uygun çeşit çeşit sandiviçler hazırlıyorlar. İçeride oturacak herhangi bir yer yok ama sandiviçlerinizi alıp Palaca of Fine Arts’ın bahçesine giderseniz şahane bir keyif çatarsınız. San Francisco parklarından ayrıca bahsedeceğim.
Bir de markette satılan jalapeno’lu açmaya benzeyen müthiş lezzetli bir ekmek bulduk. Bazı sabahlar, provolone peyniri ile o jalapenolu ekmekle sandiviç yaparak kahvaltıyı geçiştirdik. Dışarıda yediğimiz günlerde ise, porsiyonlar o kadar büyüktü ki – asla öğlenleri yemek yeme ihtiyacı hissetmedik. Merak edenler için bütün bu kahvaltı mekanlarda kişi başı yaklaşık 30 dolar hesap ödedik -ki bu orada çalışan asgari ücretli birinin iki saatlik ücretinin karşılığına denk geliyor.
Kendinize köpüklü sabahlar ısmarlayarak kalın!
“San Francısco’da köpüklü günaydın: Kahvaltı Adresleri ve Mimosa geleneği” üzerine 2 yorum