Yazın sonuna gelmek hep içimi biraz hüzünle dolduruyor. Bronz bacaklarımı, küçücük valizlerle evden haftalarca uzak kalabilmeyi, bir jean şort ile günlerimi geçirebilmeyi, yaz mevsiminin insana verdiği pervasız hissi, günlerin uzunluğunu, açık havada oturmayı içtenlikle çok seviyorum.
Diğer yandan havaların tam olarak soğumasından önceki ekim ayı, benim doğum günümü içerdiği için bana özel farklı da bir anlam taşıyor. Doğum günü kutlamaktan öte bir şey bu – çünkü zaten biz her haftasını, her gününü kutlama kıvamında yaşayan insanlarız. Benim tekrar edip duran her sene kutladığım geleneksel 29. yaş doğum günüm aramızda bir espriye dönüşmüş olsa da, benim için doğum günümün anlamı onun kutlamasından ziyade, durup bir geride kalan yılın muhasebesini yapmak, yeni kararlar almak için anlamlı. Bana göre doğum günleri “kişisel yeni yıl”lar, yılbaşı gibi kollektif yeni başlangıçtan ziyade, kişinin kendi özelinde birer dönüm noktası.

Bu yaşıma oldukça skandal sayılabilecek bir başlangıç yapmıştım. 9 Ekim akşamı Antalya’da süpersonik bir şarap bağının ortasında, çok lezzetli ve özel bir yemek yemiştik, şarapları kahkahalarla ardı ardına devirirken, yemekten sonra da Demre’de bağlı olan tekneye yol almıştık. Yeni yaşımın ilk gününde muhteşem bir koyda denize atlayarak, aşk dolu bir gün geçireceğimi düşünüyordum. Gelgelelim gecenin bir yarısı tekneden ayrılıp, tek başıma o saatte bulabildiğim çok da matah olmayan bir otele sığınmıştım.
Duygusal olarak kolay olmayan bir karar almış ve “Artık kendi sınırlarımı, neyin bana iyi gelip gelmeyeceğini daha iyi seçebiliyorum. Gerektiği zaman yürüyüp gidebilmek, benim güçlü yanım, bunu biliyorum.” diye yazmıştım. Yeni yaşımın ilk gününü tek başıma geçirmiştim, Myra Antik Kenti’nde Tanrılar’dan bu yaşımın içime sinecek şekilde akıp geçmesini dilemiştim. Eğlenerek, severek, sevilerek, seyahat ederek, keyifli keşifler yaparak ve dans ederek…

Nitekim de, sayısını bilmediğim kadar çok festivale gittiğim, çok uzun saatler dans ettiğim, sevdiğim arkadaşlarımla ve ailemle doya doya zaman geçirdiğim, oldukça sınırlı alanlarda gezindiğim Covid aylarının acısını çıkarırcasına seyahat ettiğim bir yaş oldu. Çok yol yaptım, çok yeni lezzet tattım, kilometrelerce dans ettim, saatlerce güldüm. Diğer yandan şirkette çok uzun saatler çalıştım, bilgisayarımı yanımda her yere taşıdım, gerçekten çok az alışveriş yaptım ve dolabımdan bir sürü parça azalttım, ne zamandır aklımda olan Mushaboom8 markasını hayata geçirdim.
Hayatıma tamamen sürpriz biçimde girmiş ve olağanüstü bir bağ yakaladığımız yakışıklımla tanışmamın (inanılmaz geliyor şu an hesabını yapınca ama beş aya yakın zaman geçmiş üzerinden) ve bu sene birlikte çok keyifli nice parti ve festival devirdiğim arkadaş grubumla daha da yakınlaşarak gerçekten bir aileye dönüşmüş olmamızın bu seneki en büyük hediyelerim olduğunu düşünüyorum. Mutluluktan ağladığım anlar yaşadım onlarla.
Ne tuhaftır, insan yaşadıkça her şeyi daha iyi bilecekmiş gibi geliyor; ama tam aksi oluyor. Her yeni deneyim, insanda yepyeni duygular, yepyeni düşünceler, yepyeni kapılar açıyor. O yüzden bu yeni yaşımda kendime veya ne istediğime dair çok bilmiş cümleler kur(a)mayacağım. Bilmediğim, henüz nereye koyacağımı kestiremediğim çok fazla deneyim ve duygu yaşadım son bir iki ay içinde.

Toplumun doğru diye dayattığı kalıpları tamamen görmezden gelerek, “Ben bunu sevdim mi? Bu durumun içinde mutlu muyum? Şu anda ne hissediyorum?” gibi sorular sorup bunlara samimi cevaplar vererek deneme yanılma yöntemiyle ilerlediğim şu hayatta, yaptığım en doğru şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Kendimi başkalarının deneyimleri ve korkuları ile sınırlamadan serbestçe kendi yolumu keşfetmemi sağlıyor.
Bu yaşımda da aynı şeyi yapmaya devam edeceğim. O yüzden David Bowie’nin çok sevdiğim sözüyle, “Nereye gittiğimi bilmiyorum; ama eğlenceli olacağına söz veriyorum.”
Özellikle de aşırı planlamaktan kaçınıp, olup biten her şeyin keyfini sürmeye başladığında her şeyin daha da şanslı ve eğlenceli aktığını onlarca kere deneyimlediğim bir sene geçirdiğim için, kendime verdiğim ikinci söz de ne olup bitiyorsa onu farkındalıkla yaşamak.

Profesyonel hayatımda çalıştığım işyerinde ne zamandır aklımda dönüp dolaşan sistemleri hayata geçirmek, oraya benden kalıcı ve gerçekten işe yarayacak bir iz bırakmak; profesyonel işimin yanı sıra yine aklımda evirip çevirdiğim birkaç projeyi canlandırmak (bunların arasında bir aşk romanı vari dizi yazmaktan, koçluk eğitimi almaya kadar pek çok şey var); oldukça yoğun ve dolu dolu yaşamayı seven biri olsam da kendimi ön plana koyarak hayatıma biraz sağlıklı rutinler eklemek ve gerçekten azalarak ve sadeleşerek çok daha mobil ve çok daha uzak coğrafyaları da kapsayan bir hayata geçiş yapmak gibi bir kaç temel fikir etrafında dönüyorum. Bütün bunların yanı sıra en temelinde sürprizlere ve hayatın bana getireceklerine açık kalmayı planlıyorum.
Neredeyse sonuna yaklaştığım bu yaşımda, deneyimlerimi benimle paylaşan, bir sürü anda destek veren hepinizi de kocaman öpüyorum. Huzurla, sevgiyle…