Ev Kamplarım ve İstanbul’da Turistik Bir Gün: Yerebatan Sarnıcı, Kütüphane Troleybüs, Vefa Bozacısı

Karadağ seyahatinden döndükten sonra, kendime bir süre “ev kampı” uygulamaya karar veriyorum. Yoğun seyahatlerden ve hızlı dönemlerden sonra kendime uyguladığım genellikle on gün süren bu ev kamplarımın içeriği hep aynı oluyor: Haftasonları haricinde alkol tüketmiyorum, düzenli olarak her gün yoga yapıyorum, evden zorunlu olmadıkça dışarı çıkmıyorum, günde 10 saat ortalaması ile oldukça yoğun çalışıyorum, paketli veya hazır gıda tüketmiyorum, vücuduma, yüzüme ve cildime peelingler, maskeler ve yağlar uyguluyorum, bol bol yazı yazıyorum ve telefonumdaki fotoğrafları arşivliyorum.

Sürekli sosyalleştiğim, oradan oraya koştuğum, güzelce giyindiğim, aynada güzel bir kadın gördüğüm dinamik, sosyal ve hızlı günlerden sonra, bu “ev kampı”na başladığımda ilk önce birkaç gün hem korkunç görünüyorum, hem de kendimi mutsuz hissediyorum. Upuzun bir uçuş sonrası yaşanan jet-lag’e benzer bir halde oluyorum. Olağandan fazla uyuduğum için göz altlarım şişiyor, ruj sürmediğim için yüzüm bana çok solgun görünüyor; ayrıca insanın bir aradan sonra kendi başına kalması, o curcunada atladığı bütün hisleri ve düşünceleri ile yüzleştiği zorlayıcı bir dönem oluyor.

Genellikle üçüncü günden itibaren, sabahları dans ederek ve keyifli uyanmaya başlıyorum, kendimi dinlenmiş ve zinde hissediyorum. Ev kampımı bitirdiğimde, dinlenmiş, sağlıklı beslenmeyle vücudumdaki ödemler, atmış, düşüncelerimi yerli yerine oturtmuş, bekleyen işleri toparlamış oluyorum. Bana çok iyi geliyor.

Bu seferki ev kampıma başladığım ikinci gün, yukarıda bahsettiğim gibi bu ilk günler zaten zor olmakla birlikte, bir de oldukça zorlayıcı bir irade testi ile sınanıyorum. Bütün arkadaşlarım Life Park’ta bir festivale gidiyor; benimki ise eş zamanlı olarak Lizbon’da harika bir festivale katılıyor. Hafta sonu ben evimde ev kampımdayken, etrafımdaki diğer herkesin harika etkinliklerde olması ve “Hadi geliyorum ben de.” kararımla Life Park ekibine katılabilecek olmama rağmen, evde oturup kendime sağlıklı yemekler hazırlamamla gerçek bir irade sınavına dönüşüyor.

Ev kampım bittikten sonraki ilk gün, Bego’nun doğum günü için bir rakı masasının etrafında toplanıyoruz, ertesi gün de Klein’da Eli & Fur dinlemeye niyetlenip onun ancak sonuna yetişerek Sumahan’a bağlanıyoruz. Evde geçen günlerden sonra böyle etkinliklerden aldığım keyif de gerçekten çok artıyor. İnsan herhangi bir şeyi çok düzenli olarak yaptığında, o kadar olağan hayatın bir parçası haline dönüşüyor ki; bu yüzden ben ben bu “ev kampları” ile olağan rutinimi kırmayı çok seviyorum. Hem vücudum ve ruhuma iyi gelen bir dinlenme molası oluyor, hem de bütün bu etkinlikleri çok özlemiş oluyorum.

Pazar günü de ne zamandır niyetlendiğimiz “İstanbul’da Turist Bir Gün” etkinliklerimizi başlatıyoruz. Evden çıkıyorum, elime kahvemi alıp, Kabataş’a kadar yürüyor, tramvayla Sirkeci’ye gidip orada karşıdan gelen Aslıpan ile buluşuyorum.

İlk istikametimiz Yerebatan Sarnıcı. Bize Roma Hukuku derslerinde çok çektiren Bizans İmparatoru Justinianus tarafından yapılan bu tarihi sarnıcı en son birkaç sene önce gezmiştim; bakımsızlığı, içinde kiralanan sultan kıyafetlerini giyinerek tarihi kalıntıların üzerinde poz vermenin avamlığı ve korkunç havalandırma sistemi ile gittiğime bin pişman olmuştum.

Bu kez, yenilenmiş Yerebatan Sarnıcı’na tek kelime ile bayıldım. Bir yurtdışı seyahatinde gezsem böyle bir alanı, döndüğümde o şehre dair ilk şey olarak anlatırdım eskinin korunarak aralara modern heykeller yerleştirilerek yaratılan müthiş ortamı. Bunun benim şehrimde, İstanbul’da yapılmış olmasından gurur duydum.

Önündeki upuzun sıradan çekinenler için harika bir tüyo: Online olarak Passo’dan biletinizi aldığınızda hiç sıra beklemeden çat diye o upuzun kuyruğun yanından içeri giriyorsunuz.

İçerideki heykeller, süreli bir serginin parçası bu arada, kalıcı olarak Yerebatan Sarnıcı’nın bir parçası değiller. Buranın aynı zamanda bir sanat merkezi olması planlanmış.

Yenilendiğinden beri ziyaret sayısındaki artış ve gördüğü ilginin, İstanbul’daki diğer tüm tarihi yerlerde aynı vizyonerlikle yapılacak yenilemelere vesile olmasını içtenlikle diliyoruz.

Oradan çıktıktan sonra, Aslıpan’ın Cağaloğlu Lisesi’ne, benim İstanbul Hukuk Fakülteme bir selam çakarak, Troleybüs Kütüphane‘nin yolunu tutuyoruz. Yoldan mısır alıyoruz, onları kemirerek, olağan İstanbul günlerimizde hiç yürümediğimiz sokaklarda yürüyoruz. Çok hoşumuza gidiyor; bambaşka bir semtte olmak.

Ben her zamanki aşırı heyecanımla “Niye bunu daha sık yapmıyoruz ki? İstanbul’da hep aynı semtlerde takılıp duruyoruz, keşfedilecek çok şey var.” diyip duruyorum, Aslıpan her zamanki gibi mantıklı yaklaşıyor, “İstanbul’da değildik çünkü yaz boyunca haftasonları, artık hepimiz daha çok İstanbul’da olacağımız için yaparız tabii ki, neden yapmayalım.” diyerek beni sakinleştiriyor.

Beyazıt IETT Troleybüs Kuvvet Merkezi, 1912 yılında İstanbul’daki troleybüsler için güç merkezi olarak ilan edilmiş, bir süre atıl bir bina olarak kaldıktan sonra da, bu sene Belediye tarafından bir kütüphaneye çevrilmiş. Oldukça yüksek tavanlı, çalışmak için harika ortam sunan bir alan olduğu gibi, kitap seçkisini de özellikle inceledik, modern ve farklı türlerde pek çok kitap vardı. Eğer ki evlerimize yakın olsaydı, mutlaka üye olmayı düşüneceğimiz bir kütüphane olurdu. Keşke ben Beyazıt’ta okurken olsaymış burası diyerek, şimdiki öğrencilere bu anlamda biraz gıpta ettim.

Öylesine sokaklarda yürürken, yolumuz Vefa Bozacısı‘na çıkıyor. İkimiz de çok boza sever değiliz ama mekanın güzelliğinin hatırına oturup bir boza içiyoruz. Sonra hayat hakkındaki tespitlerimizi paylaşarak, gündemimizdeki konuları yorumlayarak bütün o bölgenin tepelerindeki güzel manzaralı gecekondu semtlerinin arasında bütün gün yürüyoruz. Acıktığımızda tercihimizi Virginia Angus‘tan yana yapıyoruz. Bira satmaması tek eksiği, yoksa hala hamburgeri çok lezzetli. Mısır Çarşısı’ndaki mağazaları gezip biraz ıvır zıvır satın aldıktan sonra, Karaköy’e kadar yürüyoruz gün batarken.

Yaşadığımız şehirde yapılabilecek ne kadar çok şey olduğunu hatırlamış, keşifler kadar derin sohbetlerle dolu dolu bir gün geçirmiş olarak evlerimize dağılıyoruz.

Kendi şehrinizi keşfetmeyi unutmadan kalın!

Ev Kamplarım ve İstanbul’da Turistik Bir Gün: Yerebatan Sarnıcı, Kütüphane Troleybüs, Vefa Bozacısı” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s