Daha önce de bahsetmiştim, yoğun ve ardışık seyahatler yaptığım dönemlerde İstanbul’da geçirdiğim günlerde ev kampları uyguladığımdan. Bunların hayatımdaki en eğlenceli dönemler olmadığını söylemeliyim. Zaten amacı da eğlenmekten ziyade, vücuduma sağlıklı beslenip daha yavaş hareket ettiğim bir mola yaratmak ve üzerimdeki işlerin sağlam bir şekilde tozunu attırarak yeniden daha rahat hareket edebileceğim zamanı kendime sağlamak. Bir nevi yolda bir mola verip, benzin doldurmak ve arabayı yıkatmak gibi.

Bu nedenle de son dönemlerde İstanbul’da yeni açılan mekanların çoğuna henüz ayak basmadım, methini çok duyduğum restoranlara gidemedim ve harika görünen pek çok sergiyi de kaçırdım. Eskiden bu durum beni üzerdi, ağır bir FOMO (fear of missing out) vakasıydım, hiç bir şeyi kaçırmaya tahammülüm yoktu. Artık büyük bir iç rahatlığı ile bazı seçimler yapıyorum. Sık sık seyahatlere çıkarken, kariyerime büyük bir başarı ile devam etmeyi, nitelikli partilemeyi ve sağlıklı fit bir vücuda sahip olmayı tercih ediyorum.
Bir hafta sonra, şahane bir istikamete yola çıkacağımı bildiğimde, cuma veya cumartesi gününü evde geçirmek benim için hiç sorun olmuyor. Tam aksine çıktığımda hayal kırıklığına uğruyorum çoğu zaman, tıka basa bir clubta bara tuvalete gitme eziyeti çekmek artık bana eğlenceli gelmiyor, her hafta partilemek yerine arada sırada iyi -tercihen açık hava festivalleri yakalama fikrini daha çok seviyorum.

Nereye gideceğim değil, kimi göreceğim artık benim için daha öncelikli. Özlediğim arkadaşlarımla, ayak üstü bir yerlerde buluşmayı seviyorum. Hepimizin hayatında bir sürü şey olup biterken, ayak üstü de olsa rastgele bir yerlerde kesişip, birer bira yuvarlarken dertleşmek, havalı bir restorana gitmek için plan yapmaktan çok daha pratik ve keyifli oluyor.
Bu yüzden uzun zamandır İstanbul Not Defterim yazılarımdan yazamadım, yine de size birkaç tavsiyem var.
Saku İstanbul: Bomonti’nin tazecik ve yepyeni Asya restoranı. Bomonti’deki en sevilen mekanların sahiplerinin yeni projesi. Gerçekten çok lezzetli şeyler yapmışlar; ama özellikle de şalgam ve acılı bir sushi olan “harran gunkan” bence tek başına buraya gitme sebebi olabilir. Çok farklı, muazzam lezzetli. Gitmişken şeftalili creme brulee’den de kendinizi mahrum bırakmayın derim.

Jigger İstanbul – Kokteyl Workshop
Bir gece bara gidip içmeye şahane bir alternatif. Galata’da bir roof top Rooftail Galata, Jigger İstanbul etkinliklerine katılanların daha sonra da otomatikman üyesi olduğu ve kokteyl workshop’ı olmasa da gitme hakkı kazandığı bir mekan.
Düzenli olarak kokteyl workshopları düzenliyorlar. Etkinlikleri şuradan takip edebilirsiniz. Biz benimkiyle gittik, acılı ve meyveli kokteyllere, bir de espresso martini’ye bayılan bir ikili olarak, bu kokteylleri yapmayı öğrendik. Bir de bonus olarak whiskey sour.
Kendi kokteyllerinizi hazırlıyorsunuz, oldukça kaliteli içkiler kullanıyorlar, bunları içerken keyifli hikayeler dinliyorsunuz ve evde gerçek bir bar oluşturmak için fena halde gaza geliyorsunuz.


Das Das – Dünya Yerinden Oynar
Bir harem düşünün, dünyanın her yerinden toplanmış dünya güzeli kadınlar. Ama bu sefer hikaye başka, onlar bağımsızlıklarını ilan ediyorlar, alemler yapıyorlar. Biraz bel altı, biraz muzip, kahkahalar atacağınız kesin bir müzikal.
Tarihlerini Das Das‘tan takip edebilirsiniz. Çarpıcı ve vurucu bir oyun beklemeyin; ama çok çok eğlenceli.


Bunların dışında bu aralar İstanbul’da bol bol eskici gezdim, evimin dekorasyonunda yapmak istediğim değişiklikler var. Hatta evimi tamamen farklı bir amaçla kullanmayı başlamayı da düşünüyorum, aklımdaki projeleri hayata geçirirken, sizinle paylaşacağım çok şey olacak. Ama bunları planladığım gibi aralık ayına sıkıştıramadım ve benim için İstanbul’daki son beş gün. Ancak gitmeden halletmem gereken işleri halleder, eşyalarımı toparlarım.
İstanbul keşiflerini siz yapın, bana söyleyin, geri dönüşüm geç ama muhteşem olacak. O zaman bol bol İstanbul Not Defterim yazıları yazarız.
Keyifle kalın!