Bütün bu curcunalı günlerin arasında ev kamplarım ile biraz daha iyi beslensem ve iş listemdeki işlere hızla tikler atıp dursam da, genel olarak stres altında ve uykusuz bir yaşam sürdüğüm, düzenli bir biçimde bakım aktiviteleri yapmaya hiç fırsatım olmadığı da bir gerçek.
Benim her gün uyanıp da sabah yeşil çayımı içtikten sonra yedi aşamalı bir cilt rutini yapmaya zamanım yok. Genellikle sabah kahvemi içerken, çalışmaya başlıyorum. Gün boyunca oldukça yüksek stres altında çalışıyorum ve geceleri de evde uyumak yerine dans ediyorum, seyahat ediyorum. Danslar ve seyahatler ruhuma çok iyi gelse de, cildime aynı ölçüde iyi gelmediğini kabul etmek zorundayım.
Bu nedenle yılı kapatmadan, bu yılın yüzümdeki izlerini sıfırlamak için bir klasik olduğu üzere doktorum Gül Fennibilek‘e görünmek için Adana’ya uçuyorum. Her sene 29 yaşımı kutlayacaksam, bunun için gerekeni de yapmamız lazım değil mi?
Babama mesaj atıyorum. 10:00’da Adana’dayım diyorum. “Tamam 10:05 ciğerdeyiz.” diye cevap veriyor. Gerçekten de havalimanından doğrudan şehre ayak basma klasiği olarak Birbiçer’e yerleşiyoruz. Geç bir kahvaltı olarak ciğer, ayı payı ve rakı mideye indiriyoruz.

Kendimi her zaman prenses gibi hissettiğim baba evinde olmak çok keyifli. Burada hiç bir kaygı yok, ne istersem her şeyin olabildiği bir bölge. Tabii ki bu şımarma kotamı zevkle sonuna kadar kullanıyorum. Bilirsiniz bir deyiş vardır; “kolunda altın bileziği olmak” ve bu her zaman bir mesleği ve becerisi olmak anlamında kullanılır. Biz ailece bunun ayrıca somut bir göstergesi olması gerektiğine, kadınların enerji ve bereket akışı için, sağ bileğinde yüksek ayar altın bileziği olması gerektiğine içtenlikle inanıyoruz.
İki yıl önce, çocukluğumdan kalma üzerinde “Sezen” yazan altın bilekliğimi sağ koluma takmıştım ve bu iki yılda gerçekten hayatım sevgi, seyahat, para, kariyer her konuda oldukça fark atan bir bereketle geçti. Çözülmeyen, sürümcemede kalan bütün işlerim çözülüp, aktı. Ama o altın künye, çok çocuksuydu ve ben daha havalı ve kadınsı bir şey istiyordum. Ve hatta biraz da geleneksel. Bu yüzden çocukluğumdan kalma altın burmaları çıkarıyorum kasadan ve onları takıyorum koluma o künyelerin yerine. Babam bunları koluma hiç yakıştırmıyor, annem her zamanki gibi gereken planlamayı yapıyor ve Aydın Altınbüken’in dükkanında soluğu alıyoruz.
Müthiş modern tasarımlı bir altın bileklik beğeniyorum. Üstelik de yepyeni bir tasarım, kimsede bir benzeri yok. Koluma takıyorum, cuk oturuyor. Aradığımı bulduğumdan eminim. Diğer yandan geleneksel kalın bir Adana burmasının da kökenlerime yaptığı göndermeyi çok seviyorum. Kendimi şahane takımların içinde, o altın burma kolumda toplantılarda hayal ediyorum. Ben bir türlü seçim yapamazken, babam büyük bir cömertlikle ikisini de hediye ediyor bana. Aydın Amca ile de enerjimiz çok tutuyor ve bana doğal taş bir bileklik hediye ediyor.
Hayatımdaki bu ironiyi de bir yandan çok seviyorum. Bir yerde prensesim, başka bir yerde köpek gibi çalışan bir beyaz yakalı. Ve ben İstanbul’daki hayatıma bir kolumda altın bilekliğimin enerjisi, diğer kolumda doğal taşların enerjisiyle geri dönme fikrine bayılıyorum. Kendi bir yolum, hayallerim, kendi kendime yapabileceklerim var; ama bütün bu savaşlarımı verirken, yanımda bana güç veren bir şey taşıma fikrini içtenlikle seviyorum.

Bir de doğumumda takılan altınların arasında tuhaf, incecik kıvrılan düşük ayarlı mavi boncuklu bir altın buluyorum. Maddi olarak çok kıymetli bir şey değil ama minik bir bebekken yastığıma takılmış nazarlık bir parçayı üzerimde taşımak istiyorum; onu bir zincire takıp boynuma asıyorum. Tuhaftır, maddi değeri çok yüksek olmayan bu takı, o günden beri herkesin inanılmaz dikkatini çekip sorduğu bir parçaya dönüştü. Hatta geçen hafta sezgilerine çok güvendiğim bir pazarcı ablam, gözleri dolarak, “Onu tenine değerek taşı, sana çok iyi gelecek.” dedi bu kendi yarattığım kolye için.
Hazır yeni yıl da geliyorken, kararlarınız arasına eklemelik bir şey ile geliyorum: Lütfen imkanınız varsa, sağ kolunuza bir altın bileklik takın bu sene. Bereketi, akışı ve gücünü deneyimleyin. Ve sonra bana yazın hayatınızda neler olduğunu.
Sonra doktoruma gidiyorum, benim aklımda PRP ve dudak dolgusu var. Ama ona güveniyorum, gerçekten detaycı çalıştığını ve benim abartmaya meyilli olduğum noktalarda beni çok az doktorun yapacağı biçimde durduracağını biliyorum.
İnsanın kendini daha iyi hissetmesi için ufak dokunuşları tamamen destekliyorum. Diğer yandan bütün kadınların aynı şeyleri yaptırıp, herkesin çok aynı surata sahip olmasından da rahatsızım, onlardan birine dönüşmekten de içtenlikle korkuyorum. Bu tip kadınları çok seven yakın bir erkek arkadaşım var, sürekli olarak bizi yeni flörtüyle tanıştırıyor ve dürüst olmalıyım ki, hepsi birbirinin aynısı görünüyor. Bir daha bir yerde görsem tanımama imkan olmadığı gibi, onları da birbirlerinden ayıramıyorum – çok frapan bir saç kesimleri yoksa. 🙂
Doktorum asıl sorunun yüzümdeki güneş lekeleri olduğuna karar veriyor ve bu yüzden klasik bir cilt bakımı ile gözeneklerimi temizledikten sonra, her sene yaz sonunda olduğu gibi yine green peel yapıyoruz bana. Bu oldukça kuvvetli bir peeling ve yapıldıktan bir kaç gün sonra gerçekten biraz canınız acıyor, yavaş yavaş deri soyulurken sürekli nemlendirip güneş kremi sürmeniz gerekiyor. Ama sonrasında muazzam bir cilt çıkıyor ortaya. Hiç bir zaman fondöten kullanmıyorum ve tamamen bu green peel sayesinde. Yüzünüzde güneş veya sivilce lekesi varsa, çok şiddetle tavsiye ederim. Beni tanıyanlar bilir, ben güneş altında yatmayı sevdiğim için yüzümün güneş lekeleriyle haritaya dönüştüğü oluyor bazen, hiç kafaya takmıyorum, çünkü bir çözümüm var.
Dudak dolgusu ısrarıma karşı çıkıyor, ama nazobiallerimi çok az dolduruyoruz. En son beni kırmayıp kalanını dudağına biraz dolduruyor, ama hala istediğim kadar büyük dudaklarım yok. Bir sonraki Adana’ya gidişimde ona bu konuda ısrar etmeye devam etmeyi planlıyorum.

Sonrasında tabii soyulan bir cilt ve şişmiş mor bir suratla sokaklarda çok gezmeye motive olmadığım için bu sefer Adana’da çok arkadaşımla görüşmeye fırsatım olmuyor. Yine de kebabı pas geçmem tabii ki düşünülemez; bir de Tarsus’a gidip kuş gözü lahmacun ve humus yemek adettendir. Tarsus’a gitmişken Kleopatra İksiri’ni de tabii ki pas geçmiyorum.

Tekrar tekrar aynı tavsiyeleri yazmayayım, benim Adana yazılarımın tamamına şuradan, Tarsus tavsiyelerine de şuradan ulaşabilirsiniz.
Geride kalan zamanlarda, yanımda götürdüğüm romana kaptırıyorum kendimi. Adı Büyücü, insanı çıldırtacak kadar iyi kurgulanmış ve sürükleyici bir roman. Sürekli kim deli, kim doğa üstü güçlere sahip, ne gerçek, ne halüsinasyon, kim iyi, kim kötü sürekli olarak kafanızı karıştırıyor ve tam çözdüğünüzü düşündüğünüz anda tekrar tekrar sizi ters köşe yapıyor. Bu yıl okuduğum açık ara en iyi roman. Havanın soğuduğu bu günlerde evde oturmaya meyilliyseniz şiddetle tavsiye ederim.

Romandan en sevdiğim cümleler karşınızda:
- Nereye gittiğimi bilmesem de neye ihtiyacım olduğunu biliyordum. Yeni bir toprağa, yeni bir ırka, yeni bir dile ve her ne kadar bunu o zaman bu şekilde ifade edemediysem de yeni bir gizeme ihtiyacım vardı.
- Bizim yaşlarda başa bela olan aşktır, seks değil.
- Psikolojik olarak yeterince yakın değildim ona; aramızda tanımlayamadığım, bulanık, devasa bir şey duruyordu ve bu bulanık devasa şey benden değil, ondan yayılıyordu.
- Keşfetmenin peşini bırakmamalıyız. Ki tüm bu keşiflerimizin sonunda başladığımız yere varmış ve o yeri ilk defa anlamış olacağız.
- Adada insanı sık sık geçmişe götüren bir şey vardı. Öyle çok alan, öyle çok sessizlik vardı ve öyle az insanla görüşülüyordu ki, insan şimdiyi kolayca gözden çıkarıyordu ve işte o zaman geçmiş on kat daha yakın görünüyordu gözüne.
- Sen binlerce mil uzakta olsan da masamın üzerinde her zaman iki fincan durur.
- En önemli şeye sahipsiniz. Önünüzde keşfedilecek daha çok şey var.
- Sonunda bazı zenginlerin asla keşfedemediği bir şeyi keşfettim: Her birimizin belli bir mutluluk ve mutsuzluk kapasitesi olduğunu. Ve hayatın bize sunduğu ekonomik koşulların bu durumu fazla etkilemediğini.
- İki cins arasındaki en büyük fark budur. Erkekler nesneleri, kadınlarsa nesneler arasındaki ilişkiyi görür. Nesnelerin birbirine ihtiyaç duyup duymadığını, birbirlerini sevip sevmediğini ve birbirlerine uygun olup olmadığını.
- Biz aslen her şeyin kurgu olduğu varsayımından yola çıkarız, öte yandan hiç bir kurgu da çok gerekli değildir.
- Güzel olmak bir ekstradır yalnızca. Hediyeyi saran bir kağıt gibi. Hediyenin kendisi değildir.
- Her zaman başka biri vardır – eğer arıyorsan.
Üzerinizdeki kiri pası silkelemeyi unutmadan kalın!