Chiang Mai’nin Tayland içinde ziyaret etmek için enteresan bir istikamet olduğunu söylemeliyim; çünkü denize kıyısı yok. Bangkok’tan sonra Tayland’ın en büyük ikinci şehri; ama şehir havası olmayan, tam aksine sayfiye bir kasaba havası taşıyan, minik binalardan oluşan ve o kadar da turistik olmayan bir yer.
Güvendiğim gezi rehberlerinin çoğunda, Tayland bileti alana kadar adını dahi duymadığım bu şehir o kadar övülmüştü ki; çok ters sayılabilecek bir noktada olmasına rağmen adalara ve denize inmeden önce, Bangkok’tan bir saatlik bir uçuşla ulaşılabilen bu şehri de planımıza eklemekte ısrarcı olmuştum.
Chiang Mai, ülkenin geri kalanına kıyasla daha ucuz eğitim kursları sunması ve 300’ün üzerinde tapınağı barındırması ile meşhur.
Biz tapınak üzerine tapınak gezmeye meraklı olmadığımızdan ve masaj yapmayı öğrenmek yerine masaj yaptırmayı tercih ettiğimizden, bunların ikisi de bizim buraya gitmemizin asıl sebebi değildi. Aşağı tarafa, çok daha partili, uykusuz geçecek günlere başlamadan önce, çok turistik olmayan bir yerde, yerel kültürü daha yakından deneyimleyerek sakin bir kaç gün geçirme fikrini sevmiştik. Ayrıca adalara indiğimizde ne kadar düzenli internet erişimimiz olacağını da kestiremediğimizden, yılı kapatmadan önce acil işlerimizi bitirmek için bir küçük bir şehirde geçecek günler de bize uygun ortamı sunar diye düşünmüştük.
Sakin günler geçirmek amacıyla geldiğimiz şehirde, dağlardan aşağı oldukça uzun zipline hatları üzerinde uçarken, boks maçlarında “Hadiii oğluuuummm! Yapıştır!” diye bağırırken, elimizde tüfeklerle hedef tutturmaya çalışırken bulduk kendimizi; o ayrı konu. Ama bence genel olarak Tayland’ın asıl güzelliği bu; size sürekli olarak aklınızdakinden bambaşka şeyler sunuyor.
Konaklama: Phor Liang Meun Terracotta Arts
Biz Phor Liang Meun Terracotta Arts‘ta konakladık. Eski şehrin göbeğinde, tapınak gibi gösterişli bir girişi olan ve dekorasyonu ağırlıklı olarak adını aldığı terra cotta malzemelerden oluşan oldukça güzel bir otel burası. Gün içinde takılmak için minik bir havuzu da var.


Bana oldukça ilginç gelen bir konsept olarak, otel odanızdaki her şeyi satın alabiliyorsunuz. Yatağın arkasındaki dev terra cotta levha dahil olmak üzere…
Mini bar menüsü gibi, odadaki bütün eşyaların fiyatının yer aldığı bir menü daha var. Benim yanlışlıkla kırdığım bir bardağın da bu yüzden ücretini ödemek zorunda kaldık ve hayatımda hiç o kadar pahalı bir bardak satın almamıştım.
Tapınaklar
Chiang Mai’de tapınakları gezmek için özel bir çaba harcamanıza gerek yok; çünkü kısacık bir yol bile yürüdüğünüzde en az on tane tapınağın önünden geçiyorsunuz. En meşhurlarının bir kaçı da şehrin göbeğinde.


Tayland’a gitmişken tapınakları gezmeyi tamamen pas geçmek olmazdı; ama bir yerden sonra bana hepsi aynı gelmeye başladı: Bolca altın, dev bir Buddha, kaselere atılan paralar… Dürüst olmak gerekirse bunları gezerken de çok mistik veya ruhani hislere de kapılmadım; “Bu kadar çok tapınağın bakım ve işletme parasını kim ödüyor?” diye düşünüp durdum.
Hristiyan ve Müslüman inanışlarına göre yetiştirilmiş bir ikili olarak, toplam nüfusunun yaklaşık %95’inin Budist olduğu bir ülkede yaptığımız bu seyahatte, tapınakları gezdiğimiz dakikaların dinlerin kıyaslaması ve gündelik hayata etkileri gibi çok güzel, derin sohbetlere vesile olmasının dışında benim hayatımda bir anlamı olmadığını söylemeliyim.

Bence Tayland’da gösterişli tapınaklardan ziyade, yol kenarlarındaki minik Buddha heykelleri ve bu heykellere saygı göstergesi olarak her gün bolca çiçek ve içecek bırakılması çok daha sempatik ve tatlıydı. Ben bunların önünde neler bırakıldığını incelemeyi, tapınak gezmekten daha çok sevdim.

Cafe ve Restoranlar
Chiang Mai’de şöyle enteresan bir durumla karşılaştık; Trip Advisor ve Google Maps üzerinde en yüksek puanları alan yerler aşırı turistik ve çok da matah olmayan mekanlardı – ki genellikle bu puanlamalara güvenirim. Onların yerine yolda yürürken, gerçekten çok tarz, çok keyifli bir çok mekan keşfettik.


Küçücük bir kahveci olan Mintnimal‘in dekorasyonu çok güzel ve kahvesi gerçekten çok lezzetli. Punspace çok iyi bir internet hızıyla harika bir bahçenin içinde bir co-working alanı, buradaki restoranlarda çok lezzetli bowl ve salatalar bulabilirsiniz.


Geleneksel Thai yemekleri için pek çok seçeneğiniz var; salaş ve değişik türlerde körilerle hazırlanmış yemekler ve pad thai için popüler adreslerden biri Kate’s Kitchen. Chiang Mai Gate gece pazarında da oldukça çok çeşitte yemek tezgahı kuruluyor. Havalı kahvaltılar, leziz matcha latte’ler için Sunday Baker çok iyi bir seçenek.


Bir de bir gün çok ilginç gelen bir kapının önünde oranın ne olduğunu anlamak için içeriye bakmaya çalışırken, kapının açık olduğunu fark edip içeri süzüldük ve böylece kendimizi bir sanat atölyesinin içinde bulduk -ki içerideki her bir parça çok güzeldi. Gezmek için şansınızı denemek isterseniz yukarıda bahsettiğim Mintnimal’in hemen yanında.


Muay Thai
Oldukça enteresan, çok geçmiş yıllardan kalmış görünen salaş neon ışıklı barların arasındaki bir meydanda kurulmuş olan sahnede Muay Thai maçlarını izleyebiliyorsunuz. Biletler kişi başı 600 baht, hemen arkanızdaki barlar size maç boyunca içecek servisi yapıyor. Ben daha önce hiç Muay Thai izlememiştim, maç başlamadan önce yaptıkları kuş dansı çok matraktı, kazanan tarafın her zaman yerde nakavt yatanın yanına gitmesi yardımcı olması çok centilmenceydi. Oldukça ilginç, giderseniz deneyimlemenizi tavsiye ederim.

Biz maçlar başlamadan önce, kimin kim olduğunu hiç bilmeden elimize programı alarak kendi aramızda bir bahis yaptık. Hangimiz kazanırsa, diğerimiz onun istediği herhangi bir şeyi yapmak zorunda olacaktı. Bu bahsi elbette her zaman şanslı olarak ben kazandım. Bu hakkımı çok sonra, Phangan’da kullandım, apayrı bir hikaye ondan da bahsedeceğim.
Günübirlik Turlar
Chiang Mai’nin civarında günü birlik yapabileceğiniz çok fazla aktivite var. Uzun yıllar çalışmış ve kurtarılmış fillerin serbestçe yaşadığı Fil Barınağı ile Beyaz Tapınak (What Rong Kun) bu turlar arasında en popülerleri.
Biz tercihimizi zip-line turundan yana yaparken, açıkçası tek bir zip-line hattında maksimum yirmi dakikalık bir uçuş yapacağımızı düşünüyorduk. Doğada tırmanış yapmak yerine, tepeden biraz adrenalinli bir şekilde kuş başı manzara izleme fikrini sevmiştik. Beklediğimizden ve bekleyebileceğimizden çok fazlasını verdi bu tur bize.

Öncelikle bir kamyonetin arkasında başlı başına macera sayılabilecek bir yolculuk yaptık. Küçücük patika yollarda, kamyonetimizin çoğu zaman bir tekerleği yola sığmayıp boşlukta dönerken… Sonra kısa ve çok da yüksek olmayan beş kadar zip-line hattı ile bize ısınma turları attırıldı. Bu hatlar bittiğinde, halatlarla havada uçmaya, ellerimizi bırakıp yukarıdan kayıp gitmenin keyfini sürmeye alışmıştık.
Sonra upuzun ve oldukça yüksek zip-line hatları başladı ve en sonuncunun başına geldiğimizde kalbimizin atışı gümbür gümbürdü: Gerçekten bu kadar uzun ve yüksek bir hatta mı uçacağız?
Yarım gün boyunca, ormanların tepesinde şahane manzaralar izleyerek zip-line ile uçtuktan ve bol bol adrenalin salgıladıktan sonra, “Bu tur kesinlikle yeteri kadar iyi tanıtılmıyor. Sırf bunun için bile Chang Mai’ye gelinirmiş.” diyorduk. Biraz heyecan peşindeyseniz şiddetle tavsiye ederim.
Adalar ve Bangkok’tan tamamen farklı bir Tayland deneyimi yaşamak isterseniz, Bangkok’tan ucuz ve kısa bir uçuşla ulaşabileceğiniz Chang Mai listenizde olsun. Biz burada üç gün geçirdik. Daha uzun vaktimiz olsaydı da, daha pek çok günü birlik tura katılarak geri kalan günlerimizi de dolu dolu geçirebilirdik. Yine de Tayland’da yapılacak ve keşfedilecek o kadar çok şey var ki, aylarca gitmiyorsanız bundan daha uzun vakit geçirmeyin, kokusunu dokusunu ruhunu anlayıp yeniden yollara düşün derim.
Keşifle ve uzakları hayal ederek kalın!
“Chiang Mai” üzerine bir yorum