Ko Pha Ngan 2: Tek başıma günüm, Koh Raham, Amsterdam Bar ve Ladyboy kankalarım cockie ve cream

Ben biraz canlı müzik eşliğinde kokteyl devirdikten sonra bungalova geri dönüyorum, benimki uyuyor. Duşumu aldıktan sonra, yatağa girmeden önce serdeki kaltaklık devreye giriyor, cep telefonu alarmımı sabahın 6:00’sına kurup onun baş ucuna bırakıp kendimi uykunun kollarına teslim ediyorum. Çünkü bal gibi kendimi biliyorum, ben o sabahın 6:00’sında çalan ve sürekli ertelemeye düşen alarmı asla duymadan, dünyanın en derin uykularını uyumaya devam edeceğim. Yakın arkadaşlarım arasında, “Sezen uyumuyor, ölüp diriliyor.” esprilerine konu olacak kadar derin uyuyan bir insanım. Normal rutinimde de, Luna’yı eğittim; ben alarmımı kesinlikle duymadığım için alarmım çaldığında o pürtüklü diliyle beni yalayarak uyandırıyor. Ona da uyanmıyorsam, üzerimde tepinmeye başlıyor ben kalkana kadar.

Nitekim de öyle oluyor, sabahın köründe çalan ve asla duymadığım alarmın üzerine o delirmiş bir şekilde uyanıp sonra beni uyandırıyor. “Zaten düzgün uyku uyuyamıyormuş bu bok çukurunda, gece diğer bungalovlardan gelen gürültülerle sürekli uyanıyormuş, bir de bu alarmım neyin nesiymiş?” Yüzümde en kaltak en kocaman gülümsememle sakince ona bakıyorum. “Tatlım yakışıklım, sağlıklı yaşama başlamıyor muydun sen, senin kararlarını destekliyorum. Hadi hadi sahile çık, güzelce bir koş.” diyorum. Üzerime atlayıp beni gıdıklamaya başlıyor, “Sen çok tehlikeli ve yaramaz bir kadınsın.” diye. Kikirdemelerimin arasında lafları yetiştiriyorum: “Sağlıklı yaşam benim eğlencelerime mızmızlık ederek eşlik etmekle olmaz, böyle olur. Hadi hadi hadi gün doğumu koşusuna!”

Bu yaşıma kadar bir şey öğrendiysem, dır dır ederek, duyguları açıklamaya çalışarak, uzun uzun konuşarak istediğin şeyleri alamıyorsun. Yalnızca dırdırcı sıkıcı bir kadın oluyorsun.

O gidiyor, ben uyumaya devam ediyorum. Duşunu alıp çıktığında kendini yatağın üzerine bırakacakken, elimdeki telefondan bulduğum nefes terapisini gösteriyorum. Adanın diğer ucunda saat 10:00’da, acele ederse ancak yetişir. Birkaç dakika tereddüt etse de, gitmeye karar veriyor. Sonra “Peki sen ne yapacaksın, benimle gelmek ister misin? Oralarda bir cafe’de takılırsın.” diyor. Aslında teklifi mantıklı, ama o günümü yalnız geçirmek ve biraz düşünmek istiyorum. Ne yapacağımı hiç bilmesem de, her zaman güzel bir şeyler bulacağıma içtenlikle güveniyorum.

O gidiyor, bikinimi giyip sahile iniyorum, güneşlenerek sabah kahvemi içtikten sonra, sahildeki restoranda bir taze hindistan cevizi suyu içerken bilgisayarımı açıp birkaç iş hallediyorum. O sırada benimki akşam Zen Beach’e gelirsem onun yere sermelik şalını da getirir miyim diye soruyor, Zen Beach’e gitmeyeceğimi, tamamen yepyeni şeyler peşinde koşacağımı içtenlikle biliyorum.

Öğlene doğru içinde ihtiyaç duyabileceğim her şey olan bir çantayla (bikini, kuru iç çamaşırlar, akşam partiye geçilebilir bir kıyafet, şarj aletim, atm kartım, biraz nakit para, havlu…) otelden çıkıyorum, bir önceki gün smoothie’lerini çok sevdiğim Hundred Islands’tan kendime buz gibi bir içecek kapıyorum ve yolda yürümeye başlıyorum. Adanın üst taraflarında beach clublar olduğunu biliyorum, onlara bir göz atmaya niyetliyim. Az sonra taksime bir de Alman adam biniyor, her sene altı ayını adada geçiriyormuş. “Yess bebeğim bugün aradığım ganimet sendin.” diyerek başlıyorum ona sorular yağdırmaya ve tavsiyelerini sorarak notlar almaya, taksiden bana tavsiye ettiği Secret Beach‘in yakınlarında iniyorum.

Yoldan aşağı oldukça uzun bir yol yürüyorum ormanın içinden, gerçekten de keyifli bir beach club’a çıkıyor yolum. Ancak adı kadar gizli bir yer değil, aksine çok popüler, oturacak bir tane boş masa yok ve benim karnım aç.

Hemen biraz ilerisindeki, güzel bir otelin içinde yer alan Koh Raham Restaurant and Beach Bar‘a gidiyorum. Phangan adasındaki sahillerin salaşlığının çok ötesinde çok şık bir yer burası. Ormanın içine asılmış salıncaklar, tepelere kurulmuş muhteşem manzaralar gören masalar… Bayılıyorum buraya. Kendime hemen bir Chang bira ve sebzeli roll söylüyorum. Tayland’da patates kızartması obsesyonumun yerini kesinlikle sebzeli roll aldı. Orada biraz manzara izleyerek, biraz keyif çatarak, birkaç işimi hallediyorum.

Sonra deniz kıyısına iniyorum, baştan aşağı hindistancevizi yağına bulanarak yumuşacık kumların üzerine serdiğim havlumun üzerine uzanıyorum. Selam vererek yanıma gelen adamlar hiç bir zaman ısrarcı değil, hava güzel, ben kışın ortasında yaz yaşıyorum. “Yalnız mı geldin Tayland’a?” sorularında tökezliyorum. “Yok sevgilimle geldim, ama o parti adasında sağlıklı yaşamaya karar verdi.”

En son yanımda gereğinden uzun oturan adamı kibarca kovaladıktan sonra, telefonumu çıkartıyorum, benimkine suçlayıcı olmadan ve sakince, “Benim genel olarak her ortam ve koşulda keyif üretebilen bir insan olduğumu (dinlemediyseniz şu podcast bölümüne buyrun), her planı doğru yapıp her zaman en en iyi yerlerde kalmasak da bundan keyif alıp alamanın tamamen bir mindset olduğuna inandığımı, bu koşullar onun açısından bu kadar katlanılmazsa kendisini daha iyi tanıyarak ihtiyaçlarına göre planlama yapması ve otuz sekiz yaşında lüks otelde kalmaktan daha çok ihtiyaçlarını bilmeyi gerektirdiğini, tercihleri benimkine uymadığında kendi tercihlerini yaşama özgürlüğüne sahip olduğunu, ancak hiç bir halde benim tadımı kaçırma hakkına sahip olmadığını, benim de suratsız bir adamla bir bungalovda oturmak yerine en ortalama ortamda bir bira içmeyi tercih edeceğimi” yazıyorum.

Kendimi ve sınırlarımı artık daha iyi tanıyorum ve artık bunlara sahip çıkıyorum, aman tatsızlık çıkmasın, aman çok iyi yanları da var aslında diye karşımdaki adına haklı sebepler üreterek geri adım atmıyorum. Çünkü bir sürü arıza yanım olmasına rağmen, hayatını mükemmele yakın planlayan, olduğu her ortamda keyif üreten, ihtiyaçlarını da açıkça dile getiren herkese de kendi alanını açan bir insanım. Etrafımdaki insanları darlamam, iç sıkmam, uyum sağlarım, eğlenirim. Bunların hepsini zamanla geliştirdim, üzerinde çok çalıştım.

Dolayısıyla herkesten de kendi hayatının, ihtiyaçlarının ve ruh halinin sorumluluğunu almasını bekliyorum. Kimsenin rahat uyuyamadığı uykularının, ailesel sorunların, kendini bir kalıba veya etikete hapsetmelerinin, şu olmazsa bana göre değil takıntılarının, yanlış yerde veya zamanda yanlış şeyler yapmasının ve bana olması gerektiği gibi davranmamasının muhatabı olmadığım gibi, bunların yansımalarını bana sıçratmalarına da anlayışım yok. Herkes kendi çöpünü kapısına çıkartsın, benim duvarıma çöp dökmek yasak!

“Beni affedebilecek misin?” diye soruyor. Ortada affedilmesi gereken bir şey olmadığını, ancak benim açımdan rahatsızlık yaratacak koşulların da içinde bulunmayacağımı söylüyorum. “Benimle bu harika adanın tadını çıkartacaksan, önümüzde daha çok gün var. Yoksa ben sensiz, kendi kendime de çıkartırım.”

Sonra o günkü gün batımı için Amsterdam Bar’a gidiyorum. Bir mushroom shake yapıştırıyorum, bana güneşi nerede batıracağımı soran benimkinin mesajlarını görmezden geliyorum, abimin “Sezen güneşi beşten önce kaybedersen haber ver.” mesajına kahkahalarla gülüyorum. Sonra da hayatımda o güne kadar izlediğim en en en iyi gün batımını izliyorum.

Ortam oldukça sakin müziklerle oldukça sakince oturan insanlarla akarken, gün batımının en parlak pembelere ulaştığı anda, müziğin sesi yükseliyor ve tarzı tamamen değişiyor. Gümbür gümbür Father Ocean çalmaya başlıyor. Hayatımda kendimi en çok bir şeyin parçası hissettiğim, en inançlı olduğum dakikaları yaşıyorum. “Yeryüzünde bu kadar güzel gün batımları oluyor ve ben günlerimin çoğunu hiç gün batımını görmediğim yerlerde iş yetiştirmeye çalışarak geçiriyorum. Doğa muazzam güzel bir şey ve bizim dert ettiğimiz her şey aslında çok basit.” diye düşünüyorum. Orada tek başıma oturup harika manzarayı izlerken ve bangır bangır çalan şarkıya eşlik ederken, kendimi çok bütün, çok mutlu ve keyifli hissediyorum: I close my eyes and I begin to see when were alone!

Güneş çoktan battıktan ve oradaki partide biraz daha takıldıktan sonra, çıkıyorum, yürümeye başlıyorum. Yorulana kadar yürüyor, sonra bir taksiye atlayıp bungalovumuza dönüyorum. Benimkinin henüz dönmediğini görüyorum, “Ulan bu adam, ben yanında değilken daha mı dışarıda takılmaya meyilli?” diye tam tutulmaya başlayacakken, benim story paylaştığım yerlerde beni aradığını, nerede olduğumu soran mesajlarını görüyorum. Günahını almışım çocuğun, duşa giriyorum, güzelce giyiniyorum, geldiğinde aç olduğumu söylüyorum. Birlikte çıkıyoruz, yürüyerek ve günümüzü birbirimize anlatarak keyfimize göre bir restoran arıyoruz. Sonunda sevdiğimiz bir yere oturduğumuzda karşımda keyif alan, keyifli ve beni mutlu etmek isteyen bir adam var. Gittiği nefes terapisinde bana inanılmaz bir şükran duygusuyla dolduğunu gözleri dolarak anlattığında, “İyi ki beni buraya getirdin, bunları deneyimlettin ve bazı şeyleri görmemi sağladın, teşekkür ederim.” dediğinde gülümsüyorum. Bal gibi biliyorum ki, bu işler o kadar kolay değil, karşımda kendisini ve ihtiyaçlarını tanımayan bir adam var ve bu öyle bir günde öğrenilmez. Yine de bundan sonra elinden geleni yapmaya çalışacağına inanıyorum. Önemli olan çaba ve niyet benim için, o yüzden uzatmıyorum.

Ama tabii sınırları zorlamayı severim. Eden kadar iyi olmayan ortamlara burun kıvıran adamı, en vasat lady boy’larla dolu barlardan birine götürüyorum, pole direklerinde onlarla dans ediyorum, lady boylardan takım kurup hep birlikte bilardo maçı yapacağız diye tutturuyorum. Gıkı çıkmıyor, suratı düşmüyor, uyum sağlıyor. Biri düz duvara tırmanabilen, diğeri upuzun tırnaklarıyla erkek gücünde bilardo toplarına isabetli vuruşlar yapan dünya tatlısı iki lady boy arkadaşım oluyor, Cookie ve Cream. Yanımdaki adam her konuda daha çekingenken, ben lady boyları masaya çağıran votka ısmarlayan kadın olarak herkesin kafasını karıştırıyorum. Saatler ve nice jager shotlar sonra, benimkiyle oradan çıkmış bungalovumuza yürürken kahkahalar atıyoruz, öpüşüyoruz, sokakta dans ediyoruz, sahilde oturuyoruz, güzel sohbetler ederek saatlerce takılıyoruz. “Haklısın.” diyor, “Bu gece burayı çok sevdim. Tamamen nasıl baktığınla alakalı, gerçekten bir mindset bu.”

Tam o bungavlovda kalmaya alışmış olarak, keyifle ertesi günümüze uyandığımızda ve sahilde sabah kahvemizi içerek o gün neler yapacağımızı düşünürken, resepsiyondaki adam gelip kaçta check-out yapacağımızı soruyor. Check-out mu? O gün de orada kalıyor olmamız gerekiyordu! Kalmıyormuşuz, ben rezervasyonu bir gün eksik yapmışım!!

Ve yılbaşından tam bir gün önce, adadaki bütün oteller dolu, kalacak bir yer bulmak mucize kıvamında. “Bak işte bok çukuru diyordun buraya, artık burası da yok, evsiziz!” diyorum.

Birbirimize bakıyoruz, gülüyoruz, kahvelerimizin yerine birer bira söylüyoruz. Macerasız bir gün geçirmek bize yakışmazdı zaten, diyerek şişelerimizi birbirine vuruyoruz. Sarılıyoruz, “Hadi eşyalarımızı toplayıp odayı boşaltalım, gerisine sonra bakarız.” diyoruz.

Tatsız anlar bile, onlarla dalga geçip eğlenince güzel, unutmadan kalın!

Reklam

Ko Pha Ngan 2: Tek başıma günüm, Koh Raham, Amsterdam Bar ve Ladyboy kankalarım cockie ve cream” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s