Tiflis’te son günümüzün sabahında valizlerimizi toplayıp kaldığımız otelden check-out yapıyoruz. Şehrin en meşhur fırın zinciri olan Entree‘nin otelimize en yakın şubesine oturup, sandviçlerimizi seçiyor ve kahvelerimizi söylüyoruz. Kahve gerçekten leziz; Tiflis’te iyi kahve içmek isterseniz Entree şubeleri aklınızın bir kenarında bulunsun.
Sokağı izleyip, mis kokulu kahvelerimizi yudumlarken, o andan sonrası için hiç bir planımız yok. Aklımızda Batum’a geçmek var; ama elimizde ne bir ulaşım planı, ne de bir sonraki gecemiz için otel rezervasyonu var.
Kahvaltımızı bitirdikten sonra, tren istasyonuna gitmek için metro durağına yürüyoruz. Metroya binmek, zamanda yolculuk yapmak gibi! Başka bir çağdan kalmış gibi görünen turnikelerden geçtikten sonra, hayatımda şimdiye kadar gördüğüm en uzun, dibi görünmeyen yürüyen merdiven ile metroya iniyoruz.
Station Square durağında çıktığımızda da, yolun kenarında ölü gibi yatan tinerciler ve ağzı açık biçimde bizi izleyen amcalar ile karşılaşıyoruz.
Tiflis’ten Batum’a bir gece treni var. Birinci sınıf bilet 60 Lari, ikinci sınıf bilet 24 Lari. Aradaki fiyat farkı çok olmasına rağmen, tren istasyonu civarındaki kitle bizi biraz ürküttüğü için ve Gürcistan’da trenlerin oldukça leş olması ihtimal dahilinde bulunduğu için tercihimizi birinci sınıf biletten yana yapıyoruz.
Tiflis’in turistik kısımlarını bir önceki gün gezdiğimiz için gece trenimize kadar nehrin bu kıyısında takılmaya karar veriyoruz. Nehir kıyısında boylu boyunca yürüyerek, şehirde her gün kurulan bit pazarına göz atıyoruz. Özellikle satılan eski Gürcistan pasaportları çok garip geliyor bize.
Nehrin bu kıyısındaki ara sokakları, muhteşem binaları, keyifli avluları arşınladıktan sonra, şehrin en hip alanı olan Fabrika‘nın yolunu tutuyoruz.
Fabrika, şehrin turistik bölgelerinden tamamen uzakta konumlanmış çok tarz ve çok underground bir hostel. Burada kalmayı tercih etmeseniz bile, mutlaka yolunuzu buraya düşürmelisiniz; çünkü Tiflis’te çok Berlin-vari bir ortam sunuyor ve içindeki cafe ve barlar şehrin en popüler mekanları.
Zaten daha bulunduğu sokağa girer girmez, duvarlardaki graffitiler değişiyor ve sizi devam etmeye çağırıyor.
Biz avludaki Moulin Électrique isimli mekana oturuyoruz. Birer kadeh prosecco’ya lokal lezzetlerden biri olan “khachapu”nun bir tür uyarlaması eşlik ediyor.
Üstelik de burası şehirdeki açık ara en cool mekan olmasına rağmen, old town’daki turist kazıklamalarından sonra fiyatlar gerçekten yarı yarıya denilebilecek kadar uygun.
Lokal tasarımcıların butiklerini de burada bulabilirsiniz. Black Dog Shop posterler, kırtasiye malzemeleri ve aksesuarlar satıyor. Flying Painter ise Gürcistan’ın en meşhur kıyafet tasarımcılarından biri.
Tiflis’e yolunuz düşerse yarım gününüzü bu alana ayırmazsanız gerçekten çok şey kaçırmış sayılırsınız.
Ardından yine bu taraflarda bulunan ve bize çok methedilen Barbarastan Şarap Evi’ne gidiyoruz. Rezervasyonumuz olmadığı için ancak sokağa konulmuş masalarda kendimize yer bulabiliyoruz; ama o kadar güzel bir cadde ve o kadar güzel süslenmiş bir sokak ki, hiç bir şikayetimiz yok.
Bu sokak Gürcistan’da binaların en güzel şekilde yenilendiği, en bakımlı sokaklardan biri. Garip bir şekilde aynı zamanda Türk mahallesi. Yolda yürürken bol Türkçe cümle duyabilir, Türk marketi görebilirsiniz.
Akşama doğru karnımız acıkmaya başladığında Gürcü mantısı “khinkali”ye bir şans daha verip vermemek konusunda tereddütlerimiz var. Çünkü Pur Pur‘da yediğimiz gerçekten hayal kırıklığıydı. Bu sefer tercihimizi tamamen orada yaşayanların gittiği bir adresten yana yapıyoruz: Khinkali House.
İçeri girdiğimizde ufak sıradan ve bakımsız bir esnaf lokantasına gelmişiz hissi veriyor bu mekan. Yaşlı bir teyze bize anlamadığımız Gürcüce bir şeyler söyleyerek alt kata yönlendiriyor. “Alt katta ne var ki? Tuvalet mi?” diye söylenerek aşağı indiğimizde oldukça enteresan bir manzara ile karşılaşıyoruz. Oldukça kıro sayılabilecek kristal avizeler, deri yuvarlak koltuklarda oturarak, canlı müzik dinliyor ve khinkali yerken kalkıp Kafkas dansı yapıyorsunuz. İnanamayarak saatlerce şaşkınlıkla etrafımızı inceliyoruz. Burada khinkali tane ile sipariş veriliyor, üstelik mantarlı, patatesli gibi değişik seçenekler de var. Old Town’da yedi tane içeren porsiyonu 30-40 Gal’e yedikten sonra, burada çok daha lezzetli versiyonunu tanesi 1 Gal’den yiyoruz. Üstelik de canlı müzik eşliğinde dans eden müşterileri izleyerek…
Fabrik ile şehrin alternatif kısmının nabzını tuttuktan sonra, yerel halkın da nasıl eğlendiğini deneyimliyoruz. Tiflis’teki son birkaç saatimizi de daha posh bir adresten yana yapıyoruz: Cafe Stamba.
Muhteşem dekore edilmiş Stamba Hotel’in alt katında bulunan bu cafe – restoran da hem dekorasyonu ile hem menüsü ile uğramanıza kesinlikle değecek adreslerden biri.
Stamba’da güzel bir sufleyi mideye indirdikten sonra, tekrardan tren istasyonunun yolunu tutuyoruz. Trenden beklentilerimiz oldukça düşük, “Umarız çok kalabalık olmaz.” tek umudumuz.
Derken Deutsche-Bahn vari oldukça lüks bir tren yanaşıyor. Birinci sınıf kompartmanına girdiğimizde gözlerimize inanamıyoruz. Pırıl pırıl, çok konforlu, wi-fi ve priz var.
Daha da güzeli bizden başka hiç yolcu yok! Bütün birinci sınıf kompartman bize ait!
O kadar şaşkınız ki, yerimize oturmadan sağa sola öyle bir bakıyoruz ki, tren görevlisi gelip, beğenmediğimizi sanıyor ve bizi bir üst sınıfa geçirmeyi teklif ediyor. Kahkahalar atıp teşekkür ederek koltuklarımıza oturuyoruz.
Trende dörder kişilik yer kaplayarak yayılmış, Batum’a doğru yol alırken, şehre dair gözlemlerimizi paylaşıyoruz.
“Tiflis’i gerçekten çözemedik.” diyoruz. Rezalet bir tren istasyonundan aşırı lüks bir trene binebiliyorsunuz. Aşırı bakımsız ve döküntü binalardan, çok şık giyimli insanlar çıkabiliyor. Sokağın bir yanı Paris gibi görünürken, karşı tarafı Suriye gibi olabiliyor. Tamamen tezatlıkların şehri!
Ve kesinlikle güzel bir hafta sonu geçirmek için yolu tutulabilecek güzel bir alternatif.
Keşifle kalın!
Türkiye gibi işte
BeğenBeğen