Seyahatler, hep sürprizler ve maceralarla doludur.
Her yol, kendisine özgü garip bir davetkarlık ve bilinmezlikler taşır.
Yola çıkma amacı yiyip, içip, gezip tozmaktan bile ibaret olsa, aslında daha derinde bir şeyler olur hiç bilmediğin topraklara ayak bastığında…
Kendi hayatına daha dışarıdan bakarsın, daha kendin olursun, şehir hayatında günde yalnız birkaç saatini geçirdiğin arkadaşlarınla tatildeyken günleri gecelere bağlayarak değişik anları paylaşır, onları ve kendini çok daha iyi tanırsın…
Yalnızca “tanışık” olduğun kişilerle muhteşem dostlukların başlangıcı olacak paylaşımlar yapabilirsin, daha maceracı olabilir tehlikelere atılabilirsin, hayata bakışınla ilgili bir şeyi tepe taklak eden bir deneyim yaşayabilirsin. Çıktığın her yol, bütün bu ihtimalleri içinde taşır.
Kendimden örnek verirsem, iş yerinde sadece hal hatır sorduğum kişilerin bir hafta sonu seyahati sonrasında bile hayatımdaki yerinin anlamlı ölçüde değiştiğini defalarca deneyimledim. Yol arkadaşımla bütün hikayemiz, kafa değişikliği olsun diye gittiğimiz Çeşme ile başladı. Sonra kendimizi baştan yarattık, hayatımızdaki bütün yol ayrımlarında birbirimizin elinden tutmaya devam ediyoruz.
Sevgili Zümra ve Berfe ile Adana’ya gitmemiz tamamen Starbucks’ta kahve içerken yapılan bir sohbetin sonucuydu. Hemen ardından Isparta’da bir imamın evinde şarap içerken birbirimize en samimi itirafları ve paylaşımları yaparak, çok ayrı bir arkadaşlık seviyesine geçtik, sonra birlikte daha nice yola çıktık.
Çöl bir gecede hayatıma bakışımı değiştirdi, Fez’deki tabakhaneler alışveriş oruçlarımı başlattı, Prag’da geçirdiğim günlerden sonra, evlenirsek nerede yaşarız konuşmaları yapacak aşamaya geldiğim bir ilişkiyi tereddütsüz noktaladım.
Ürdün’de Berberi’lerin peşinden atıldığım maceradan sonra, “İyi ki hala hayattayım!” diye kahkahalar atarken, bacaklarımın titremesinden otuz dakika yürüyemedim. Bu örnekleri çoğaltabilirim.
Bu yüzden her yola “Bana getireceğin her şeye açığım” diye mırıldanarak çıkarım ben.
Yine de… Bu seferkine hazır değildim!
Aylardır tekne tatili için heyecanla hazırlık yapılırken, Patmos’a uygun elbiseler ve gömlekler özenle seçilirken, telefonumda çekeceğim fotoğraf ve videolara yer açarken, döndüğümde ayaklarım yerden kesilmiş biçimde bir seyahat hikayesi yazacağımı sanıyordum.
“Sabah tatlı tatlı sallanarak gözlerini açarsın. Mis kokulu kahve ‘bonjornooo’ eşliğinde yatağına gelir. Çarşafların arasında dolanmış gülümser, güzel kolların arasından çıkarsın. Kekik kokulu koyda kahveni içer, güneş kremlerine bulanır, romanını alıp güne başlarsın. Üstelik de tatilin daha başıdır, daha ilk koy…”
Bir fotoğrafın altına yazdığım bu not kıvamında bir sürü yazı çıkarabilirdim o seyahatten. Okurken yaz hissi veren, gülümseten… Çünkü ekip matraktı, herkes keyfine düşkündü, şanslı akan bir seyahatti, maceralar kıvamındaydı, gezdiğimiz yerler şahanedeydi.
Hadi birkaç minik tatil tartışmasına bile hazır olabilirdim, fakat bütün seyahatin sebebi olan Patmos’u daha ikinci günden, en merak ettiğim ve valizime sırf orası için özel elbise koyduğum Benetos’ta bir yemek bile yemeden terk edeceğimi ve geride bırakıp gittiğim şeyin yalnız adadan ibaret olmayacağını (hikayenin başını kaçıranları şuraya alalım) kesinlikle aklımın ucundan geçirmemiştim! Ki bugüne kadar da hiç bir tatili yarıda bıraktığım olmamıştı!
Patmos’tan Kos’a tek başıma oldukça keyifsiz bir yolculuk yaparken, “her şeyin bir sebebi vardır” inancımla kendi kendime şunu hatırlattım: “Bu seyahate nefis denizlerde yüzmek, harika yemekler yemek ve aşk dolu günler geçirmek için çıkmamışsın demek ki kızım. Sen bu seyahate hayatındaki adamın aslında kim olduğunu ve sana ne kadar ikiyüzlü davrandığını öğrenmek için çıkmışsın.”
Dolayısıyla her şeye rağmen, benim açımdan çok verimli bir seyahat olduğu sonucuna varıyorum. Hiç öğrenmemiş olabilirdim, “aramızdaki olağanüstü tutku”ya (!!?) ve adamın yalanlarına inanarak o ilişkiye devam ediyor olabilirdim. Bu ilişkide içime sinmeyen şeylerin ne olduğunu çözmeye çalışarak kafa patlatıyor olabilirdim. Hepsinden ötesi bana seri saygısızlık yapan bir adamı ben bambaşka bir yere koyma yanılgısının içine sıkışıp kalabilirdim.
“Çıkacaksın yollara, kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, Öteki’ni keşfetmek…” (Elif Şafak)
Dolayısıyla bu tatil benim açımdan deniz güneş yönünden değil belki; ama yine de çok verimli bir seyahat oldu. Tatili uzun uzun anlatmak konusunda da hiç şevk bulamadım içimde. O yüzden gezip gördüğümüz, yaptığımız her şeyi tek tek anlatmayacağım. En sevdiklerim ise unutulsun istemem, o yüzden onlar karşınızda:
1- Vathi (Kalymnos)
Kalymnos adasının daracık bir boğazından geçerek içine girdiğiniz bir yarık burası. Kekik ağaçları ile dolu tepelerin çevrelediği bir koy. Boyanmış gibi görünen renkte dümdüz bir denizi var.
Samos’ta da Vathi olduğu için karıştırılmaya müsait nereden bahsettiğim. Bu Kalymnos’un Vathisi.
Buradaki restoranlar standart Yunan restoranı, aklınızı başınızdan alan bir lezzet sunmuyorlar. Yine de o deniz bile yeter!
2- Mylos Restoran (Leros)
Teknemizi Leros’a demirlediğimizde “Bunlar hiçbir şey sayılmaz, akşam yiyeceklerinizin girişi olarak alın.” mesajı ile bize paket halinde yolladıkları karides, kalamar ve yufkaya sarılı peynir o kadar lezzetliydi ki, akşam yemeğinde sadece bunları yesek bile “Şahane!” derdik.
Yorgo ise “Onlar hiç bir şey değil” diyerek beklentimizi aşırı yükseltti. Ve yükselttiği beklentimizin de fazlasını verdi.
Ki bizim ekip yemeyi seven ve yemekten anlayan bir ekipti. Bu ekibin yirmi çeşit şey yiyip, hepsinde de kendisinden geçerek “Çoook iyi ya!” demesi, masaya gelen hiç bir şeye “Eh işte!” denilmemesi, hepsinin coşkuyla ve methiyeler düzülerek saniyeler içinde silinip süpürülmesi inanılmazdı. Ki bu seyahatte bunu başka bir yerde hiç deneyimlemedik.
Oraya özgü istridyeler, safranlı carpacciolar, çeşit çeşit soslu balıklar, midyeler, saksı şeklinde tiramisular… Zevkten öldük!
Yunanistan’da bugüne kadar yediğim en iyi akşam yemeğiydi. Lezzetin dışında da hem Yorgo hem de servis yapanlar çok tatlıydı, bizi ikram shotlara boğdukları yetmiyormuş gibi, teknemize de bir şişe uzo hediye ettiler.
3- Chora (Patmos)
Beyaz duvarlara eşlik eden pastel renklerdeki kapıları, daracık sokakları, dizi dizi şık mekanları ve adaya tepeden bakan muhteşem bir manzarası ile Patmos’un çok zevkli ve keyifli bir bölgesi.
Patmos yalnızca temmuz sonu ve ağustos başında kalabalık oluyormuş ve kalabalık olduğunda Mykonos kıvamında çok şık, çok havalı bir topluluğu ağırlıyormuş. Ben mevsim öncesi, oldukça boş bir halini deneyimledim. Yine de çok güzeldi.
Burada yer alan Jimmy’s Balcony çok meşhur olduğu için bir akşam yemeğimizi burada yedik. Manzarası çok güzeldi; yine de bence ertesi gün gittiğimiz, deniz kıyısında, masalarını kumsala kurmuş olan Tsipouradiko sıra dışı ve lezzetli mezeleri ile çok daha güzel bir restorandı.
4- Zai (Bodrum)
Ben herkesten önce Bodrum’a gittiğim için tek başıma keyif çatacağım bir günüm vardı. Bir yerlerde görüp, not aldığım mekanları ziyaret ederek bütün günümü geçirdim. Kocaman bir bahçenin içine kurulmuş, klasik müzik yayını yapan ve her köşesinde çok keyifli heykeller olan yeni nesil kütüphane Zai, en sevdiğim mekan oldu.
Özellikle tek başınıza vakit geçirmek için Bodrum’daki en keyifli ve tarz mekan.
5- Öğrenilenler, Maceralar ve Diğer Notlar
- Bodrum’dan Kos’a feribotla geçmenin, İstanbul’dan Büyükada’ya deniz otobüsü ile gitmek kadar kısa sürdüğünü deneyimledim. Tekneyi de Bodrum’dan değil, Kos’tan kiralamanın çok daha avantajlı olduğunu öğrendim. Hem çıkış işlemleri ile uğraşmıyorsunuz, hem de Türkiye’den çıkan teknelerden bir gün önde olduğunuz için Türk kalabalığı geldiğinde siz oradan ayrılıyor oluyorsunuz.
- Plajlarda, Türkiye’de garip bir şekilde aşırı lüks sayılan procceco’nun dibine vurmak çok keyifli ve her zaman biradan çok daha iyi bir seçenek.
- Bir gece dans etmeye gitmek için tekneden zodyakla karaya çıkmaya niyetlendiğimizde, benzin bittiği ve küreğimiz suya düştüğü için akıntıyla sürüklenme maceramız oldu. Gerçekten tehlikeli bir şey yaptığımızı ancak ertesi gün ayıldığımızda fark ettik. Bu seyahatteki en büyük maceramın bu olacağını sanıyordum, yanılmışım!
Birlikte seyahat ettiğim kişiler aslında, onun (Mr.Papyon diyesim bile gelmiyor, anladınız siz) arkadaşlarıydı. Olaylar yaşandığında beni “onun yanındaki kadın” olarak görmeyip, benim yakın arkadaşlarım orada olsa, o anda ne yapabilirse onu yaptılar. Benimle sarhoş olana kadar şarap içtiler, güzel bir akşam yemeği ısmarladılar, ben ağlarken sarılıp omuzlarını uzattılar, tekne yerine otelde kalmak ve Kos’a gitmek istediğimde bütün organizasyonu yaptılar, akşam dans etmeye götürdüler… Gitme sen burada kal, görmek istememeni anlarız, biz seninle akşam yemeği yeriz, bile dediler!! Ben gittikten sonra bile sürekli mesaj atarak halimi hatırımı sordular.
Onlar olmasaydı, muhtemelen ne yapacağını bilmez halde; yapayalnız ve yıkık bir halde Patmos’ta kalakalırdım. Kendimi de çok yalnız ve çaresiz hissederdim. İnanılmazlardı, bana inanılmaz iyi geldiler. O sırada yanımda olamayan çok yakın kız arkadaşlarıma sonradan anlattığımda onları bile duygulandırıp ağlatacak kadar! Bendeki yerleri hep çok özel kalacak, gerçekten minnetle anacağım o günkü tavırlarını.
Hayatın ve yolların size getirdiklerine açık olarak kalın! Her şeyin bir sebebi vardır. Ancak çok sonra geriye dönüp baktığınızda anlayabilecek bile olsanız…