“Tamam artık düzenli ve sakin bir hayata başlıyorum.” kendime en sık söylediğim yalan.
Pazartesi kalkıyorum, işe gidiyorum. “Bu akşam erkenden eve giderim, ya evi düzenlerim ya da spora giderim.” diyorum. Sonra kendimi İstanbul’un bir noktasında, harika insanlarla tanışırken veya özlediğim arkadaşlarımla çok eğlenirken buluyorum.
Bu hafta da öyle bir haftaydı. İnanılmaz yoğun bir iş temposuna, çok güzel etkinlikler eşlik etti. Akşamın geç saatlerinde üzerinde çalıştığım sözleşmeyi bitirip yolladığımda, içimden bir ses “Sezen yorgunluktan ölüyorsun. Yat uyu!” derken, kendimi makyajımı tazeleyip, üzerime güzel bir elbise geçirmiş halde, telefonumdaki lokasyona bakarak bir ev partisine giderken bulduğum geceler oldu. Muhteşem ışıklandırılmış terasa yangın merdivenlerinden çıkıp, ketojenik beslendiğim için bol buzlu ve limonlu sek tekilamı yudumlayıp, bol kahkahalı sohbetler ederken, “İstanbul’u bu yüzden seviyorum ve hayat müthiş.” diye düşündüm.
Biraz dinlenmek, güzel beslenmek ve bakım yaptırmak için bu hafta sonu Adana’ya gidiyorum. Gitmeden önce de İstanbul’da olanlara sanat ve keyif dolu hafta sonu etkinlikleri sunmak istedim. Çünkü harika sergileri ziyaret etmeniz için bu son fırsatınız, bu hafta sona eriyorlar.
1) Bebek – Bienal – Rakı
İstanbul’a taşındığım 2004 yılından bugüne kadar pek çok mekanın yeni açılışını, patlayıp popüler olmasını ve sonra gözden düşmesini deneyimledim. Hiç değişmeyen çok az mekan geldi o günden bu güne. Bunlardan bir tanesi de kesinlikle Bebek’teki Mangerie.
O yıllarda da Mangerie’de kızlarla buluşup, geride kalan bir haftanın dedikodusunu yaparak upuzun kahvaltılar ederdik burada. Hala aynı keyifte ve aynı lezzette yiyecekler sunan ve popülerliğinden hiç bir şey kaybetmeyen mekanlardan.
Brunch’ınızı taçlandırmak isterseniz, kendi yapımları cin gerçekten leziz.
Mangerie’de güzel bir manzara eşliğinde leziz bir kahvaltı yaparak güne başlayabilir, üzerine uzun bir yürüyüş ile Tophane’ye Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi‘nin Tophane’deki yeni binasına uzanabilirsiniz. Yedinci Kıta isimli 16. İstanbul Bieanali için son gün 10 Kasım, yani bu pazar günü.
Bienalden sonra, gün batımı rakısı için de Karaköy’deki Mükellef güzel bir istikamet. Hem manzarası çok güzel, hem de mezeleri gerçekten lezzetli.
Bebek’te Boğaz manzarası ile başlayan günü, tarihi yarım ada manzarası ile rakı kadehlerini tokuşturarak kapatmak hiç bir zaman kötü olamayacak planlardan.
2) Ada Vapuru Yandan Çarklı: Büyükada
Sabah erkenden uyanıp, vapura atlayıp (Yanınızda kulaklık, kitap veya çok sevdiğiniz arkadaşlarınız olmasını şiddetle tavsiye ederim, çünkü aşırı gürültücü, aşırı rahatsız edici turist kafileleri oluyor) Büyükada’ya uzanabilirsiniz. Vapurdan iner inmez meydandaki bütün curcunayı hızla pas geçip, Büyükada’nın harika otellerinden Splendid Palace‘ın altındaki Chocowhite‘ın yolunu tutun. Tuzlu poğaçaları da cheesecake’i de kahvesi de harika! Kahvaltınızı burada yapıp enerjinizi topladıktan sonra, bienal noktaları arasında gezinebilirsiniz.
Bienal mekanları harika olduğu gibi, bu noktalar arasında gezinmek de ada ruhunu yaşamak, İstanbul curcunasından uzaklaşmak için harika geliyor.
Bence Bieanal’in en etkileyici eseri de Büyükada’daki Taş Mektep‘te bulunan Hale Tenger’in Suret, Zuhur, Tezahür isimli eseri.
Harabe halindeki bu binanın bahçesine ilk girdiğinizde ne olduğunu tam anlayamıyorsunuz. Çünkü göze çarpan öyle büyük heybetli bir heykel veya resim yok.
Seramik sanatçısı Hale Tenger’in “Suret, Zuhur, Tezahür” enstalasyonu,
Yere çakılmış obsidyen taşlara doğru yürüyorsunuz ne olduğunu anlamak için. Ve o sırada bir kadın sesi fısıldayarak size bir şiir okumaya başlıyor. O kadar güzel tasarlanmış ki, gerçekten tepenizdeki ağaçlar sizinle konuşuyormuş gibi hissettiriyor.
Toplarlar arsızca büyüyen meyvelerimi.
İyileştiririm sabırla kabuğumdaki yarayı, sessizce beklerim bir sonraki baharı.
Neden mi?
Çünkü
Buradayım ben
Köklerim derinlerde
Gidemem bir yere
İstemem de
Şimdi söyle bana,
Yapmadan olabilir misin?
Biz orada toprağa oturup, oldukça uzun bir süre hiç kımıldamadan ve hiç konuşmadan bu şiiri defalarca dinledik. Eserin doğayı ve mekanı bu kadar içine katmasından çok etkilendik. Bienal kapsamında tek bir eser görecekseniz, kesinlikle bu olmalı.
3) Abdülmecit Efendi Köşkü – Kuzguncuk
Geçen sene İstanbul’da en beğendiğim sergi Abdülmecit Efendi Köşkü’ndeki Kapı Çalınınca Açılır sergisiydi.
Kuzguncuk’taki Bağlarbaşı Korusu içinde bulunan bu tarihi köşk, renk seçimleri ile alıştığımız Osmanlı mimarisinden apayrı bir tarza sahip. İçinde hiç bir sergi olmasa dahi gezerken keyif alınacak kadar güzel.
Bu seferki serginin içeriği bir önceki kadar dolu dolu olmasa da, yine de büyüleyici güzellikteydi. Mutlaka ama mutlaka ziyaret etmeniz gereken sergilerden.
Sabah 10:00’da açılıyor, önünde upuzun bir kuyruk oluşuyor. Haftasonları içeri girebilmek için bir saate yakın beklemeniz gerekeceği konusunda uyarmak isterim. Yine de o bekleyişe değeceğinden emin olabilirsiniz.
Sergiden çıkışta Kuzguncuk’a yürüyüp, çok güzel cafelerden birinde yorgunluk kahvesi içebilirsiniz. Benim kadar şanslıysanız, gün batımını harika manzaralı bir evde izleyip, sabaha karşı kendinizi “Bileklerime kadar acıyoooo!” diye dans ederken bulabilirsiniz. 🙂
Keyifle ve keşifle kalın!
“Söyle şimdi bana. Yapmadan olabilir misin?” üzerine bir yorum