Not Defterim: İstanbul’da İstanbul’u özlemek, Balat, Cağaloğlu…

Apartmanın kapısından çıkmadan önce, telefonumun ön kamerası ile makyajımı kontrol ediyorum. Bu yaşıma geldim, hala çok iyi yapamıyorum bu makyaj işini; ama aşama kat ediyor olmaktan gururluyum.

IMG_1040.JPG

Kulaklıklarımı takıyorum, Monolink ile Acid Pauli’den The End kulağımda, müziğin ritmine adımlarımı uydurarak Beşiktaş’a doğru yürümeye başlıyorum.

Ihlamurdere Caddesi’nin üzerindeki dizi dizi tekel ve bakkal arasında, herkesin, daha fazla yürümek pahasına ve daha uzakta bile olsa inatla gitmeye asla üşenmediği favorisi vardır. Bir de bunların hepsinin kapısının önünde dikilen müdavim delikanlıları vardır. Kapının önünde durur, yoldan gelip geleni izlerlerken, bakkal abi ile futbol ve havadan sohbet ederler. Her gün…

Benim favori bakkalıma yaklaşırken, mini etek ve topuklu ayakkabı gördüğü anda radarları açılan kapı önü gençlerinin kafaları bana dönüyor. Kulaklıklarımı çıkararak, kocaman bir gülümsemeyle onlara doğru ilerlediğimde şaşırıyorlar. Ortalarında duran bakkal abi “Ooo hoşgeldin. Nasılsın?” diyerek elimi sıkıyor. Hiç bir zaman içmediğimi bile bile çay ikram etmeyi teklif ediyor. Israrla. Her zamanki gibi teşekkür ediyorum. İşin nasıl gittiğine ilişkin haftalık raporumu veriyorum kendisine. İyi dileklerini ve tütünümü alıp çıkıyorum.

Cumartesi akşamı taksi savaşını verdikten ve olağan trafiğe kesinlikle söylenmeden katlandıktan sonra Arnavutköy’de taksiden iniyorum. Bir zamanlar yalnızca Any’nin olduğu sokakta yürüyorum. Ne kadar çok yeni mekan açıldığına şaşırıyorum. Hudson’a giriyorum, çok sevdiğim, bütün bu curcunada ihmal etmek zorunda kaldığım kızların masasına oturuyorum.

Kadın-erkek ilişkileri, geçmiş komik anılar, kahkahalar, şerefeler, arka masa ile burç muhabbeti derken, gece yarısını deviriyoruz. Münih’ten gelen yogitam yorgun olduğunu açıklıyor, Çeşme’de havuzda dans ederken tanıştığım Dilara ile bakışıyoruz, “Cumartesi gecesini bu kadar erken kapatmak için hala çok genç değil miyiz?”

Hudson’dan kalkıyoruz. Tam o sırada önümüzden bir baloncu geçiyor, onlarca kalpli balon var elinde. Bir tanesini alıp fotoğraf mı çekilsek diye birbirimize takılıyor, sonra yürümeye devam ediyoruz. Bir iki adım atmışken, baloncu önümüze dikiliyor. “Bunları size yolladılar.” Nasıl? “Şu abi, bu balonların hepsini size yolladı.”

IMG_1147.JPG

Elimizdeki kocaman balonlarla orada şaşkınlıkla dikilirken, Arnavutköy mekanlarında kapı önünde duranlar bize takılıyor: “Baloncu, tanesi kaça?” Kahkahalar atıyoruz, içki ve meyve tabağı yollayanları biliyorduk ama onlarca kalpli balon yollayana daha önce denk gelmemiştik.

On dakika sonra bir sokak arasındayız. Balonlarımızla fotoğraf çekilmek istiyoruz; ama sokak çok karanlık. Bize balonları yollayan adam yanımızda. Bir elinde viskisi, diğer elinde purosu. “Oğlum çek arabayı, yak farlarını diyor.” Gerçekten az sonra, ışığımız da tamam. Aşırı absürd aşırı eğlenceli bir anın içindeyiz.

Eve dönerken, yüzümde kocaman bir gülümseme var. Genel olarak, “özleme” duygusu biraz zayıf bir insanım ben. Belki de yıllardır çekirdek ailemin dört bireyinin dünyanın bambaşka noktalarında yaşaması ile özlem duygusuna karşı doğal bir dirayet kazandığımdandır bu… Birisini ne kadar çok özlediğimi, ancak onu yeniden gördüğümde fark ederim. Ancak yeniden karşımda oturduğunda, ona sarıldığımda, onunla sohbet etmeye başladığımızda yaşarım aradan geçen zamanların özlemini, “Seni nasıl çok özlemişim.” derim.

O an İstanbul’a karşı da tam olarak bunu hissediyorum. “İstanbul seni çok özlemişim.” diye fısıldıyorum sokağa.

Haftaiçi günlerde benim “İstanbul” saymadığım bir semtte çalışıyorum, işe gitmek için sabah 7:00’de yola çıkıyorum ve akşam mba derslerinden sonra gece 22:00 gibi “benim İstanbul’uma” geri dönüyorum. Cuma akşamı iş çıkışı havalimanına gidip, çoğu zaman pazartesi günü de doğrudan havalimanında işe gidiyorum. Bu yüzden fiziken İstanbul’da günler geçirsem de, geride kalan aylar boyunca İstanbul’da gerçekten o kadar az zaman geçirdim ki! Ve İstanbul’u o kadar çok özlemişim ki!

IMG_7977.JPG

Geçtiğimiz aylarda, İstanbul’da deneyimlediklerim, keşfettiklerim karşınızda:

Balat: Yenilerden Kontrast ve ilklerden Cooklife

Balat, şehrin en hızlı kabuk değiştiren ve en fotojenik semtlerinden biri. Tarihi dokusu ile sokaklarına kondurulan modern mekanlar muhteşem bir tezat yaratıyor. Bir köşede iki bina arasına gerilmiş iplerden çamaşırlar sallanırken, diğer köşede çok güzel giyinmiş kadın ve erkekler filtre kahvelerini yudumluyor.

balat_kontrast_mushaboom8IMG_7945.JPG

New York’ta yaşayan sevgili arkadaşım “Hadi beni Balat’a götür.” dediğinde, benim de daha önce hiç gitmediğim bir mekandan yana tercih yapıyorum. Hareketli sokaklardan biraz uzakta konumlanan Kontrast, birkaç katlı bir bina. Forno’nun leziz lahmacunlarına, daha sağlıklı alternatifler arayanlar için iyi bir seçenek olabilir. Minicik terası Haliç manzarası sunuyor, ama asıl güzel olan kısmı bence eskitmeli duvarları ve antika mobilyaları ile ara katları.

balat_kontrast_mushaboom8IMG_7849.JPG

Kontrast’tan sonra, Balat’ta ilk açılan mekanlardan biri olan Cooklife’a gidiyoruz. Cadde üzerindeki konumu ile geleni geçeni izlemesi çok keyifli olduğu gibi, tatlıları da leziz.

balat_cookshop_mushaboom8IMG_7880.JPGbalat_cookshop_mushaboom8IMG_7897.JPGbalat_cookshop_mushaboom8IMG_7900.JPG

Vazgeçemediğim Kahvaltı Adresi: Minoa

İstanbul’da yaşayan biri için yürüyerek gidilebilen yerlerin çok daha tatlı geldiğini kabul etmemiz lazım. Diğer yandan evinizin civarındaki mekanların hepsi, çok popülerse, yürüyerek gidebilmenin yanı sıra ikinci bir kriter daha ekleniyor: Herkesin bilmemesi.

Akaretler’in yukarısında konumlanan kitapçı cafe Minoa da benim için bu yüzden vazgeçilmez. Haftasonu her yer ne kadar kalabalık olursa olsun, her zaman masa bulabiliyorum, mekan çok keyifli ve kahvaltı seçenekleri leziz.

IMG_7412.JPG

Cem Karakuş Doğum Günü Partisi

Sevgili komşum Cem ile aynı apartmanda oturmamıza rağmen, bir türlü bizim apartmanda görüşmeyi başaramıyoruz. Gerçi bu herkesin yararına olabilir; çünkü kendisi dışarıda gezip dursa ve genellikle deneyimleyen tarafta olsa da, aslında işin diğer kısmında da oldukça yetenekli. Tek bir kere apartmanda toplanmayı başardığımızda, yaptığı leziz salatalıklı cinler yüzden ertesi gün hepimiz iptal olmuştuk. 🙂

IMG_0346.jpg

Kendisi yepyeni yaşını, muhteşem güzel bir organizasyonla Sofa Otel’de kutladı. Onun doğum günüydü aslında, ama hediyeleri de o dağıttı, hepimizi de bu harika organizasyonla çok eğlendirdi. Keyif veren, strese sokmayan özel gün kutlamalarına bayılıyorum.

Bir de partilerde photoboot olmasına 🙂

IMG_0350.JPG

IMG_0364.JPG

Kapı Çalınınca Açılır

İstanbul’da bugüne kadar gezdiğim en güzel sergiden de bahsetmek istiyorum: “Kapı çalınınca açılır.”

IMG_9660-001.JPG

Adı cazbedici olan bu sergi, Abdülmecit Efendi Köşkü’ndeydi. Keşke geçici değil, kalıcı bir sergi olsaydı, diye düşünecek kadar etkilendim ben bu sergiden.

kapı çalınınca açılır_abdülmecitefendiköşkü_mushaboom8IMG_9501.JPG

Bir koleksiyon ile bir mekan bu kadar bütünleşebilir ve bu kadar vurucu olabilirdi. Sergiyi gezerken kendinizi hayaletli bir köşkte geziyormuş gibi hissediyorsunuz, sakinlerinden çocuklar bütün canlılıkları, sevgileri, merakları ve muzurlukları ile kalmışken, yetişkinler zamana yenik düşemeyip erimiş, evrimleşmiş gibi…

IMG_9665.JPG

IMG_9662.JPG

kapı çalınınca açılır_abdülmecitefendiköşkü_mushaboom8IMG_9504.JPG

kapı çalınınca açılır_abdülmecitefendiköşkü_mushaboom8IMG_9525.JPG

kapı çalınınca açılır_abdülmecitefendiköşkü_mushaboom8IMG_9523.JPG

Sergi ne yazık ki sona erdi, ama muhteşem eserlerin fotoğraflarını sizinle paylaşmadan geçmeyeceğim tabii ki.

Cağaloğlu Hamamı

Cağaloğlu Hamamı deneyimimden daha önce de bahsetmiştim. İstanbul’da kendinizi iyi hissetmek için yapabilecekleriniz diye bir liste oluştursam, burayı da kesinlikle ilk on arasına koyarım.

IMG_7456.JPG

Keselendikten sonraki bebeksi ten, köpük masajı ile her bir hücrenizin canlanması, tepedeki kubbeden süzülen ışıklarla kendinizi farklı bir boyutta hissetmeniz tarifsiz bir keyif. Üstelik de işletmesi değişmiş, Cağaloğlu Hamamı’nı konserler düzenlenen, restoranı olan etkinliklerle dolu bir yere dönüştürmeyi planlıyorlar. Şimdilik yalnızca hizmet kalitesinin iyileştirilmesi üzerinde çalışıyorlarmış, devamı çok yakındaymış.

Hamam keyfi üzerine, tarihi avlusunda oturmuş, bebek tenimi sevmelere doyamayıp, şahane chill elektronik müzikler dinleyip, kanyağımı yudumlarken, yerden gerçekten biraz yüksekteydim.

IMG_7467 2.JPG

Bu İstanbul yazısını da, bu aralar kamerama takılan bir kaç keyifli detayla kapatalım:

IMG_7987.JPG

IMG_8001.JPG

IMG_7918.JPG

IMG_7230.JPG

İstanbul’u severek ve onun tadını çıkartarak kalın!

 

Not Defterim: İstanbul’da İstanbul’u özlemek, Balat, Cağaloğlu…” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s