Öncelikle bildiğiniz gibi ben beslenme alanında uzman değilim, hatta tam aksine evde kal günlerinde mutfakla imtihanımdan her gün ya elimi ya da yemeği yakarak çıkıyorum.
Sebzeleri bile birbirinden doğru düzgün ayırt edemiyorum. Düzenli olarak alkol ve sigara tüketiyorum.
O yüzden bu yazı dizisini lütfen doğru bilgiler olarak kabul etmeyin. Sadece meraklı, kendini gözlemlemeyi ve denemeyi seven bir kızın maceraları gözüyle bakalım bu yazdıklarıma ve yazacaklarıma.
Pek çok kişinin de bu konuya ilgi duyduğunu bildiğimden, özellikle evde geçen günlerde herkesin daha çok yemeye meyilli olduğunu gördüğümden, işinize yarayabileceğini düşündüğüm bazı tespit ve deneyimlerimi paylaşmak istiyorum.
Ben her zaman aşağı yukarı aynı şeyleri yiyen, beslenme düzeninde radikal değişiklikler pek yapmayan, meşhur pazartesi rejimlerine hiç girmeyen biriyim.
Şerbetli tatlıları sevmemek ve sebzeye bayılmak gibi bazı avantajlarım da olduğunu kabul ediyorum. Kırk yıl baklava yemesem aklıma gelmez; bamya hariç bütün sebzeleri de etsiz ve zeytinyağlı olarak hazırlandığı sürece gerçekten çok severek yerim.
Kilom da genel olarak 47-50 arasında seyreder, daha üstüne çıkmam, altına inmem. (Amerika’dan döndüğüm dönem hariç! Patlayacak yanaklarım vardı!) Kışları biraz kilo alır, yazları onları yeniden veririm.
Beslenme konusuna son bir kaç aydır gerçekten ilgi duymaya başlamamın arkasındaki asıl sebep, eski fotoğraflarımı arşivlemeye başlamam oldu.
Kilom yıllardır hiç sekmeksizin 47-50 kilo arasında seyretse de, fotoğraflara baktığımda çok daha balık etli ve gerçekten sıska versiyonlarım olduğunu fark ettim.
Aslında tartıda çıkan kilomda o kadar büyük bir farklılık olmasa da, görüntüm sanki çok kilo vermiş veya almışım gibi değişiyordu.
Üstelik de daha garibi, aşırı spor yaptığım dönemlerde daha kilolu gibi görünürken, spor yapmadığım hiç bir şeye özen göstermediğim tamamen keyfime göre yaşadığım dönemlerde çok daha fit, sağlıklı ve zayıf görünüyordum.
Örneğin yukarıdaki fotoğrafta soldaki versiyonum haftada üç gün PT ile çalıştığım gerçekten düzenli spor yaptığım bir dönem; sağdaki versiyonum ise hiç spor salonuna bile uğramayıp çılgın gibi partilediğim çılgın gibi alkol tükettiğim bir dönem. İronik biçimde sağdaki versiyonum daha fit görünmüyor mu?
Kendi eski fotoğraflarıma bakıp o dönemlerde neler yaptığımı, nasıl yaşadığımı blogtaki yazılardan karşılaştırdığımda birkaç tespit yaptım ve kendime birkaç ders çıkardım. (Bu konulara benden daha hakim olanlar, lütfen bu tespitlerim hakkındaki görüşlerinizi yorum olarak paylaşın. 🙂 )
Beslenmene dikkat etmeyeceksen, ağırlık çalışma!
Spor salonuna gidip ağırlıklarla antreman yaptığım dönemlerde, rejim uygulamadığım için -hatta tam tersine spor yaptığım için daha kalorili yiyecekleri hak ettiğim yanılgısına düştüğüm için- zayıflamadan kas ekliyordum. Ve bu benim daha geniş görünmeme neden oluyordu.
Bu nedenle ben yalnızca kendi vücut ağırlığım ile yapabileceğim, pilates, yoga, yürüyüş, yüzme gibi sporları yapmaya karar verdim.
Aralıklı oruç (Intermittend Fasting – IF) gerçekten kilo verdirir.
Tatilde olduğum dönemlerde bu konuda özel bir çaba harcamadan kilo vermeye başlıyorum. Üstelik de tatillerde patates kızartması, hamburger, mantı, akşamları meyhanelerde bol kızarmış ekmek tüketmeme rağmen… Aslında en uzak durulması gereken bol yağlı ve karbonhidratlı besinleri vücuduma sokarken yani.
Bunun arkasındaki sebebin de aslında farkında olmadan IF yapmak olduğunu fark ettim. Evet yediğim şeyler çok kaliteli besinler değildi, ama tatildeyken günlük öğün sayım asla üç olmuyordu. Çoğu zaman geç uyanıp, öğlen yemeğini geçiştirip akşam üstü beach’te bir şeyler yiyor ve doğrudan geceye bağlanıyorduk veya gün boyu pek bir şey yemeden akşam yemeğine gidiyorduk.
Kesinlikle sağlıklı değildi ama kilo vermek için IF’in işe yaradığını gösteriyordu bana.
Yakabileceğinden fazla karbonhidrat tüketme.
Çok yoğun çalıştığım yemek yemeye özel bir zaman ayıramayıp, pratik karbonhidrat içeren yiyeceklere yöneldiğim dönemlerde ise vücudum inanılmaz şişmeye başlıyordu.
Aslında aynen tatilde olduğu gibi üç öğün yemek yemeye fırsat bulamıyordum ve benzer gıdalar tüketiyordum. Ama tatillerde zayıflarken aynı şekilde beslendiğim iş günlerinde kilo alıyordum.
Tek fark şuydu, tatillerde bol bol yürüyüp, dans edip, yüzerken, çalıştığım günlerde bu karbonhidratları yakamayıp doğrudan yağ olarak depolamaya başlıyordum.
Saatlere uyarak değil, vücudunu dinleyerek yemek ye! İşinin sana kilo aldırmasına izin verme.
Ben çalışmadan geçirdiğim yaz boyunca özel bir çaba harcamadan inanılmaz forma girmiştim, şimdi evde oturduğumuz bu günlerde de büyük bir hızla inceliyorum. Ne zaman işe gitmeye başlıyorum, o zaman işler bozuluyor.
Bunun arkasındaki temel sebebinin “Zihnin belli zamanlarda yemek yemeye koşullanması sebebiyle acıktığını sanması” olduğunu fark ettim. İşe gitmeden önce kahvaltı, öğlen 12:00 – 13:00 arası öğle yemeği, işten çıkışta akşam yemeği programı gibi.
Oysa mesela benim vücudum aslında sabah yalnızca kahve istiyor. 12:00 gibi yapılan geç kahvaltıları daha çok seviyorum. Sonra bir öğün daha yemek bana yetiyor.
Kimisi için kahvaltı vazgeçilmez olabilir. Ama vücudunuzun koşullanmadan, gerçekten acıktığı için gıda istediği zamanları gözlemlemek bence işin anahtarı. Ve bunun asla günde üç öğünü bulmayacağını iddia ediyorum ben. Günde üç öğün veya daha fazla yemek yiyorsanız ya gerçekten canınız sıkılıyordur ya da birisi “Hadi yemek saati.” diyerek sizi yemeye koşulluyordur.
Aynı şekilde şunu fark ettim, detoks yapmaya veya sağlıklı beslenmeye taktığımda kilo almaya başlıyorum ben. Çünkü sürekli ne yiyeceğimi düşünüyorum, sürekli yemek odaklı yaşıyorum. Bu yüzden bu konuya takıntılı olmamak, “sağlıklı beslenmeyi tercih etmek” doğru olan.
İnsanların ne dediğini umursama vücudundaki kas ve yağ oranını ölç!
Geçen yazın sonlarında gerçekten çok incelmiştim, kamufle edilecek tek bir yanım yoktu. Beach’lerde insanlar “Üzerine bir şey giyer misin lütfen? Asabımı bozuyorsun vücudunla!” diye takılıyorlardı. Bir çok kişi ise (tahmin edersiniz başı annem ile babam çekiyordu) artık aşırı zayıfladığımı, sağlıksız bir noktaya vardığımı düşünüyordu.
“Korkutucu bir hal almaya başladın.” cümlesini çok sık duymaya başladığımda, ölçüm yaptırdım. Ve şaşkınlıkla şunu fark ettim, aslında korkutucu hal alan bir şey yoktu, yağ oranım büyük ölçüde azalmış, kas oranım artmıştı. Yani aslında sağlıksız ve hastalıklı biçimde zayıflamamıştım, yağ oranımı azaltmıştım.
Yüzün çökmeden fit kalmanın bir yolunu bul!
Vücudumun daha şiş olduğu dönemlerde, yüzüm daha gergin yüz hatlarım daha net ve cildim daha güzel oluyor. Ne zaman zayıflasam göz altlarım başta olmak üzere yüzüm çöküyor ve gözlerim küçülüyor. Bu muhtemelen sağlıksız zayıflamanın bir sonucu.
İşte bütün bu tespitler ve farkındalıkların sonucunda, ben beslenme konusunda biraz araştırma yapmaya, denemeye ve hem sağlıklı hem de fit olmanın peşine düşmeye karar verdim.
Amacım sevdiğim besinlerden beni tamamen ayırmayacak, vücuduma iyi gelecek ve aynı zamanda günlük enerji seviyemi baltalamayacak, yüzümü çökertmeden karın kaslarımı çıkaracak bir beslenme biçimi bulmak.
Okuduklarımı, izlediklerimi, denediklerimi paylaşmaya devam edeceğim.
Sağlıkla kalın!