Yakın arkadaşlarımdan biri muhteşem bir benzetme yapmıştı: “O bir Aston Martin. Havalı, klasik, konforlu ve onu seviyorsun, ama sen yalnızca şehrin sokaklarında gezmiyorsun. Karlı yollarda da gitmek, tepeler tırmanmak, çamurlar sıçratmak, uzun maceralı yollar almak istiyorsun. Sen çaba harcadığın, o arızlandıkça teknik servis çağırıp durduğun sürece gidecek, ama sürekli tekleyecek, yetemeyecek teknik olarak, arkana yaslanıp konforlu bir sürüş keyfi yaşayamayacaksın. Ama ben senin yerinde olsam arabayı bırakmazdım bir kenarda, gittiği yere kadar giderdim. Çaba harcamaktan yorulduğun yerde iner, gerekiyorsa karanlıkta bile yürüyerek gidersin sen gideceğin yere, çünkü bal gibi biliyorsun ki bu yollar senden sorulur.”
Onunla en büyük krizimizi Venedik’e giderken yaşamıştık. Birbirimize bu kadar yüksek olmasak orada çoktan bitecek bu ilişkide bir ayrılık provası daha yapmış ve bu fikirden nefret etmiş olarak ertesi gün Venedik’te dolu dolu gözlerle birbirimizden özür dileyerek buluşmuştuk. Bir sorunumuz olduğunu kabul ederek, bunun üzerini kapatmaya çalışmadan birlikte iki harika gün geçirmiştik. Her şeye rağmen, birbirimizi hayatımızda istediğimize karar vermiştik.
Yine de bu tatilden aklımda kocaman soru işaretleriyle dönmüştüm. Bir akşam oturup uzun uzun defterime bütün hislerimi, beklentilerimi, hayal kırıklıklarımı yazmıştım. Ortaya çıkanlara baktığımda, onunla birlikte Tayland’a gidip gitmeme konusunda bile tereddüte düşmüştüm. O zamanlar Bir İlişki Analizi -1’de yazdığım kadar sorunun özünü görememiştim tabii ki, ama benim bu ilişkide tek taraflı çözemeyeceğim bazı sorunlar olduğunu anlamıştım.

O günlerde abimle rakı içerken “Orada bir şeyler ters giderse, benim tek başıma rahat rahat takılabileceğim bir yer mi Tayland? Ona göre son kararımı vereceğim.” demiştim. Gülmüştü, “Sezocum, inan bana tek olursan daha bile çok eğlenirsin. Gitmekten sakın vazgeçme, onlu mu onsuz mu geçireceğine de orada karar verirsin.” demişti.
O gün defterime kendime şöyle bir not yazmışım: Hayal kırıklığı yaşamaktan korktuğun için, olası güzellikleri de engelleme. Kalbini de kıracak muhtemelen, affedemeyeceğini düşündüğün şeyler de yapacak. Olsun, her duyguyu yaşayabilirsin, en çok ne götürebilir ki senden?
Bizimkilere onunla Tayland’a gitme kararımı açıkladığımda, “O deneyimi yaşamazsan ne yapacaksın ki? Evde oturup nakış mı?” demişlerdi. Gülmüştüm, bu cümleyi bir kenara not edip, valizimi hazırlamıştım.

İşte ben aslında Tayland’a böyle gitmiştim. Aslında bir açıdan Tayland’da ayrılmamıza da hazırdım; ama Ko Tao’yu da atlatıyoruz. Çünkü çok temel bazı noktalarda anlaşamamıza rağmen, aramızda ikimizin de mantığına sığmayan bir çekim var aramızda, birbirimize bir türlü doyamıyor ve bütün mantıksızlığına rağmen birbirimizden vazgeçemiyoruz.

Ko Tao‘dan Koh Samui’ye geçtiğimiz saatlerde ikimizin de toplantıları olduğu için, hemen sahilde hızlı çalışan wi-fi dışında hiç bir özelliği olmayan bir cafe’ye oturuyoruz. Saatlerce ikimiz de çok güzel çalışıyor, bir sürü iş hallediyoruz. İşe ayırdığımız saatlerde ben de oldukça yoğun çalıştığım için, onun çalışması benim için hiç bir sorun teşkil etmiyor. İş saatleri bitince o da söz verdiği gibi bilgisayarını ve telefonunu tamamen bir kenara bırakıp, benimle vakit geçirmeye başlıyor.
O gece Sala Samui Coengmon Beach Restort‘ta kalıyoruz. Dekorasyonu muhteşem, tamamen bir app üzerinden çalışan oda servisi olması çok konforlu. Üstü açılabilen banyodaki şahane küvetimizi doldurup, kadehlerimizle içinde keyif çatarak sevdiğimiz ve birlikte maceralarımız olan çeşitli yerlerde shazamladığımız müzikleri dinleyerek o akşamı geçiriyoruz.
Ertesi gün Bangkok’a uçmak için havalimanına giderken bana takılıyor, “Seninle tatilden sonra benim dinlenmek için bir tatile daha ihtiyacım var sanırım. Acaba ben bir hafta daha o Samui’deki otelde mi kalsaydım?”
Hayatımda gördüğüm en enteresan – çünkü açık hava tropik bahçe gibi olan – Koh Samui havalimanında, çok komik pır pırlı bir uçakla Bangkok’a uçuyoruz. Bangkok’ta da Muu Otel’e yerleşiyoruz.
Otele girdiğimiz anda o yatağa yatıp uyumaya başlıyor. Benim Tayland’da son günüm, bana kalsa sokaklarda deli divane gezinmemiz, sırasıyla geri kalan bütün roof top barları talan etmemiz, gitmediğimiz bir tapınağa gidip dilekler dilememiz lazım; ama o uyuyor.

Onu öylece bırakıp otelden çıkıyorum, sokaklarda geziniyorum, alışveriş yapıyorum. Kaygılı olmadığım, onun uyumasını kişiselleştirmediğim benden daha hızlı yorulduğunu kabul ettiğim bir ruh halindeyim, o yüzden hiç huzursuzluk çıkarmadan gezip tozduktan sonra, onu yataktan kaldırabilecek tek planı yapıyorum: Ona masaj, kendime vücut peeling’i randevusu alıyorum.
Hayatımda sahip olduğum en yumuşacık tene kavuşuyorum bir saatlik peeling sonrası; ikimizin de bana dokunmadan duramıyoruz, muhtemelen çok komik görünerek Thonglor’da geziniyoruz. Burası enteresan bir bölge, Çin, Japon ve Kore mekanları ile dolu. Sokakta yürürken, hangi Asya şehrinde olduğunuzu karıştırabilirsiniz. Şahane bir Kore restoranı keşfediyoruz, sonra yine masaj yaptırıyoruz.


Otelimizin terasında gizli bir bar olduğunu öğreniyoruz, sahiden de oldukça gizli bir bar. Terasta havuz ve restoran dışında hiç bir şey bulamayıp, sonunda sora sora enteresan bir kapıdan geçtikten sonra, oldukça eğlenceli bir DJ performansının olduğu ve havalı barı buluyoruz. Sırasıyla kokteylleri deviriyoruz, ellerimizi dudaklarımızı birbirimizden ayıramıyoruz. “Seni çok özleyeceğim.” diyor, biliyorum, çünkü ben de onu çok özleyeceğim.
Bardan çıkıyoruz, havuz başında biraz oturmaya karar veriyoruz. Hiç beklemediğim bir hamleyle beni havuza itiyor, son dakikada onu da yanıma çekmeyi başarıyorum. Onun üzerinde gömlek, benim üzerimde elbise, ikimizin de ayağında ayakkabılarla havuzdayız. Kahkahalar atarak boğuşuyoruz.
Sonra üzerimizden şıpır şıpır damlayan sularla herkesin şaşkın bakışları altında asansörle odamıza iniyor, sıcacık bir duş alıyoruz, pofuduk yatağımıza yatıyoruz, sımsıkı sarılıyoruz. Biz böyle anlarda çok mutluyuz.
Zaten bizim hiç bir zaman gerçekten birlikte geçirebildiğimiz zamanlarda hiç bir problemimiz olmadı. Hep çok aşıktık, hep çok mutluyduk, hep çok eğleniyorduk. Onun kafası işlerinde olmadığı ve ben sorgulamalara kapılmadığım zamanlarda – ki bunu da şimdi kendime bir not olarak alıyorum, evet geliştiriyor insanı sorgulamak – ama bu kadar çoğuna da gerek yok belki? İlişkiden beklentim birlikte keyifli vakit geçirmekten ibaretken, aşırı anlamlandırıp, aşırı sorgulayarak belki de hem kendimi hem de karşımdakini hırpalıyorum.
O gece uyumuyoruz. Birlikte geçirdiğimiz şimdilik son geceyi uykuyla harcamak istemiyoruz. Ben ertesi gün sabah erkenden Bangkok’tan Dubai’ye uçuyorum.

Kalbimin kırıldığı, hayal kırıklığı yaşadığım anların yanı sıra, hep hatırlamak isteyeceğim güzellikte bazı anıları da yaşanmışlıklarımın arasına eklemiş olarak. Ocak ayında bronz olarak… 2023 yılına harika başlamış olarak… Bol bol masaj yaptırmış, 11 farklı ve harika otelde kalmış, dokuz uçuş, dört tekne yolculuğu yapmış ve sayısız leziz yemek yemiş olarak.
Ben Dubai’ye indiğimde ondan mesaj geliyor, “Uyandığımda seni göremeyince çok endişelendim. Yine ne yaptım acaba, sen nereye gittin paniğe kapıldım.” Gülüyorum. Belki de yeni travmalar da ekledik hayatlarımıza.
Sahi diyorum, bu deneyimi yaşamamış olsam ne yapacaktım? Evde nakış mı?