Tayland‘dan yeni yılın ilk haftasında dönmüştüm. Jet-lag vurgununu oldukça sert biçimde yemiş olmama rağmen, keyfim yerindeydi, tenim bronzdu ve yeni yıla son derece motiveydim.
Geçen yılın son yazısında yazdığım gibi, benim hayatımda inatla devam eden mistik sayılabilecek bir döngü var. Tek sayı ile biten yıllar benim hayatımda hep köklü değişikliklerin yılı olmuştur. Bu yüzden içten içe bu yılın, benim açımdan öyle çok konforlu ve sakin geçmeyeceğini biliyordum aslında ve uzun bir seyahat yaparak kendimi de öyle rahat rahat popomu bir yere koyup oturamadan geçecek bir yıla hazırlamıştım.
Tayland’a gitmeden önceki bir ay boyunca işleri yetiştirebilmek için eve kapanıp çalışmış ve hiç dışarıya çıkmamıştım, sonra da bir ay Türkiye’de yoktum, döner dönmez çok özlediğim arkadaşlarımla ardı ardına görüşmeye başladım.
Jet lag’i üzerimden atamamış, inanılmaz yoğun bir iş temposuna geri dönmüş ve bir yandan da sosyalleşirken, daha dengemi ve düzenimi oturtamamışken, her şey çok hızlı ve ardı ardına geldi.

Deprem oldu, yıkılan sadece binalar olmadı; hepimiz sağlam hasarlar aldık. Çok fazla duyguyu aynı anda yaşadık. Öfkelendiklerimiz, gurur duyduklarımız, hayal kırıklıklarımız, bizi artık hiç bir şey şaşırtmaz derken ağzımı açık bıraktıran bazı olaylar, üzüntüler, kayıplar…
Depremle aynı gün terfi ettim, çok havalı bir pozisyona geçtim, kendimle çok gururlandım, birlikte çalışmaya başladığımız ilk günden beri bana inanılmaz alan açan patronuma inanılmaz bir minnet duydum; yine de ülke gündeminden bunun tadını bile çıkartmaya utandım. Oldukça genişleyen görev ve sorumluluklarım, bir önceki yıla kıyasla çok daha zorlayıcı işler içerdiğinden, oldukça uzun çalışma saatlerime bir de oturup tasarlamam gereken oldukça komplike süreçler eklendi. Çok keyif alarak, çok mutlulukla yapacağım bu işler için geniş zamana ve berrak bir zihne ihtiyacım olacak bu sene boyunca, ancak henüz bunların ikisini de kendime sağlayamadım. Gece yarısına kadar iş yemeğinde olup, sonra eve gelip bir sonraki günün genel kurul evraklarını sabaha kadar tamamlayıp, sabah toplantıya gittiğim günler oldu.
Bütün bunların arasında bir de sevgililer gününü birlikte geçirmek için Türkiye’ye gelen erkek arkadaşımdan ayrıldım. (O hikayenin geçmişini ve analizlerini yazmaya başladım, ama biraz daha devamı da gelecek o yazıların. Tayland’da mı ayrıldınız, sorusunun cevabı hayır.)

Ben kendi açımdan Tayland’dan İstanbul’a ayak bastığım günden bu güne kadar olan zamanı, flu yaşadım. Kendi hayatımda, zihnimde ve duygu dünyamda olup bitenleri tam anlamıyla hazmedip, yerli yerine koyamadım. Hep şiş gözlerle gezdim, biraz daha zayıfladım ve bence yüzüm birkaç yaşlandı bu üç ayda. Daha bugün yeni yeni o sis perdesi kalkıyor zihnimden. Belki en son hafta sonu yaptığımız alternatif terapi hafta sonu işe yaradı; belki bedenim, ruhum ve vücudumun ihtiyaç duyduğu bir zaman vardı.
Bugün bir dokumana tarih atarken 13 Mart 2023 yazdığımda, şaşırdım. 13 Mart mı? 2023’ün ilk çeyreğini devirdik mi? Hangi ara?
Bütün bunların arasında, planladığım gibi düzenli yoga da yapmadım, kendime sağlıklı yemekler de hazırlamadım; pek çok öğünü pas geçtim, pas geçmediklerimde de dışarıda yedim. İyi yanından bakarsak bu vesileyle bol bol yeni keşif yapmış oldum. Hayat ve aşk yazılarına sonra devam ederiz, bu sefer size mekanlardan bahsetmek istiyorum:
Jash:
Ayağımın tozuyla Tayland maceralarını konuşmak için bizimkilerle bir rakı akşamı yapmaya karar verdiğimizde, hep gittiğimiz mekanların yerine eskilerin kapısını çalmak istedik, Cihangir’e gittik. Bir zamanlar nice akşamımızı geçirdiğimiz meyhanelerin tamamının kapandığını, hepsinin kahveciye dönüştüğünü fark ettik. O sırada Jash Cihangir’i gördük. Beyaz masa örtülerini sevdik, hemen yerleştik. Mezeleri bence övüldüğü kadar matah değildi, İstanbul’da her mekanda olan klasik mezeler, standart lezzetle servis ediliyordu. Ama bir akordiyon, bir de gitar çalan müzisyenin iç kısım, dış kısım dönüşümlü müzik çalması şahaneydi. Uzun zamandır canlı müzik dinlememişiz, çok hoşumuza gitti, gerçekten eğlendiğimiz bir gece geçirdik. Yemek yemek için değil; ama canlı müzik eşliğinde keyifli şerefeler yapmak istediğimiz için aklımızın bir kenarına ekledik.
Masterchef yarışmasıyla hepimizin tanıdığı Somer Şef’in Levent’te açtığı Efendy, bu sene İstanbul’da gittiğim ilk restoran oldu. Masterchef’in büyük hayranı olan annemle birlikte gittik, menüsünün standart meze, salata, ana yemek yerine toprak, deniz, kümes ve bize bırak şeklinde dörde ayrılmasına, Urfalı Valentino ve Dar-ı Fülfül gibi kokteyl isimlerine bayıldık.


Muhammara ile servis edilen kadayıfa sarılmış karides ve kapari kıtırı ile servis edilen humusu muazzam lezzetliydi. Tadı damağımda kaldı, her fırsatta yemek isterim. Diğer yandan çökertme kebabı dev bir hayal kırıklığıydı, Somer Şef’ten çok iddialı bir et bekliyorduk, oldukça sinirli, antrikot olmayan bir etten hazırlanmış bir çökertme kebabı ile karşılaştık. Giderseniz kırmızı et dışında tercihler yapmanızı öneririm.
Diğer yandan servis ve bol alevli açık mutfağı ile dekorasyonu şahane.
Açıldığı günden beri çok popüler olan bu mekana, çok sevdiğim bir arkadaşımın doğum günü vesilesiyle gittim. Hiç bana göre olmadığına karar verdiğim bir yer oldu. Aşırı kalabalık olmasına rağmen, çok az sayıda servis elemanı var. Sipariş vermek için garsonu yakalamanız gerçekten çaba gerektiriyor, sonra da kokteylinizin gelmesi çok uzun sürüyor. Kokteyller oldukça lezzetli olmasına rağmen, masada aynı anda hiç birimizin kokteyli olamadı, bir siparişin gelmesinin diğer kişinin bütün kokteyli içmesi kadar uzun sürdüğünü söyleyebilirim.
Diğer yandan uzun zamandır gördüğüm metrekare başına en çok güzel kadın ve güzel erkeğin düştüğü mekandı. Görsel açıdan göz doyurucu; ancak o gece oldukça güzel bir müzik çalınmasına rağmen, gerçekten eğlenen veya dans eden kimse de yoktu, dans ediyormuş gibi yapılıyordu. İstanbul’un en hip gidelim, görünelim, görelim mekanı – buna ihtiyaç duyanlarla sınırlı olarak tavsiye edebilirim.
Balat’taki göz bebeğimiz. Açıldığı ve yalnızca iki masası olduğu günlerden beri gittiğimiz, oldukça büyümesine rağmen, asla kalitesini ve samimiyetini kaybetmeyen; tam aksine her geçen gün lezzetini arttıran bir restoran. Hala gitmediyseniz içtenlikle ve şiddetle tavsiye ediyorum. Müthiş bir dekorasyon, inanılmaz güler yüzlü sahipleri tarafından yapılan bir servis ve şaşırtıcı lezzetler…



Aradan geçen zamanda alkol ruhsatı da almışlar, artık leziz kombucha’larını cin veya tekila ekleterek mükemmel kombucha kokteyllere de çevirebiliyorsunuz.
İmzaları olan rokfor, wasabi kreması ve somonla servis edilen medine hurması, fırınlanmış eski kaşarlı istirdye ve rakılı rozbif yedik hepsi şahaneydi. Yabani mantar ve beyaz trüflü creme brule ise muhteşem tatlı bir son oldu.
Tarlabaşı’nda hiç umulmadık bir noktada havalı bir kırmızı kapıdan geçilerek girilen tazecik bir gece klübü. Dekorasyonu ve espresso martinisi şahane. Bizim gittiğimiz gece oldukça boştu, kendi evimde bir parti veriyormuşum rahatlığında, müthiş bir müzik eşliğinde, özenle hazırlanmış kokteyllerimle halının üzerinde dans ederek bayıldığım bir gece geçirdim. Daha popüler olup kalabalıklaşacağı günlere kadar en favori gece klübüm ilan ettim burayı – içki, tuvalet sırası beklemeden, ayak ezdirmeden ferah ferah konforlu bir gece hayatı özlediğim bir şey zira.

Biri yeşil olmak üzere iki Michelin yıldızı ile taçlanmış, geleneklere sahip çıkarak ve atığı minimuma indirerek toprağa saygı duyan bir restoran.
Tadım menüsünü tattık, tam bir görsel şölendi. Her bir sunum tablo gibiydi, servis muazzam güzel işliyordu ve yediğimiz her şey gerçekten lezzetliydi. Diğer yandan dürüst olmam gerekirse, oldukça keyifli ve lezzetli bir akşam yemeği yemiş olmama rağmen, hafızama kazınan “Şu da muazzam farklıydı, gidip gidip yemek istiyorum.” diyeceğim tek bir lezzet kalmadı aklımda.



Ben gurme değilim, ama çok gezen, çok deneyen ve yemek yemeği çok seven biriyim. Yakın zamanda gittiğim diğer bir Michelin yıldızlı 80/20‘nin aklımı başımdan alan, hepsi hafızama ayrı ayrı kazınan menüsünden sonra, burada bunu hissetmedim. Çok yumuşak tatlar vardı benim açımdan, risksiz, vurucu olmayan, şaşırtmayan. Gurur duyuyorum o ayrı, bence imkanı olan herkesin de mutlaka gidip deneyimlemesi gereken lezzette ve şıklıkta bir tadım menüsü servis ediliyor; ama “Her menü değiştiğinde koşarak yeniden gider misin?” sorusunun cevabı hayır bende. Özellikle de iki kişi tadım menüsü ve eşlik eden kokteyllerin hesabının bir asgari ücrete yakın olduğunu düşününce, benim aradığım deneyim bundan daha ötesi.
Her Adanalı’nın kabusudur İstanbul’da bir kebapçıda akşam yemeği planı yapılması, çünkü hep “Valla Adana’dakinin aynısı, çok iyi kebap yapıyorlar.” denir, asla öyle çıkmaz. Beşiktaş Plaza’nın altında konumlanan Önder Ocakbaşı gerçekten Adana standardında kebap yaptığı için, çok az sayıdaki istisnadan birini oluşturuyor. Et + rakı sevenler için harika bir seçenek.

Yıllar sonra San Francisco’dan Türkiye’ye gelen kardeşimi de deprem sebebiyle Adana’ya götüremediğimiz için buraya götürdüm. Benden daha et obur olarak, o da test etti onayladı. Adanalılardan onaylı bir Adanalı işletmesi.
Mandarin Oriental’in içinde konumlanmış bir Pan Asya – İtalyan restoranı. Dürüst olmam gerekirse giderken biraz ön yargılarım vardı, hem otel içindeki restoranlara karşı ön yargım yüzünden, hem de Pan Asya- İtalyan restoranı kombinasyonunu biraz tuhaf bulduğumdan… Ama bayıldım.

Bir kere mükemmel bir manzarası var. Sushi’den levreğe yediğimiz her şey de o kadar lezzetliydi ki – uzun zamandır yediğim en büyük porsiyonları afiyetle yedim. Fiyatların yüksek olması sorun değil, gerçekten harika bir manzarada lezzetli bir yemek istiyorum diyenlere şiddetle tavsiye ederim.
O kadar popüler ki, akşam yemeği üç oturum şeklinde rezervasyon alıyor. Eminönü’ndeki 250 yıllık Muhsinzade Hanı restore edilmiş ve bir restoran, birkaç tane de özel etkinlikleriniz için kapatabildiğiniz odalar yapılmış.

Atmosfer muazzam, tam ortadan inen dev heybetli kristal avizenin arkasındaki, dev bar ve yüksek tavanlar muhteşem bir ortam sunuyor. Yediğimiz her şey ve içtiğimiz kokteyller de gerçekten lezzetliydi.
Artık bütün restoranların dekorasyonunun birbirine benzemesinden sıkılanlar, İstanbul ruhunu yaşayarak güzel bir akşam yemeği yemek isteyenler için tam bir vaha. Tekrar tekrar gideceğimi düşündüğüm adreslerden.

Lezzetle ve keşiflerle kalın! İstanbul’da yaşamanın hakkını vermeyi unutmayın!
“İstanbul’dan Yeme İçme Tavsiyeleri: Jash, Efendy, Beca, Smelt&co, Epic, Önder Ocakbaşı, Novikov, Olden 1772” üzerine bir yorum