Her türlü ilişkinin kendimi, eksikliklerim ve iyi yanlarımla birlikte daha iyi tanımak için harika bir vesile olduğuna içtenlikle inanıyorum. Sonuçta çılgınlar gibi çalışırken, seyahatten seyahate koşarken oturup da “Hadi bu gün kendi kendime içimin derinliklerine ineyim.” seansları yapmıyorum. Öyle oturup da saatlerce hayat hakkında derin düşüncelere dalanlardan da olmadım; yaşadığım ilişkiler olmasa muhtemelen kendimi hiç tanımazdım.
Bazen “Bu ilişki benden çok şey götürdü.” gibi cümleler kuranlara rastlıyorum, dehşete kapılıyorum. Ya ben çok şanslıydım, ya da daha sağlıklı tercihler yapma iradesini gösterdim; çünkü ben yaşadığım her ilişkinin birlikte güzel an ve anıların yanı sıra bana çok şey öğrettiğine içtenlikle inanıyorum. İlişkilerde yaşanan açmazlar, ortaya çıkan anlaşmazlıklar, eğer bunlara ego savaşı olarak değil farkındalıkla yaklaşılırsa; bir koltuğa yatıp seanslarca içimizdeki çocuğa inmekten çok daha dan diye çarpıyor yüzümüze arızalarımızı ve hasarlı yanlarımızı.

En son yaşadığım ilişki, benim için oldukça sıra dışıydı; çünkü aynı şehirde ve hatta aynı ülkede yaşamıyorduk. Çok absürt biçimde tanışmış, birlikte çok eğlenceli bir kaç gün geçirdikten sonra bir daha görüşme planı bile yapmadan ayrılmıştık. Sonra “Seni daha iyi tanımak, seninle daha çok vakit geçirmek istiyorum.” diyerek kalkıp İstanbul’a geldiğinde, niyetimiz birlikte biraz gezip tozmaktan ibaretken; birbirimizin arkadaşlarıyla tanıştığımız, birlikte harika seyahatler yaptığımız muhteşem bir ay geçirmiştik. Ayrılma fikrine katlanamamış, birlikte geçirdiğimiz günleri uzattıkça uzatmış sonunda da bunu bir ilişkiye çevirmiştik.
O güne kadar “Sevgili dediğin, özlediğinde spontane görebileceğin mesafede olmalı, uzaktaki adamı ne yapayım ben?” gibi cümleler kurmuş ben, her zamanki gibi bütün tükürdüklerimi yalamıştım. Diğer yandan bizimki arada sırada görüşülen çok da mesafeli bir ilişki sayılmazdı; çünkü seyahat etmeyi seven ve uzaktan çalışabilen iki kişi olarak, merkez üslerimiz farklı ülkelerde olsa da inanılmaz çok zamanı birlikte geçiriyorduk. Bir ay birlikte, iki-üç hafta ayrı gibi bir ortalamamız vardı.
Bunun çok bana uygun bir düzen olduğunu şaşkınlıkla keşfetmiştim. Çünkü onunla farklı ülkelerde olduğumuz zamanlarda deliler gibi çalışıp çok iş hallediyordum, detoks, yoga ve ev kampları yapıyordum, kendime ve aileme vakit ayırıyordum. Aynı şehirde olmadığımız günler bana tamamen kendime göre plan yapma konforu sağlıyordu. Onunla olduğumuz zamanlarda da onu ve birlikte olduğumuz şehri keşfetmeye hem zamanım, hem de enerjim oluyordu.

Benim için hem bir sevgilim olmasının bütün güzel yanlarını, hem de bekar olmanın her şeyi yalnız kendi keyfine göre planlamanın avantajlarını sunan bir ilişki türü olduğunu keşfetmiştim bunun. Belki de terazi burcu olmamın bir etkisiydi – ben gerçekten de “spattention” sevenlerdenim. Çünkü benim halletmem gereken çok iş var, ayrıca ben yalnız zaman geçirmeyi de gerçekten seviyorum. Diğer yandan, özlediğim bir adamı görmenin aynı zamanda seyahat vesilesi olması ise benim için piyangoyu vurmak gibi bir şey. Bugün hala içtenlikle hayatımın bu dönemi için böyle bir ilişki tarzının bana çok uygun olduğunu düşünüyorum.

Arada sırada patlak veren tartışmalarımız aslında kökeninde hep aynı temel sebebe dayanıyordu.
Ben onunla birlikte olmadığımız zamanlarda dünya kadar iş halledip, sağlıklı yaşayıp, onunla geçirdiğimiz dönemlerde oldukça dinlenmiş ve onu önceliklendirebilecek kadar ajandamı boşaltmış oluyordum; hayatımı böyle ikiye bölmek tam bana göreydi ve bunu kolaylıkla yapıyordum.
O ise benimle de olsa, bensiz de olsa, kendi yaşadığı şehirde de olsa, tatilde de olsa hep aynı yoğunlukta çalışıyor ve aynı ölçüde sosyalleşiyordu. Ona göre bu dengeydi ve aksi makul değildi.
Eğer ki bu her yerde sürdürdüğü olağan akışı, gerçekten planlı veya dengeli olsaydı, bu aramızda hiç problem yaratmayan bir farklılık olarak kalabilirdi. Ama onun olağan akışı tam bir kaostu, zihini ve ajandasını asla kontrol edemiyordu. Acil ve acil olmayan işleri ayırmıyor, aynı anda çok iş yapmaya kalkıyor, onlar arasında plansız geçişler yaparak çok zaman harcıyor, ajandasını makul ölçüde dağıtamıyor ve işlerinin bittiğini söylediği ve dışarı çıktığımız saatlerde bile çoğu zaman aklında aynı konuları çevirip duruyordu. Dolayısıyla karşımda nadiren anı yaşayan, genellikle zihni bir şeylerle meşgul ve sıkça yorgun bir adam vardı. Çok yoğun olduğunu söylüyordu, ancak yoğun olmanın ne demek olduğunu bilen bana göre bu yoğunluk değildi, kaostu.
Bu şöyle bir ayrım yaratıyordu aramızda. Örneğin Bonjuk’ta festivale gitmeden önce ben iki hafta boyunca festival günlerini iş açısından büyük ölçüde boşa çıkartmak için geceli gündüzlü çalışmış hiç dışarı çıkmamış ve tamamen eğlenmeye motive biçimde festivale geliyordum. O ise aynı iki haftada olağan şekilde çalışmış, olağan şekilde akşam yemeklerine gitmiş, olağan yoğunluktaki işlerini yanına almış geliyordu. Ayrıca toplantılarını da Türkiye saatine göre festivalde boş geçecek gündüz saatlerine değil, Avrupa saatlerine göre öğleden sonraya organize ettiğinden, gün içinde manasızca boş saatler geçirdikten sonra, tam hepimizin eğlenmeye başladığı saatlerde, o konforsuzca aşırı yüksek bir müzik eşliğinde çadırda çalışıyordu. Yoruluyordu ve geriliyordu. Baş başa olsak çok daha büyük sorun yaratabilecek durumlar, o çalışırken bana eşlik eden çok sevdiğim arkadaşlarım yanımda olduğu için krize dönmüyordu.
O bu anları, zor koşullarda bile benim yanımda olmak şeklinde fedakarlık yaptığı ve benim için bu kadar çok çaba harcadığı şeklinde yorumluyordu. Benim açımdansa bu bir çaba değildi, bizim sayemizde müthiş bir festivale katılmışken, tam aksine gerekli çaba ve özeni göstermediği için ortaya çıkmış ve ayrıca benim de keyfimin kaçmasına sebebiyet veren bir planlama hatasıydı.
Veya ben Tayland öncesi 40 gün toprak yogası yapmış, evimi derlemiş toplamış, işlerimi temizlemiş partilemeye ve deliler gibi gezmeye hazır oraya gittiğimde; o zaten önceki haftalarda da dışarı çıkmış, olağanın dışında partilemeye motivasyonu olmayan ve bütün gün çok çalışıp akşam karşımda sürekli erken uyumak isteyen bir adam olarak oturuyordu. Olağan yaşadığı şehirde spor salonuna gitmiyorken, parti adasında spor salonuna gitmeye karar vermiş olması benim için hala kamera şakası gibi anlardan biri.

Bu konu özelinde benim güçlü yanım değişken koşullar ve ortamlar için önceden planlama yapabilmem, zamanı ve önceklendirmemi doğru yapabilmem ve ortamlara hızlıca uyum sağlayabilmemken; benim de burada tetiklenen bir duygusal sorunum vardı. Bir akşam yemeğine gittiğimizde annemin evinin bütün tadilatını bitirdiği sürenin beş katı kadar zamanda, hala yalnızca çizimini netleştiremediği evinin planını çıkartıp ortamıza koyduğunda veya girişimi hakkında bir şeylere dalıp gittiğinde, bunu “Onun içinden çıkamadığı kotaramadığı bir sorunu” olarak kabul etmeyerek konuyu tamamen kişiselleştiriyordum. “İlişkimize ve birlikte geçirdiğimiz zamana gerekli özeni göstermiyor.” ve “Beni önceliklendirmiyor.” diye tercüme ediyordum. Aslında bana olan ilgisi tartışmaya açık değilken, ben sürekli olarak onun bana olan ilgisini bununla ölçüyordum. Sürekli birlikte yaşamadığımıza göre, benimle geçirdiği akşam saatlerinde bütün bunları bir kenara atması gerekiyordu.
O da böyle anlarda benim söylediklerimi ve beklentilerimi çarpıtmak yönünde bir savunma mekanizması geliştiriyordu. Ben yalnızca akşam yemeklerinde gerçekten değerli vakit geçirmek isterken, o ben 7/24 onun ilgi ve alakasını istiyormuşum gibi davranıyordu. Gerçekçi olmayan bir beklenti sürekli seninle ilgilenemem, diyordu.
Veya aynı şekilde Tayland sürekli geldiğimiz bir yer değildi ve bana göre, orada olan günlerin maksimum şekilde tadını çıkartmalıydık. Acil olmayan her iş bekleyebilirdi, gerekiyorsa kendi ülkelerimize döndüğümüzde telafi etmek için haftada 10 saat fazladan çalışırdık. Fakat o Tayland’da her akşam dışarı çıkmayı istediğim için, sanki ben yılın her gecesi partiliyormuşum gibi, “Hayat her zaman eğlenceden ibaret değil.” gibi gibi genellemeler yapıp, beni çıldırtıyordu. “Şu anda Tayland’dayız, burada evet hayatımız eğlenceden ibaret olmalı.” diye tuttuyordum. Bu da onu çıldırtıyordu.
Birlikte geçirdiğimiz günlerde de elbette çalışacaktık, ben de çalışmaya devam ediyordum; ama yine de bana göre acil olmayan işlerinin bir kısmını benden ayrı olduğu günlere erteleyebilirdi. Sonuç olarak biz her günümüzü birlikte geçirmediğimizden ve sürekli Tayland’da olmadığımızdan, bu günlerde işler çok acil ve kriz olmadıkça öncelikli olmamalıydı. Bunu yapmayarak bana yeteri kadar değer vermemiş oluyordu. O ise bu beklentimi, onun çok çalışmasına katlanamadığım şeklinde anlamayı tercih ediyordu.
O benim taleplerimi “gerçekçi olmayan bir beklenti” olarak nitelendirdikçe, ben bunu gerçekte tıkır tıkır çalıştırabildiğim için, onun bu konuda çaba harcamamasının ilişkimize gerekli özeni göstermemek olduğunda ısrar ediyordum. O da benim bu tepkilerimi ona anlayış göstermediğim şeklinde yorumluyordu.
Bu aslında birlikte geçirdiğimiz her dönemde mevcut olan bir sorundu; ama yine Tayland seyahatine kadar birlikte zaman geçirdiğimiz yerlerin hiç biri, benim 7/24 sokakta olup, her şeyi denemek isteyeceğim kadar sıra dışı bir yer olmadığından dolayı, o zamana kadar hiç bu kadar büyük bir kriz haline gelmemişti.

O sırada henüz farkında değildik; sonradan o fark edip söyledi bana ve ikimizde de bütün taşlar yerli yerine oturdu: Aslında biz bir kaygılı, bir endişeli bağlananmışız. Aslında ben bu kitabı iki yıl önce okumuştum, belki de yeniden bir kere daha okumalıyım.
O zaman şöyle yazmışım: “Kaçıngan bir adam kokusu aldığım anda şeridimi değiştirmem gerektiğini artık biliyorum.” Ama ben tam olarak o şeritte tam gaz gidiyormuşum. 🙂
Dolayısıyla aslında birbirimizi tetikleyip duruyorduk. Ben kaygılı davranış modeli sergileyerek her mesafede sorunun ilişkiden kaynaklandığını düşünüyordum; o da bu durumlarda daha da kaçıngan oluyordu ve bunun sonucunda ben daha kaygılı hale geliyordum.
Ama birbirimizden çok hoşlanıyorduk, birlikte de çok eğleniyorduk. O yüzden arada sırada ortaya çıkan bu arızların üzerine birbirimizi kırıp döktükten sonra, yine birbirimizi tamir ediyorduk. Ve keyifle geçirdiğimiz günler, bunların ortaya çıktığı günlerden çok daha fazlaydı. Elimizde bombayla koşup oynamaya, gülmeye, sarmaş dolaş gezinmeye devam ediyorduk.
Benim sonradan fark ettiğim çok enteresan bir nokta daha var. Daha önce de bahsetmiştim, ben gerçekten konuşmayı, suçlamak yerine hislerimi keşfetmeyi, kendimi ifade etmeyi onun sayesinde öğrendim. Aslında yaklaşımı çok sağlıklıydı; fakat aslında o kendi travmalarını tetikleyecek bir silah haline getirmiş oldu beni böylelikle. Çünkü ben sebep sonuç ilişkileri ile hislerimi, olayları ortaya net biçimde koyabilmeye analiz yapabilmeye başladım. Ve tuhaf bir biçimde onun “hep en doğru şeyi yapmak zorunda hissetmesi, hatasını asla kabul etmemesi” ve “birisi hatalı olduğunu söylediğinde derhal set çekmesi” şeklinde bir travmaya dayanan davranış kalıbı daha çok tetiklendi. Ve tuhaftır bana öğrettiği sağlıklı iletişimi o bu anlarda kendisi kuramayıp, benim söylediklerimi çarpıtarak bana saldırmayı seçti – ki kaçınganların tipik özelliği kendi doğru bildiklerini herkese kabul ettirmeye çalışmak ve hayatlarındaki kişiyi sağlıksız bir iletişim yöntemiyle aşağılayıp eleştirmek.
Dip Not: Bunları şimdi böyle kolaylıkla yazıyorum; ama bunları bu kadar objektif analiz etmek o kadar kolay bir süreç olmadı. Oturdum, eski mesajlarımızı okudum, ses kayıtlarımızı dinledim, sanki konu benimle hiç alakasız hiç tanımadığım iki insanın arasındaki bir meseleymiş gibi değerlendirmeye çalıştım. Sıkça bundan saptım, yine kendi tek tarafıma döndüm. Sonra başa sardım. Bunu ilişkiyi düzeltmek için değil, kendimi tanımak ve içimde bulunduğum durumu doğru değerlendirerek doğru seçimi yapabilmek amacıyla yaptım.
Bu analiz yazılarının devamı gelecek, hala üzerinde düşündüğüm bir sürü şey var. Olağanın dışında ve çok hoşuma giden bir süreç olarak, bulgularımı yakın arkadaşlarımla değil, doğrudan onunla birlikte değerlendiriyor ve yorumluyoruz. Bu yukarıda yazdıklarım, ikimizin de üzerinde uzlaştıkları. Bir şekilde otopsiyi yapıyoruz birlikte.
İlkini bu araya sıkıştırıyorum; çünkü keşke bir sonra yazacağım Ko Tao günlerinden önce ben bu resmi bu kadar net biçimde bunları görüp anlayabilmiş olsaydım. Bu analizin üzerine o yazıyı okumak da, daha keyifli olacaktır size.
Yaşadığınız her deneyimi en sonuna kadar farkındalıkla yaşayarak kalın!
“Bir İlişki Analizi -1: İnsanın Açmazları ve Arızları ile yüzleşmesinin en kestirme yolu ilişkiler” üzerine 4 yorum