Merhaba!

Hayat, insanla hep dalga geçiyor.

Tam bilmiş bilmiş mutluluk yazıları yazarken, keyfim de ziyadesiyle yerindeyken, sabahları erkenden işe gidip tıkır tıkır çalışıyor, akşamları oradan oraya fink atıp, kızlarla kadehleri tokuşturup, güzel kollar arasında geceleri gündüzlere bağlıyorken, “Sen misin bilmişlik yapan?” dedi bana adeta.

Önce bir ateşlenerek yataklara düştüm. Kafamı kaldıramadığım günlerce uyku üzerine de, iş yerinde de bir takım tatsızlıklarla göz kırptı hayat bana. Tam “Ay her şey ne kadar şahane, trallilaayloom!” derken, beni hayatıma dair bir takım sorgulamaların içine attı. Yetmedi, hep sonsuz olan enerjimi benden alıp, inanılmaz bir yorgunluk ve uyuma hissi verdi.

Dürüst olacağım bu kadar çok uyumak istemem beni korkutuyor. Hiç alışkın değilim çünkü. “Nazar, vallahi nazar değdi!” diyenlere hafifçe gülümsüyor, “Eyvaaah, sıçtık! Bana ne oldu böyle?” diye beynimin içinden geçen paniği bastırıyor, “Demek ki vücudumun bu aralar buna ihtiyacı var.” diyerek ona uyum sağlamaya çalışıyorum.

Bütün bunlar olurken, kendimi eve kapatıp, “Ah ah, vah vah!” demek hiç benim tarzım olmadığından, minik minik keyifli keşiflere devam ediyorum. Bu aralar keşfettiklerim arasından leziz kahvaltı adresleri karşınızda:

 

Marika, Kurtuluş’ta, çok güzel dekore edilmiş minik bir cafe & dükkan.

Seramik bardaklar, takılar, minik çantaların sergilendiği, retro eşyalarla çevrelenmiş masalarda oturuyorsunuz.

İstanbul’da iki farklı kahvaltı akımı var.

Bunlardan biri, en az üç çeşit peynir olmadan, çeşit çeşit reçel masaya gelmeden kendisini kahvaltı etmiş hissetmeyenlere hitap ediyor. Böyle kahvaltı etmeyi sevenler, kahvaltıya gittikleri zaman masa görünmeyecek kadar çok çeşit önlerine gelsin istiyorlar.  Serpme kahvaltılar, açık büfeler, “doymadan kalkmak yasak” sloganlı mekanlar onların vazgeçilmezi.

Ben böyle yerlere kahvaltıya gittiğimde hep aç kalıyorum. Peynir konusunda aşırı seçiciyim, kesilip bekletilmiş yiyecekler iştahımı kapatıyor, küçücük tabaklara konulup önüme gelenler hep başkasının masasının artığıymış hissiyatı veriyor.

Bu yüzden ben ikinci gruptayım. Az ve öz olsun, istiyorum. Marketten alınıp kesilip tabağa konulmuş seçeneklerden ziyade, farklı lezzetler sunan mekanları seviyorum.

Marika da, böyle kahvaltı etmeyi sevenler için, şehrin göbeğinde çok iyi bir adres.

Özellikle patates mücveri üzerinde, acı biber reçeli ve sotelenmiş mantar ile servis edilen baharatlı hash brown bizim favorimiz oldu.

Kahvaltının yanında Bloody Mary servis eden mekanlara zaten bayılıyorum.

Opelvese ise yine Kurtuluş’ta bulunan Danimarkalı bir mekan. Danimarkaca “deneyim” anlamına geliyormuş. Açık sandiviçler ve Danish Kanelsnegle gibi Danimarka tatlıları servis ediyorlar.

Sağlıklı yaşam, hafif tatlılar ekolünden gidiyorsanız uzak durmanız; tatlı krizi içindeyseniz mutlaka yolunuzu düşürmeniz gereken bir adres. Çünkü tatlıları gerçekten oldukça yoğun.

Kurtuluş’a yolunuz düşmüşken Arma Pastanesi‘ne uğrayıp, sakızlı paskalya çöreği almayı da unutmayın.

Brekkie Breakfast Club, kruvasan sevenlerin kesinlikle dadanacağı Yoğurtçu Parkı’nın hemen karşısına konumlanmış bir mekan. İstanbul’da neredeyse her yerde kruvasan satılmasına rağmen, bir çoğu adeta kruvasan şekilli poğaça. Buradaki kruvasan ise gerçekten leziz.

Rakun, kruvasana bayılan bir hayvan olduğu için, bu mekanın sembolü de rakun olmuş. Karton bardaklardan, menüye her yerde rakun görselleri var.

Ben peynir ve yumurta ile fırınlanan avakodolu kruvasana bayıldım. Tatlı seçeneklerinde ise Lotus bisküvisinden elde edilen krema ve çilek ile servis edilen Lotus Kruvasan mekanın spesyali.

Daha günlerden pazartesi olsa da, haftasonu kahvaltıları için heyecanlandırmayı başardığımı umuyorum. Mutlaka denemelisin, dediğiniz adresler varsa, benimle paylaşmayı unutmayın.

Lezzetle ve keşfederek kalın!