Not Defterim: Balat’tan harika bir teras ve izlemelik şahane filmlerle diziler

Sonunda restoranlara, cafelere, barlara tekrardan kavuştuk.

Açıldıkları gün iş çıkışında soluğu mahallemizdeki en sevdiğimiz bar olan Hunhar‘da aldık. Özlediğimiz kokteylleri kapanışa kadar ardı ardına devirdik. Mekanlar kapandıktan sonra, eve gitmeye hiç niyeti olmadan kaldırımda takılmaya devam eden güruha karıştık.

Çakmağınız var mı?”, “Ben de biramı şuraya koysam problem olmaz değil mi?” gibi basit sohbetler, uzun zamandan sonra ilk defa dışarı çıkmanın keyfini paylaşmanın etkisiyle, kısa sürede oldukça mahrem konularda arsızca yakılan sohbetlere, fısıldaşıp kahkaha atmaya döndü.

Barlar kapandıktan sonra, restoranlar paket servise devam edebiliyor malum. Bar kapanıp, bar önü sohbeti sonlanınca, elimizde biralarla hamburger siparişi verip, sipariş bekleyen müşteri olarak ayakta biralarımızı içerek, sonra da ayakta hamburgerlerimizi yiyerek ve mekanı işleten abiyle “Bu gerçekten trüf mü, yoksa koku veren bir sprey mi?” tartışmaları yaparak geceyi biraz daha uzattık.

Sonra eve yürürken yol ayrımında dikilerek bir saate yakın da öyle ayak üstü laflamaya devam ettik. Böylelikle mekanlar kapandıktan sonra, iki üç saat daha sosyalleşerek ve dışarıda bir zaman dilimimiz oldu.

Söyleyebileceğim tek bir şey var: Bunu gerçekten çok özlemişiz! Online olarak yapılan hiç bir sohbet, bir masanın etrafında toplanıp konudan konuya atlayarak yapılan sohbetin yerini tutmuyor!

O akşam eve hepimiz çok mutlu döndük.

Gelgelelim hafta sonu başladığında, ortalığın kalabalıklığı beni ürküttü ve yordu. Her mekan olması gerekenden daha kalabalıktı, önlerinde upuzun sıralar vardı. Hem hala aşısızız, hem de bu kadar kalabalığı yorucu bulacak kadar uzun zamandır daha yabani bir hayat sürüyoruz.

Cumartesi günü, gerçekten görmek istediğim bir arkadaşıma “Benim oturacak yer arayacak yüreğim yok. Sen güzel bir yer bulup oturursan ara beni. Yoksa başka güne erteleyelim.” dedim.

Böylelikle şunu fark ettim; ben de artık evde vakit geçirmeye alıştım. Dışarıya “sadece dışarı çıkmak için” çıkmaya ihtiyaç duymuyorum. Veya çıktığımda sıradan, rastgele bir yere gitmek istemiyorum. Yer bulabilmek için kapıdan kapıya dolaşmak gibi bir motivasyonum da yok. (Eskiden bunların hepsini yapıyordum bu arada.)

Artık istiyorum ki, dışarı çıkıyorsam, bu bana gerçekten güzel bir deneyim vaad etsin.

Bir sonraki haftaiçi gittiğimiz Balat’taki Smelt&co dining club bana tam olarak bu aradığımı verdi. Smelt&co’dan daha önce size şu yazıda ve şu yazıda size bahsetmiştim. Hey gidi günler, ne çok mekan yazısı yazıyordum bir zamanlar. 🙂

Açıldığı günden beri benim çok sevdiğim restoranlardan biri. Çünkü Balat’ın hiç umulmadık bir sokağında, kesinlikle yanlış yöne gittiğinizi düşüneceğiniz bir sokağın üzerinde, bir anda karşınıza gerçekten çok şık dekore edilmiş bir restoran olarak çıkıyor. Menüsü alışılmadık tat kombinasyonları içeren yemeklerden oluşuyor. Ekip gerçekten çok tatlı. Kombucha’yı da ben burada içtiğimde çok seviyorum, diğer yerlerden aldıklarım burada kokteyl şeklinde sunulan versiyonlardan sonra çok vasat geliyor.

Yalnızca tek katlı ve üç masalı bir restoran olduğu dönemlerde, düzenli olarak tadım menülerini tatmaya gidiyorduk. Bize sanki Avrupa’nın gizli underground bir bölgesinde muazzam bir keşif yapmışız hissi veriyor, bu hissin keyfini sonuna kadar sürdükten sonra, on beş dakikada eve dönebiliyorduk.

Evlere kapalı olduğumuz dönemde harika bir şey yapmışlar: Bütün binaya yayılmışlar. Ara kat teras ve üst teras olmak üzere açık havada oturabileceğiniz iki katı da var. Balat’ın simgesi olan Balat Fener Rum Erken Lisesi manzaralı üst teras, hem dekorasyon olarak, hem de Balat ruhunu yaşamak için harika bir teras.

Balat teraslarının bende hikayesi var, kendimi ne zaman bir Balat terasına çıksam, izlemeye doyamayacağım yakışıklıkta bir adam keten gömleği ile ayaklarım üşümesin diye ayaklarımın altına post serdikten sonra, elleriyle bana üzümler ve peynirler yedirecekmiş gibi hissediyorum. Bunu, bir sonraki Aşk Peşindeki Masallar romanında ilham olarak saklayalım -bu terasta size böyle bir adam vaad edemem; ama çok daha lezzetli yemekleri garanti edebilirim.

Biz başlangıçlardan üç tanesini tattık:

  • Zeytinyağında marine taze deniz börülcesi ve kaya koruğu tabağında zencefilli tarama, bergamot püresi eşliğinde (74TL) – Benim favorim bu oldu. Ekşi ve tatlı bir arada çok dengeli bir tabaktı.
  • Mayhoş taze enginar çanağında Smelt&co yapımı lakerda, adaçayı isli yoğurt kreması ve mor salatalık turşu dilimleri eşliğinde (94TL) – Bunda adaçayı tadını hiç alamadık. Lezzetliydi, ancak çok sıradışı değildi.
  • Rokfor kreması ile dolgulu zeytinyağında marine ılık medine hurmaları, taze limon kabuğu rendesi, masago & meyve havyarları ve kavruk ceviz & küncü tozu eşliğinde (76TL) – Rokfor benim için fazla kuvvetli bir tat olduğu için hiç bir zaman çok tercihim olmasa da, rokfor sevenlerin açık ara favorisi bu oldu bizde.

Ana yemek olarak da aşağıda görselde bulunan karma yeşil pesto ile frutti di mare, taglitelle, confit domates, karides, kalamar, kum midyesi ve ahtapot yedik. (160TL) – Buna masadaki herkes vuruldu. Ben hiç deniz ürünü olmasa bile yine de çok severdim, karma yeşil pestoları o kadar lezzetli bir sos olmuş ki!

Özellikle içinde bulunduğumuz günlerde, seyahatlerle gideremediğiniz keşif aşkınızı besleyecek, açık hava olduğu için güven verecek ve yalnız rezervasyonla yer bulabileceğiniz için aşırı kalabalık olmasından çekinmeyeceğiniz bir adres arıyorsanız, bir de dışarı çıkmışken evde kendi kendinize yapmayı öğrendiklerinizden farklı lezzetler arıyorsanız gidebileceğiniz en iyi yer.

Hala sosyalleşmek konusunda tereddütleri olup, evde oturanlar için de izlemelik tavsiyelerim var:

Netflix’teki beş bölümlük mini dizi Halston‘u izlemediyseniz şiddetle tavsiye ederim. Bir moda imparatorluğunun kuruluş ve çöküş hikayesini tam bir görsel şölenle sunuyor. Kıyafetler, geçişler, mekanlar, bir devre damgasını vurmuş Studio54’e verilen selamlar ve partiler harika. Hadsiz para, hadsiz kokain, hadsiz şımarıklık ile tam bir tasarımcı peri masalı. Tabii ki sonsuza dek mutlu yaşadıların yerine AIDS ve çöküşler var.

BluTV’de izleyip çok sevdiğim bir Türk dizisi Çıplak. Iphone ile çekilen bir dizi olması sıradışı olduğu gibi, müzikleri de şahane. Çarpıcı, gerçek, seksi ve sürükleyici. Klişe aşklardan çok uzakta bir İstanbul gece hayatı ve aşk dizisi. Karakterler ve diyologlar çok iyi. Şimdi ikinci sezonunun da ilk üç bölümü yayınlanmış, ilk sezon kadar favorim olmadı. Yine de hala klişelerden uzak.

Bir zaman diliminde sıkışıp kalsaydınız ve her gün ama her gün aynı güne uyansaydınız nasıl olurdu? Kuantum fiziğine ilgi duyanların ve fotoğraf kareleri gibi sahneler içeren filmleri sevenlerin bayılacağı bir romantik film Palm Springs. Romantik film izlemeyi çok seven biri olarak, bir süredir bu tarzdaki filmlerin hep birbirinin aynısı olmasından bunalmıştım, bu taze kan iyi geldi.

Festival yorumları sebebiyle çok büyük beklentilerle izlemeye başladığım, Oh Lucy! beklentimi karşılamadı. Yine de sıradışı ve farklı bir senaryosu olan film peşindeyseniz, beklentinizi çok yükseltmeden bir şans verebilirsiniz.

Dip Not: Yazıyı buraya kadar okuyanlara ödül olarak da, bana onlarca “Bikinin nereden?” mesajı gelmesine sebep olan bikinimin linkini paylaşıyorum: Şu linkteki siyah bikini benim aldığım. Sırtı açık elbiselerimde çok severek kullandığım göğüs bantı da şu linkte. Sadece ben giyinmeden hemen önce nemlendirici sürme alışkanlığına sahip olduğum için bu bantlarla zorlanıyorum, çünkü krem sürüp üzerine yapıştırdığımda tutmuyor. Onun dışında gerçekten şahane.

Ali Express alışverişi yapmadan önce, sürpriz yaşamamanız için şu yazımı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Keşifle ve sağlıkla kalın!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s