Bir zamanlar ayaklı Foursquare gibiydim. Etrafımdaki herkes yemek veya haftasonu planını yapmadan önce bana danışırdı. Canlı müzikli bir yere gitmek istiyorum, ilk buluşma için kızı etkileyecek bir mekana ihtiyacım var, en iyi sushi’yi nerede yerim… Bu tip soruların hepsine hazırdım.

Şehrin göbeğinde çalışıyor, her gün öğlen ve akşam yemeğimi dışarıda yiyor, İstanbul’da yeni açılan her mekanı listeme alıyor ve aynı mekana ikinci kere gitmekten de özenle kaçınıyordum. İstanbul’da mekanların açılma ve kapanma hızını göz önünde bulundurduğumuzda ve gerçekçi olduğumuzda, elbette ki her yere hakim olduğumu iddia edemezdim; ama nabzını çok yakından tutuyordum. Her konuda, her mekan hakkında bir fikrim vardı.

Sonra şehirden uzakta çalışmaya başlayınca ve üstüne üstlük araya MBA girince ve ben haftaiçi her günümün tastamam 15 saatini İkitelli dolaylarında geçirmeye başlayınca, ve bu tempoda delirmemek için cuma günleri de iş çıkışı doğrudan havalimanı tutar olunca; bütün İstanbul pratiğimi kaybettim.

O kadar ki, kendi evimin sokağında yürüdüğümde bile “Aaa bunların hepsi yeni açılmış!”, “Burada eskiden başka bir cafe yok muydu?” diye şaşıracak kadar yabancılaştım konuya.

Derken MBA bitti; ama benim evimin koltuğundan uzaklaşmamak, bütün öğünleri eve sipariş etmek için “harika bir sebebim” oldu. “Harika sebebimden” uzak olduğum günlerde, spora gittim. Arkadaşlarımla buluşmalarımız da yemek planından çok, partilemek ve içmek ekseninde devam etti.

Son günlerde minik minik ısınma turları atmaya başladım. Keşfettiğim ve çok beğendiğim adresler, bu yazıları özleyenler için karşınızda:

Smelt&Co:

İstanbul’da son zamanlarda gittiğim en sürprizli mekanlardan biri. Balat’ın son zamanlarda popülerleşen ve kalabalıklaşan caddelerinden uzakta, biraz daha tepelerde, tam mahallelinin ortasına konumlanmış bir mekan burası.

Sokakta top oynayan çocukların arasından geçip, içeri girdiğiniz anda, oldukça şık dekore edilmiş bir mekanla karşılaşıyorsunuz. Üç kafadarın deneyimsel bir gastronomi merakı macerasının sonunda kurulmuş.

Sizi bir mekanın işletmecisinden ziyade, misafirliğe gelmişsiniz gibi ağırlıyorlar. Ben normal bir zamanda da gitmiştim; ama özellikle tadımlarına gitmenizi şiddetle tavsiye ederim. Adeta Londra’da çok underground bir mahallede, Michelin yıldızlı restoranda bir tadım yapıyormuşsunuz hissi uyandırıyor.

Biz “Colpevole” tadım menüsü için gittik, tabakların şıklığına mı, sürprizli kombinasyonlara mı, tatlarına mı, inanılmaz bir şevkle ve enerjiyle her bir yemeği anlatmalarına mı daha çok bayıldık karar veremedik.

Özellikle “Spicy Squied Burger” aklımızı başımızdan aldı.

İstanbul’da mutlaka yapılması gerekenlerden biri Smelt&Co tadımlarından birini yakalamak. Pişman olmayacaksınız. Leziz bir kombucha kokteyli yuvarlarken de bana teşekkür mesajı atıp beni çok mutlu edersiniz.

Komşuköy:

Callingmag ile Ford’un “Açık Keşifler” etkinliği için Beykoz’daki Komşuköy’ün yolunu tuttuk. İstanbul’da ve plansız olduğumuz bir pazar günü, festival tadında bir etkinliğe gitme fikri cazip gelmişti ve açıkçası “kafa değişikliği olur”dan öte bir beklentimiz yoktu.

Gurme piknik sofraları hazırlamaktan, kokteyl yapımına; taş baskıdan çiçek taç yapımına ardı ardına başlayan keyifli workshoplarla dolu bir gün geçirdik.

Acıktıkça Zula‘nın meşhur hot dog ve hamburgerlerine yumularak, günü bitirdiğimizde önce canlı müzik, ardından da DJ performansı başladı. Yemyeşil bir alanda, tepeden sarkan ampullerin arasında dans ederken ve tamamen camdan yapılmış bir kış bahçesinde şömine keyfi yaparken paylaştığım videoları gören herkes “Neresi burası? Harika görünüyor. İstanbul mu?” diye sordu heyecanla ve merakla.

Komşuköy, normalde ziyarete açık, canınız istediğinde gidebileceğiniz bir mekan değil. Asıl kuruluş amacı, evinize tarladan toplandığı gibi tazecik sebzeler ve meyveler ulaştırmak. Abone olabileceğiniz gibi, tek seferlik paketler de satın alabiliyorsunuz. Web sitelerinden detayları inceleyebilirsiniz. Kurucusu Özden Akyıldız burada hayallerini gerçekleştirmiş, enerjisi çok yüksek, süper tatlı bir kadın. Konsept olarak kendisine uyan çeşitli etkinlikler de düzenliyor burada. Denk gelirseniz, mutlaka birine katılın ve bu şahane ortamın tadını çıkartın derim.

TOI:

Son zamanlarda en çok adını duyduğumuz şeflerden İsmet Saz’ın imzası olan bir mekan. Hatta adının da “trust of İsmet” kısaltması olduğu yönünde bir rivayet var.

Kuruçeşme’de sushi’nin vazgeçilmez adreslerinden İnari’nin bir üst katında, bizim Ece’nin eski mekanının yerinde.

Dekorasyonu, servisi, kokteylleri, menüsü ve hatta ekmekleri bile şahane.

Ben açılışı tekila, çarkıfelek meyvesi ve meksika biberi ile hazırlanan bir kokteyl olan Dutch Style ile yaptım.

Başlangıç olarak, sakız kabak, halhali zeytin ve nar ekşisi ile servis edilen taze stratacella (mozeralla’nın tazesiymiş bu arada) aldım.

Ana yemek olarak istisnasız herkes Dana Wellington siparişi veriyor. Çünkü İsmet Saz, iki Michelin yıldızlı Gordon Ramsay’in restoranında çalışarak bu tarifi ondan öğrenmiş. Gayet lezzetliydi lezzetli olmasına; ancak biraz abartıldığını düşünüyorum. Yemezseniz hayatınızda bir şey eksik kalmayacak. Yine de şehirdeki az sayıdaki şef restoranından biri olmasının hatırına bile denenmeyi kesinlikle hak ediyor.

Healthyish:

Sevip sevmediğimize bir türlü karar veremesek de, takip etmeden duramadığımız Şeyma Subaşı’nın mekanı. Benim yeni yaş kahvaltım bahanesiyle, Bebek’teki bu cafe’nin yolunu tuttuk. Yediğimiz her şey lezizdi, mekanın dekorasyonu da gerçekten çok keyifli.

Sırf burası için sahil trafiği çekilmez bence; yine de güzel bir ortamda, hem sağlıklı hem lezzetli bir şeyler yemek için iyi bir seçenek.

İstanbul’u keşfederek ve lezzetle kalın!