Daha önce hiç gitmediğim bir yere gitmek benim için bir adamla ilk buluşma gibidir. Heyecanlı, gergin, meraklı olurum. Yola çıkmadan önce araştırma yaparım, deneyimlemek istediklerimi listelerim ve orada geçirdiğim günlerde genel havayı anlayacak kadar mekan denemek, sokaklarda yürümek isterim.
Bildiğim bir yere gitmek ise, tanıdığım, sevdiğim ve özlediğim bir arkadaşımla buluşmak gibidir. Amaç özlem gidermek, keyifli zaman geçirmektir. Listelerim yoktur, keşfetme telaşım yoktur, acelem yoktur.
Kaş otogarında gözlerimi açtığımda işte tam böyle, uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla kavuşmuş gibi hissediyorum. Son yıllarda zaman geçirip, neresinde ne olduğunu bildiğim bir yer Kaş. Daha önce nedenlerini detaylı olarak yazmıştım, bence kız kıza tatil için en ideal istikamet de Kaş. Bu sefer de çok sevdiğim bir kız arkadaşımın doğum gününü kutlama bahanesiyle Kaş’tayız.

Telefonumun şarjının olmamasının, haritayı kullanamayacak olmamın da hiç bir önemi yok. Rezervasyon yaptırdığımız otelin yaklaşık nerede olduğunu kafamda canlandırabiliyorum.
Valizimi sürüyerek yürümeye başlıyorum. Sonradan otel aramakla uğraşmayalım diye merkezde yerini beğendiğimiz ilk otele rezervasyon yaptırmıştık, amacımız orada kalmaktan çok, “yedekte dursun”du. Sonradan daha detaylı araştırma yapacak ve daha iyi bir otel veya airbnb evine geçecektik. Tabii ki yapmadık.
Sokağa girip taş duvarın üzerindeki kırmızı fontlarla yazılmış, Kaş atmosferine asla uymayan “Noel Baba” yazısını görünce, gülüyorum kendime. “Keşke tembellik etmeyip başka bir yer ayalasaydık.” diye düşünüyorum. Kapıdan içeri girdiğimde karşımda duran boyu benden uzun plastik Noel Baba, kesinlikle kasım veya aralık ayına ve daha çok Abant’ta filan bir otele yakışacak dekorasyon. Ben devasa Noel Baba’nın hava seksen dereceyken niçin Kaş’ta bir otelin girişinde durduğunu anlamaya çalışırken, resepsiyondaki müthiş tatlı kadın, “Sezen Hanım değil mi? Arkadaşlarınız sabah valizlerini bırakıp çıktılar.” diyor. Bana odanın anahtarını veriyor, hiç beklenti olmadan odanın kapısını açıyorum ve karşımdaki odaya inananıyorum. Çünkü gerçekten çok güzel!
Bir kere oda inanılmaz geniş, kırk metrekare filan. Dolaplar kocaman, bolca aynası ve harika deniz manzaralı bir balkonu var. Üstelik de yepyeni bir otel, gıcır gıcır, tertemiz. Hayatımda ilk defa bir otel odasının fotoğraflarda göründüğünden daha güzel olduğunu fark ediyorum. Genellikle tam tersi olur ya; kocaman görünen havuzlar süs havuzu boyutunda, ferah görünen odalar tuvalet boyutunda çıkar.
Sonraki günlerde kızlarla sürekli olarak “Bu otel adını ve konseptini saymazsak aşırı güzel, biz bir de farklı bir yer arayacaktık. Artık Kaş’a gelince kalacağımız adres belli” diyoruz. Üç kadının bir otel odasında kalırken, eşyalarının karmakarışık üst üste alt alta durmadan, sürekli olarak ferah kalabileceği kadar büyük bir odada daha önce hiç kalmamıştım. Kaş’a yolunuz düşerse bu oteli şiddetle tavsiye ederim.
Kaş’a ayak bastığım saat oldukça biçimsiz, deniz için çok geç, happy hour için çok erken. Telefonumu şarja taktıktan sonra kızları arıyorum, bir saat sonra otel odasında buluşup, Derya’ya happy hour’a gitmeye karar veriyoruz. Balkona geçiyorum, yetiştirmem gereken bir iş var, denize karşı bilgisayarımı açıp onu yolluyorum. Sonra hep Kaş’ta yaşıyormuşum havasında, markete gidip güneş yağı ve bira alıyorum. Kızları soğuk biralarla karşılıyorum. Görüşmediğimiz günlerin hızlıca dedikodusunu yaparken, giyiniyoruz ve Derya Beach’e geçiyoruz.

Dans etmek garip geliyor. Dans ederken, kendimizi tuhaf hissediyoruz. O kadar uzun zamandır ev dışında bir yerde dans etmedik ki… Sonra Derya’nın spesyali JackNar‘lar eşliğinde açılıyoruz, pistin ortasındayken hiç bir dans figürümüzü unutmadığımızı mutlulukla fark ediyor, dans etmenin ne kadar güzel olduğunu hatırlıyoruz.
Akşam yemeği için Sardelaki’ye gidiyoruz. Hiç bir mezesi başka bir yerde bulunmaz lezzette değil; yine de denizin üzerinde oturup mezeleri mideye indirip, kadehleri tokuşturmak keyifli. “Gece ne yapacağız?” diye düşünüyoruz. Daha haziran sonu, yasaklar kalkmamış, hiç bir yer açılmamış. Ben bu yazıyı yazdığım sırada, yasaklar kalktığı için daha önce yazdığım şu yazıdan gece hayatı için tüyoları kapabilirsiniz.
Çukurbağ taraflarında bir villa kiralamış olan bir arkadaşımızın ekibine katılmaya karar veriyoruz. Terastaki havuza, arkadaşımızın dışarıdaki her mekana taş çıkartabilecek lezzet ve çeşitlilikteki kokteylleri eşlik ediyor. (Bu arada merkezde kalmak gibi bir ısrarınız yoksa ve kalabalık bir ekipseniz terasında harika vakitler geçirebileceğiniz güzel bir villa Villa Fortuna Sunset.
Ertesi gün yine istikametimiz Derya Beach. Kaş’taki en güzel deniz burada değil, ama biraz hareket ve beach club ortamı olsun derseniz kesinlikle en iyi nokta burası. Daha önceki Kaş’a gidişlerimde neden herkesin sürekli Derya Beach’e gittiğine anlam verememiştim. Gittiğim tarihler 15 Temmuz tatiline rastladığı için hep Derya Beach’in gereğinden kalabalık haline denk gelmişim meğerse. Bu sefer kalabalık tam kıvamında, ortam gerçekten keyifli.
Daha çok seçenek isterseniz daha önce iki tane Kaş Beach Rehberi yazmıştım: Birincisi burada, ikincisi burada.

Bütün günümüzü Derya Beach’te geçiriyoruz. Bol bol yüzüyoruz, güneşleniyoruz, arada bara geçip patates kızartması ve bira indiriyoruz mideye, yattığımız yere Jack Nar’lar söylüyoruz. Bir ara değişiklik olsun diye kalkıp Oburus Momus‘un bahçesine gidip bir falafel tabağı paylaşıp birer kadeh şarap içiyoruz.
Sonra tekrar Derya Beach’e dönüp happy hour’a katılıyoruz. Pistin ortasında deliler gibi dans ediyoruz, avaz avaz şarkılar söylüyoruz. Akşam için yaptığımız yemek rezervasyonunun saati gelince, birbirimize bakıyoruz: “Bütün kış yemek yedik zaten, dans etmeyi özlemişiz.” Hepimiz aynı fikirdeyiz. Yemeğe gitmek yerine, birer kokteyl daha söyleyip dans etmeye devam ediyoruz. Birbirimizle, yan masalarla, kendimizle… Doya doya…


Midemiz kazınmaya başladığında Arabın Yeri’ne gidiyoruz, birer köfte ekmek gömüyoruz. Sonra yine Çukurbağ’daki villanın terasında dans etmeye devam ediyoruz. Bir elimde leziz bir kokteyl, diğer elimde bir kadeh prosecco varken, kendimi çok uzun zamandır oradaymış gibi hissediyorum.
Uzun zamandır böyle hiç bir acelesi, planı, rezervasyon ve transfer derdi olmayan bir tatil yapmamıştım. Kendimi gerçekten dinlenmiş, bütün kışın rehavetini üzerimden atmış hissediyorum. Belki de artık yaz tatillerinde plan yapmayı bırakmalıyım diye düşünüyorum. Covid belirsizliği hepimize plansız yaşamayı, her şeye hazır olmayı öğretmedi mi?
“Tatil gibi tatil be!” diyorum kadehimi kaldırırken.
Pazar günü eşyalarımızı toplayıp, Kas Kamping’e gidiyoruz. Kas Kamping’in de denizi ve kitlesi çok güzel. El değiştirmiş, tamamen yenilenmiş, hatta arka tarafına glamping konseptinde şahane şık bungalovlar yapmışlar. Bütün bir günümüzü orada keyifle geçiriyoruz.

Sonra kızları havalimanına uğurluyorum, ben eşyalarımı alıp, artık Kaş’ta yaşayan çok sevdiğim bir arkadaşımın yanına, Kaş’ın köyüne gidiyorum. Ormanın içinde bir masanın etrafında görüşmediğimiz günlerin havadislerini veriyoruz, bol kahkahalı bir sohbet ediyoruz. Hepimiz İstanbul’da yaşayıp, çalışırken, artık büyük bir hızla sevdiğim insanlar İstanbul’dan taşınıyor. Onların yepyeni ve farklı hayatlarına tanıklık etmek hem tuhaf geliyor bana, hem de herkesin kendi seçimini yaşamasına bayılıyorum.
Pazartesi günü ofisim, Kaş’ın meydanı. Yan masalarımda oturanlar heyecanla rezervasyonlarını yaptırırken, bir önceki keşiflerini birbirine anlatırken, sevgililerini aileleri ile tanıştırırken, ben sözleşme hazırlıyorum. İşlerim arasında yan masaların sohbetlerini dinliyorum. Keyfim yerinde, “Bu mesafeli çalışma gerçekten tam bana göre!” diye düşünüyorum.

Kaş’tan Dalaman Havalimanı’na dönerken aklımda iki şey var: “Kendime bir Les Benjamins t-shirt almalıyım, sanırım Dalaman Havalimanı’na bu t-shirt olmadan gelenleri geri yolluyorlar.” bunlardan ilki. Ki bu yazıyı yazarken, haftaya çıkacağım yolculuk için Les Benjamins’im de valizdeki yerini aldı. 🙂 İkincisi de “Sanırım bu sezon bir daha Kaş’a gelmem ya, havalimanı çok uzak.”
Gerçi şimdi, bütün uzaklığına rağmen Kaş’a gitmenin hala makul ve oldukça geçerli sebepleri olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki denizinin güzelliği. Gerçekten Alaçatı’yı da çok seven biri olmama rağmen, orada bu kadar güzel bir deniz kesinlikle yok. İkincisi hala fiyatlarının makul oluşu. Bodrum Lucca’da iki kokteyle verilen para ile burada Derya Beach’te yarım gün yiyip içebilir, girişte ödediğiniz yüz küsür lirayı da yiyip içtiklerinizden düşebilirsiniz. Hepsinin yeri ve keyfi ayrı tabii ama Bodrum’da iyi bir hafta sonu tatili için harcayacağınız parayla, Kaş’ta en az bir hafta keyfin dibine vurabileceğiniz hiç şüphesiz.
Denizlere doğru yola çıkarak, dans ederek kalın!
Dip Not: Benim üzerimdeki herhangi bir şeyin başka birisinin üzerinde olmasını gerçekten hiç sevmiyorum. Batik gömleğimi ısrarla soranları kırmamak adına Trendyol’dan aldığım kıyafet ve takıları şurada bulabilirsiniz. Benim üzerimde sevdikleriniz de mutlaka yakın zamanda Muhsbaoom Dükkan’a eklenecektir.
“Acelesiz, plansız, rezervasyonsuz gerçek bir tatil: Kaş!” üzerine 2 yorum