Planda Olmayan Bir Lüks: Las Lagunas Boutıque Otel, Museum, Spa

O gün yanardağa tırmanıp lavda pişmiş pizzalarımızı yedikten sonra, akşamüstü minicik uçağımızla Flores’e uçuyoruz. Havalimanı kapısından çıktığımız anda şoförümüz bizi bekliyor, sahil kıyısına kadar getiriyor, orada da bizi otelimize götürecek olan ahşap teknemiz bekliyor. “Hayatımın en jet setter günlerini yaşıyorum. Sabah spor kıyafetlerle dağa tırmanıyordum, akşam kimonomla ülkenin diğer ucundaki adaya geldim. Sabah helikopterle Maya İmparatorluğu kalıntılarına iniş yapacağım. Bunlar gerçekten oluyor mu?” diye düşünüyorum.

Botumuz büyük bir hızla denizde ilerlerken, bütün hareketli restoran ve barları geride bırakmamız biraz kafamızı karıştırıyor, çünkü konaklamalarımızı seçmekle görevli kişiye tek bir şart söylemiştik: Konaklayacağımız oteller şehirlerdeki barların restoranların olduğu en hareketli noktalarında olsun yeter.

Ayarlanan yerin konumu istediğimiz yerde olmadığı gibi, daha da büyük bir şoku kalacağımız otele giriş yaptığımızda yaşıyoruz. Vista al Lago ismi ne kadar havalıysa, oda o kadar berbat. Dördümüzün birlikte uyuyacağı tek bir oda var, bir de nemden sırılsıklam olmuş çarşaf ve havlular. “Burada uyuyacaksak kesinlikle bu akşam sağlam partilememiz lazım.” diyerek odaya hiç girmeden “Dört bira alabilir miyiz?” diye soruyoruz.

Kapının önünde biz bira şişelerimizi tokuşturup, sabah bu tek gece kaçamağı standardındaki otelden helikopterle alınma fikrine kikir kikir gülerken, Jorge “Hadi alın eşyalarınızı, gidiyoruz.” diyor.

O ne derse onu yapıyor, o ne yaparsa onu yapıyoruz. Öyle bir haldeyiz ki, o masadaki rastegele iki şeyi keyfine göre birlikte yediğinde “Bunun böyle mi yenilmesi gerekiyor?” diye soruyoruz. 🙂 Onun “Vamanos” demesinden on saniye sonra biz gerisin geriye yine önce botumuza, sonra arabamıza biniyoruz.

Yan tarafında minik bir Las Lagunas Boutique Hotel & Spa & Museum yazılı tabela olan devasa ve çok havalı bir ahşap kapısının önünde aracımız duruyor. Bu dev ahşap kapıdan geçtikten sonra en az yirmi dakika otelin mülkü olan arazide arabayla gitmeye devam ediyoruz. Hava karanlık olduğundan çok bir şey göremiyorum; ama bir otelin dış kapısı ile binası arasında bu kadar mesafe varsa aşırı havalı ve lüks bir yere geldiğimiz zaten şüphesiz. Ayrıca otelin adında “museum & spa” ibarelerinin olması da bunu doğruluyor. Bir önceki girdiğimiz aşırı kötü seviye pansiyondan sonra, bu kadar lükse geçiş yapmamıza kahkahalarla gülüyoruz.

Otelin kapısında soğutulmuş havlular ve serinletici taze meyvelerden hazırlanmış frozen bir içecek ile karşılanıyoruz. “Biranız var mı?” diye soruyoruz yeniden, çünkü Flores’in merkezini görmek istiyoruz. Otelin binasından kapısına kadar gitmek bile bir bira sürüyor. Hiç kalacağımız odaları görmeden, valizlerimizi odamıza götürülmesi için lobiye bırakıp, Flores’in merkezine dönüyoruz elimizde teneke biralarla.

Muhtemelen o lüks otelde kalıp, bunu yapan ilk ve son ekibiz.

Gölün kıyısında güzel bir restoran bulup yemeklerimizi sipariş veriyoruz, sonra güzel bir bar bulmak için sokaklarda yürümeye başlıyoruz. Tam biraz geç mi kaldık, her yer oldukça sakin diye düşünürken, Berk “Birlikte partilemek isteyebileceğimiz lokalleri ben bulurum.” diyerek yanımızdan ayrılıyor, gerçekten de az sonra kesinlikle birlikte partilemek isteyeceğimiz enerji ve görüntüde iki erkek ve bir kızla geliyor. “Siz nereye biz oraya.” diyerek peşlerine takılıyoruz. Ve görünen o ki, daha doğru bir seçim olmazmış, ya oranın tedarikçileri ya da çok sağlam partileyenleri olmaları lazım çünkü her mekanda herkes onları selamlıyor ve doğrudan locaların kapıları açılıyor. Bizi götürdükleri mekana tam anlamıyla bayılıyoruz. Kokteyllerimizi ve shotlarımızı ardı ardına devirip, enerjimizin en sonuna kadar dans ediyoruz. (Malesef mekanın adını not almamışım.)

Sonra meydana geri dönüyoruz, aracımız ve şoförümüz bizi bekliyor. İstanbul’da taksi savaşlarından yorulmuş biri olarak buna bayıldığımı itiraf etmeliyim. Asıl sürprizi ve şoku odamıza girdiğimiz anda yaşıyoruz. Tam gölün üzerinde 60-70 metrekarelik lüks jakuzisi bile bungalovlarda kalıyoruz. Lüks bir yerde kaldığımızı anlamıştım; ancak bu kadarını gerçekten beklemiyordum. Üstelik de tam göl üzeri en büyük odalardayız, her birimizin iki kişilik yatacak yatağı var.

Ertesi sabah erkenden uyanıp helikopterimizle El Mirador’a iniyoruz, ama bu başka bir yazının konusu olabilecek kadar apayrı bir hikaye, sonrasında bir gün boyunca otelimizin keyfini sonuna kadar sürüyoruz. Oteldeki her şey zaten inanılmaz bir standartta, abartmıyorum ekmek bile “Bu nasıl ekmek, bir ekmek nasıl bu kadar lezzetli olabilir?” diye sorduruyor.

Havuz başında taze mango ile hazırlanmış margaritalarımızı içerek ve geçmiş ilişkilerimiz hakkında aşırı eğlenceli bir muhabbetin dibine düşerek bir gün geçiriyor, spa’sında masaj yaptırıyor, akşam oldukça lezzetli yemekler yedikten sonra, göle karşı oturup romlarımızı tokuşturuyoruz.

Her gece bütün şamata bittikten sonra, kadehlerimizi doldurup, oldukça derin, hayata dair, çok samimi, çok ufuk açıcı sohbetler yapıyoruz. Bazen yatırımlarımıza, işlerimize, bazen ailelerimize, bazen psikolojik açmazlarımıza, bazen yaşadığımız ülkelerin avantaj ve dezavantajlarına dair. Bu ekibin en sıra dışı yanlarından birinin de bu olduğunu düşünüyorum, en az eğlendiği kadar, hayat hakkında da sorgulamaları olan, fikirlerini açık yüreklilikle tartışabilen insanlar olmaları…

Bu seyahatteki her günümüzün tamamen farklı konseptlerde olağanüstü frapan yanları oluyor. Las Lagunas’ta geçirdiğimiz iki gece de, lüksün ve keyif çatmanın zirvesine oynayan günlerimiz olarak hatıralarımız arasına ekleniyor.

Planda Olmayan Bir Lüks: Las Lagunas Boutıque Otel, Museum, Spa” üzerine 4 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s