Koh Samui‘deki havalı otelimizden çıkış yaptığımızda, ikimiz de dinlenmiş ve bütün enerjimizi yeniden kazanmış durumdayız. Haad Rin Queen isimli feribotla, Koh Samui adasından Ko Pha Ngan Adası’ndaki Haad Rin’e geçmek için bilet almaya çalıştığımız sırada, bilet satan kızlar sürekli kendi aralarında ve kendi dillerinde konuşup bize bakarak kikirdeşiyorlar. “Ya çok yanlış bir yerdeyiz ve istediğimiz feribot buradan kalkmıyor, ya da bilet kalmadı.” diye endişeleniyoruz. Biz neler olduğunu anlamaya çalışırken, “Barbie ve Ken gibisiniz.” diyorlar, bizle fotoğraf çektirmek istiyorlar, buna çok gülüyoruz.
Daha önce kullandığımız hızlı katamaranın aksine, Haad Rin Queen oldukça eski ve aheste giden kocaman bir tekne. Tam gün batım saatlerindeyiz, bu yüzden bu teknenin o ahesteliği de hoşumuza gidiyor, müthiş bir manzara izleyip biralarımızı yudumlayarak Haad Rin’e ayak basıyoruz.
Bir kaç gün kalacağımız The Sanctuary, adanın kara yolu ile ulaşımı olmayan, merkezden de oldukça uzak bir noktasında bulunuyor. Bu yüzden Haad Rin’den oraya ulaşmak için minik ahşap kayıklara binmemiz gerekiyor, “Çok fırtına var bugün.” diye uyarıyorlar, bu yüzden oraya gitmek için daha çok para istiyorlar. Fırtınayı çok ciddiye almıyoruz, bu daha çok para almak için bir turist kandırmacası gibi geliyor, istedikleri 1.500 bahtı veriyor, ahşap kayığa biniyoruz.

10 dakika sonra bir gerilim filmi sahnesinin içinde buluyorum kendimi. Kayık dalgalara vuruyor, büyük dalgalar boyumuzu geçiyor, su kayığın içine doluyor, biz her dakika yeni bir dalgayı yiyerek sırılsıklam oluyoruz ve kayık sürekli yan yatmaya yakın biçimde sarsılıyor. Denizden veya sarsıntılardan korkan biri olmama rağmen, gerçekten korkuyorum. Teknenin bir noktada tam olarak yan yatacağından eminim, biz iyi yüzücüleriz gerekirse karaya kadar yüzer kurtuluruz; ama her şeyimiz o teknede. Pasaportlarımız, telefonlarımız, cüzdanlarımız, kıyafetlerimiz… Biz karaya yüzüp çıksak bile parasız, pasaportsuz, kredi kartsız ve telefonsuz ne yaparız onu bilmiyorum.
Benimkinin sonradan anlattığına göre beni hayatında hiç o kadar sessiz ve donuk görmemiş. Bana sürekli olarak “İyi misin?” diye soruyor, asla cevap vermeden gittikçe kararan havada ufka bakıyorum. Çünkü ağzımı açarsam, “İyi filan değilim! Siktiğimin adanın diğer ucundan başka gidecek ve kalacak yer bulamadık mı biz?” diye bağırmaya başlayacağım.
Tekne yan dönmüyor ve batmıyor, ama yanaşmamız gereken kıyıya da yanaşamıyor, bizi sahilin diğer ucunda bırakıyor. Biz donumuza kadar sırılsıklamız, valizimin içindeki bütün kıyafetler bile sırılsıklam. Bütün valizlerimizi taşıyarak sahilde bata çıka 20 dakika kadar yürüdükten sonra The Sanctuary’e varıyoruz. Gözüm hiç bir şeyi görmüyor, hızlıca kendimi odamıza atıp uzun sıcak bir duş aldıktan sonra, valizimin içindeki bütün ıslak kıyafetleri çıkartıp balkona seriyorum ve “Ben bir daha o kayığa hayatta binmem. Bundan sonra sonsuza dek buradayım. Artık bu otelde bir iş bulurum kendime herhalde.” diye huysuzlanıyorum.
Akşam yemeği için The Sanctuary’nin restoranına indiğimizde ise hemen moodumuz değişmeye başlıyor, denizin kıyısında dört bir yanı açık şahane bir ortam, yediğimiz her şey inanılmaz lezzetli. Orada yavaş yavaş yeniden havamızı bulmaya başlıyoruz ve o gece oradan yürüyerek gidebileceğimiz, cumartesi geceleri partileri çok methedilen gece klübü Eden‘e gitmeye karar veriyoruz.
Ormanın içinde yürürken, hiç bir müzik sesi gelmediğinden, çok havalı bir parti beklemiyorum – ta ki Eden’in kapısına ulaşana kadar. Ormanın içinde, denizin üzerindeki kayalıklara kurulmuş dev bir ahşap alan bu gece klübü. DJ kabinin bulunduğu bir iç alan, üç tane farklı bar ve açık alanda minderlerle dolu kocaman bir alanı daha var. Oldukça kalabalık, diğer yandan herkesin dans etmeye alanı olacak kadar tam kıvamında ideal bir kalabalık. Hayatımda şimdiye kadar gördüğüm en güzel dans ortamı. Kimsenin elinde telefon yok, kimse story çekmiyor, şahane bir müzik çalıyor ve herkes gerçekten dans ediyor ve eğleniyor. Yanında durduğunuz herkes dans ederken gülümseyerek selam veriyor. Gece hayatı ve dans etmeyi seven herkes için bir ütopya olabilecek güzellikte bir ortam.


Kendimizi kalabalığa ve müziğe bırakıyoruz, zamanın nasıl geçtiğini asla anlamıyoruz, çok dans ediyoruz, çok eğleniyoruz. Arada sırada lafladığımız insanlar “Ko Pha Ngan’daki ilk gününüzde adanın en iyi, en underground partisini nasıl bulmuş olabilirsiniz ki?” diye soruyorlar şaşkınlıkla. İçimden abime teşekkür ediyorum, kocaman gülümseyerek.
Sonra herkes dışarı doğru çıkmaya başladığında, gün doğum saatinin geldiğini fark ediyoruz şaşırarak, tam altı saat boyunca hiç durmadan dans etmişiz!

Kalabalığı takip ediyoruz, hemen yan taraftaki kayalıkların üzerine çıkıp oturuyoruz, havanın yavaş yavaş aydınlanmasını izliyoruz. Oturduğumuz zaman ne kadar yorulduğumuzun da farkına varıyoruz, geldiğimiz yoldan ormanın içinden yürüyerek The Sanctuary’e geri dönüyoruz.
Gece klübünden çıkınca bir ulaşım aracına binmeye alışmış biri olarak, ormanın içinden yürüyerek, denizin üzerinde yeni yeni ışıldamaya başlamış güneşi izleyerek eve geri dönmek o kadar keyifli geliyor ki! Odamıza dönesimiz gelmiyor, sahildeki hamaklardan birine yatıyoruz. Koskoca sahilde bizden başka kimse yok, deniz masmavi, gökyüzü kıpkırmızıdan maviye dönüyor. Büyülenmiş haldeyiz, konuşmuyoruz bile. Zaten kımıldamaya hiç takatimiz kalmamış.
Hayat o kadar güzel ve doğa o kadar mucizevi görünüyor ki gözümüze. Yaşadığımız şehirde gündelik hayat koşturmamız içinde bizi kaygılandıran her şey o kadar anlamsız…
Uzun zamandır hissetmediğim kadar çok mutlu hissediyorum kendimi. Saatlerce dans etmişim, önümde nefis bir manzara uzanıyor, hiç bir yere acelem yok, yanımda kafamı göğsüne koymaktan çok mutlu olduğum adam var. Birbirimize bakıp kocaman gülümsüyoruz, ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz: Hayatın ne kadar güzel olabileceği konusunda çıtamız bir kere daha yükseldi.
Hayatta böyle anlardan mümkün olduğunca çok yaşamanın, hayatımın asıl amacı olduğuna karar veriyorum. Gözlerimi kapatıyorum, kendimi benimkinin kolları arasına bırakıyorum, dalga sesleri eşliğinde orada uykuya dalıyorum.
Ko Pha Ngan için size çok tavsiye vereceğim; yine de orada geçirdiğim bir haftadaki bütün keşiflerime rağmen, iki kere gittiğim Eden, bence bu adada deneyimleniz gereken şeylerin ilk sırasında.
“Merhaba Ko Pha Ngan: Tehlikeli bir kayık yolculuğu ve en en iyi club Eden.” üzerine 5 yorum