Her an ters dönüp batacakmış gibi hissettiren bir kayık ile The Sanctuary‘e gidişimiz bir gerilim filmi gibiydi ve oraya adım attığımızda ilk yaptığımız aktivite cumartesi gecesi Ko Pha Ngan’da gidilebilecek en iyi parti olan Eden’e gidip sabahın ilk ışıklarına kadar çılgın gibi dans etmekti.
Bütün bunlardan sonra, ertesi günün çok büyük bir kısmını da baygın bir şekilde uyuyarak geçirdiğimizden, açıkçası ben The Sanctuary’e adım attıktan sonraki ilk 24 saat kesinlikle bir sağlıklı yaşam kampında olduğumuzu anlamadım; hatta içinde bulunduğumuz alanın ne kadar büyük olduğunu bile fark etmedim.

Pazar günü öğleden sonra gözlerimizi açtığımızda, kaldığımız bungalovu bile gündüz gözüyle ilk defa gördük. Kocaman balkonumuza, deniz manzarasına bayıldık. Orada biraz miskince uzandıktan sonra, acıktığımızı fark edip bir şeyler yemek için restorana indik. O gün Christmas’tı ve tesadüfen Christmas için özel düzenlenen bir yemek etkinliğini tam başından yakaladık ve kalabalık bir masadaki yerimizi aldık.

Filandiya’dan Avusturalya’ya; İngiltere’den Amerika’ya kadar dünyanın oldukça farklı yerlerinden gelmiş bir grup insanla sohbet ederek uzun ve güzel bir yemek yedik. Bazıları her yıl Christmas döneminde buraya tekrar tekrar geldikleri için birbirleriyle çok tanışıyorlardı, biz ilk defa gelen azınlık arasındaydık. “Aynı yere dünyanın diğer ucundan tekrar tekrar gelen bu kadar çok kişi varsa, burası gerçekten çok iyi olmalı.” diye düşündüm o sırada. Sohbetler koyulaştıkça, bunun asıl nedenini anladım. Burası çoğu “wellness retreat”lerinde olan “faşist sağlıklı yaşam” yaklaşımında değildi.
Faşist Sağlıklı Yaşam ile kastettiğim, herkesin sıkı ve sınırlı beslenme biçimine sahip olduğu, gün doğumu ile uyandığı, sağlıksız ve eğlenceli her türlü aktiviteyi aşağıladığı, sonsuz bir sadakatle kendini sağlıklı yaşamaya adandığı gruplar.
Ben genel olarak beyaz şekersiz, ekmeksiz, aralıklı oruçla ve sebze ile tahıl ağırlıklı sağlıklı beslenen bir insan olmama rağmen, eğlenmeye çıktığımda tükettiğim alkolün hesabını yapmam, akşamdan kalma gecelerimin sabahlarında da hamburger, patates kızartması ve bira ile kahvaltı etmekten hadsiz bir zevk alırım örneğin. Hayatımda genel olarak hep bir spor ve yoga olduysa da, hiç bir zaman bunu aksatmayan takıntılı bir insan olmadım. Bebeğim Gstaad Guy’ın şu videosunda bahsettiği, pilates dersini ayarlayıp gitmediği günler, gerçekten pilates yaptığı günlerden daha çok olan wifey kategorisindeyim. Benim seçimlerime hadsizce karışan, bana sürekli kahve yerine güne yeşil çayla başlamam gerektiğini, içtiğim kokteylin kalorisini filan anlatan insanlardan da içim daralıyor.
Bu yüzden The Sanctuary’nin de böyle bir yer olacağını düşünerek, burada kalış günlerimizi azaltmak konusunda da çok ısrarcı olmuştum. Ancak orada, hiç tanımadığımız kişilerle aynı masada otururken, herkesin kendi tercihlerini yaşadığını ve kimsenin kimsenin tercihine hadsizce karışıp, tavsiye vermediğini fark ettim.

Karşımda oturan kadın, fasting kampındaydı ve soğuk sıkım sebze suyunu gülerek benim bloody mary’me tokuşturuyordu. Tamamen vegan beslenen birinin yanında oturan, hunharca tavuğunu yiyordu. Her gün bütün yoga derslerine katılan kişiyi dinleyen, purosunu içiyordu. Odasına gidip şükran günlüğü tutacağını söyleyen ve az sonra adanın en uzun partisi Lost Paradise’a gitmek için tekne çağıran karşılıklı oturuyordu. O an, oraya dair henüz hiç bir şeyi keşfetmeden orayı çok sevdim.
The Sanctuary nasıl bir alan? Yemekler nasıl? Alkol var mı?
Denizin kıyısından, oldukça yükseğe ve arkaya doğru uzanan kocaman bir alanda konumlanmış durumda. Denizin kıyısında resepsiyon, butik ve restoran kısmı mevcut.
Burada geçirdiğim günler hayatımda uzun zamandır en az telefon kullandığım günler olduğu için neredeyse hiç fotoğraf çekmemişim; bu yüzden paylaştığım fotoğraflardan anlaşılmıyor; ancak şu yazının sonunda paylaştığım videoda olan muhteşem sahilde kurulu bu alan.
Restoranda yediğimiz her şey taze ve inanılmaz lezzetliydi. Bir kere olsun, sipariş verdiğim bir yemeği sonuna kadar yemeden bırakmadım. Sebze yemekleri ve salatalar onları çok daha güzel hale getiren sıra dışı soslarla hazırlanıyordu, bowl’lar hayatımda yediklerimin en lezzetlileriydi. Menüde tamamen doğal olan smoothie’lerin yanı sıra, bir sürü leziz kokteyl ve bira da vardı. Burada geçirdiğimiz her gün farklı şeyler yedik ve hiç bir zaman farklı bir yere gitme ihtiyacı hissetmedik.

Sadece bir gün istisnai olarak burası kapandıktan sonra acıktığımız için yine yürüyerek gidilebilen ancak The Sancturary’e ait olmayan Spice isimli bir restorana gittik. Açık ara The Sanctuary’nin restoranında yediğimiz yemekler çok daha lezzetliydi.
Bu kocaman arazide birbirinden oldukça farklı pek çok konaklama opsiyonu mevcut. Bizim kaldığımız kocaman deniz manzaralı teraslı bungalovlardan, ayrıca küçücük orman içi klübelere kadar farklı bütçelere hitap edecek seçenekler…
En tepede Zen Hall , Prana Hall ve Buda Hall var, buralar genellikle yoga ve diğer workshopların yapıldığı alanlar.

Gün içinde çay eşliğinde, kitap okumak için Tea Temple isimli bir alan, ayrıca masajların yapıldığı ve buhar odasının olduğu bir spa mevcut.
Günler Nasıl Geçiyor?
Günde üç kere yoga dersi ve ayrıca ardı ardına bir sürü farklı konuda workshop mevcut. Workshoplar arasında ilişki iletişim eğitiminden, kakao seramonisine; dans derslerinden tarot okumasına kadar pek çok farklı seçenek var. Bütün etkinliklere katılmak istiyorum derseniz sabah 8:00’den akşam yemeğine kadar sürdüklerinden bütün gününüzü böyle geçirebilirsiniz.
Ayrıca özel kamp programları da var. Örneğin fasting kampının katılımcıları da sizinle aynı yerde kalıyor, sadece onların tamamen onlara özel bir programı var.


Bunun dışında hiç birine katılmadan yalnızca doğanın içinde olmanın keyfini süren, restoran, bar ve sahilde takılan kişiler de kalıyor burada.Yani tamamen keyfinize göre geçirebilirsiniz gününüzü.
Konaklamaya Neler Dahil?
Hiç bir etkinlik katılımı ve yemek içermeyen, yalnızca konaklamayı içerecek şekilde de gidebilirsiniz. Bu şekilde bir rezervasyon yaparsanız, katılmak istediğiniz her etkinlik için katılım ücretini ödemeniz gerekiyor. (Bu da etkinlik bazında değişiyor.)
Bizim paketimiz “hepsinden biraz deneme paketi”ydi. Check-in sırasında bize içinde fişler bulunan küçük keseler verdiler. Bu keselerin içinde, her gün için ayrı ayrı bir saatlik masaj, bir smoothie, bir yoga dersi ve bir özel terapi için kullanabileceğimiz fişler vardı. Biz Eden’da sabahlayıp, sonra Christmas yemeğine katıldığımız gün hiç yoga yapmadık örneğin, ertesi gün hem hatha hem de yin yoga dersi olmak üzere iki yoga dersine birden katıldık. Her gün bir masaj yaptırdık, özel terapi hakkımızı vücuttaki depolanmış travmaları tespit ederek hafifleten Hintli bir çiftten yana kullandık. Ayrıca deniz kıyısında da her gün biraz vakit geçirdik.

Burada kaldığımız günlerde günlerimiz bu etkinliklerle çok keyifli ve dolu dolu geçti. Ayrıca yılı kapatmadan hemen önce, vücudumuza ve ruhumuza bakmak gerçekten üzerimizden bütün yılın yorgunluğunu aldı ve kendimizi çok iyi hissettik. Her sene yılın sonunda buraya mı gelsek, bu bir adetimiz mi olsa, diye bile düşündük.
Diğer yandan, akşam saatlerinde her şey kapandığından (restoran, bar, spa…) ve biz erken uyuyan insanlar olmadığımızdan akşamları oldukça boş geçti. Satranç oynamak, terasımızda romantik saatler geçirmek, sahil yürüyüşü yapıp sohbet etmek gibi kendi etkinliklerimizi yarattık.

Çıkışımızı yaparken en büyük şoku yaşadık çünkü kredi kartı burada da geçmiyordu ve üzerimizde yeteri kadar nakit yoktu. Neyse ki İngiltere banka hesapları arasında havale yapmak gibi bir çözüm yolu geliştirdik, yoksa ortalıkta hiç ATM yokken bunu nasıl çözecektik bilmiyorum. Diğer yandan, üç gece konaklamamız, aldığımız pakete dahil olan masajlar, yoga dersleri ve ayrıca ekstra olarak yiyip içtiklerimizle toplam 27.000 baht ödedik. Bu günkü kurla 15.000TL civarında yapıyor. Tanıştığımız Avrupalıların bir çoğu, evlerini yaz boyunca kiraya verip, euro kazançları ile hem böyle sağlıklı yaşam kamplarında kalıyor, hem de aldıkları ikinci evin kredilerini ödüyorlarmış. Bizim Türk Liramızın kaybettiği değer karşısında çok ucuz demeyeceğim; ama yine de basit bir hesapla, bu sene Türkiye’nin güney sahillerinde kaldığımız, hiç yoga, masaj vs. içermeyen doğanın içindeki benzeri bütün bungalov konaklamalarımızdan daha ucuzdu.
Bu yüzden bir sağlıklı yaşam kampına daha ciddi bir şekilde girmeye karar verirsek, kesinlikle Asya taraflarındaki seçenekleri değerlendirmeye karar vererek, bütün yılın üzerimizdeki yükünü hafifletmiş, ışıldayarak ayrıldık oradan. Ve şansımıza, dönüşteki tekne yolculuğumuz, gelişimizin aksine çok keyifli ve çok kolay oldu.
Kendinize faşistleşmeden iyi bakarak kalın.
“The Sanctuary’de Faşistçe Bir Sağlıklı Yaşam Anlayışından Uzak, Yoga, Masaj ve İyileşme Kampı” üzerine 2 yorum