Çok yoğun bir iş günü geçirip hiç telefonuma bakmadığım bir günün sonunda ondan mesajlar geldiğini görüp şaşırıyorum. Nasıl olduğumu merak ediyormuş, aramızda çok kötü hisler olmadığını ve arada sırada görüşmeye devam edebileceğimizi umuyormuş.
Bizimkilere yolluyorum, bahisleri açıyorum: “Tatlı ve düşünceli mi? Yoksa sorumluluk almayayım ama seni de kaybetmeyeyim yolu yapan bir piç mi?”
Abim “Pişman olmanın başlangıcı.” diyor. Normalde her kadın egosal sebeplerle ayrıldığı adamın pişman olmasını ister; ama o sırada ben bu ihtimalden korkuyorum. Çünkü üzerinde düşünüp taşınmam gereken şeyler var – henüz size yazdığım ilişki analizlerini henüz yapmaya başlamamışım, yalnızca aldığım ayrılık raporu üzerinde epeyce kafa patlattığım için bazı temel noktalarda sorunlarımız olduğunun farkındayım – diğer yandan o tatlı bir adam olarak karşıma çıkarsa karşı koyamam. Öyle olmamalı, yorgunum bunun için.
Top bende onu hissediyorum her hücremle, pas mı atacağım, topu dışarı mı atacağım ona karar vermem lazım. Ben o ilk adımı atarsam o gelmeye hazır bana doğru. İçimde “Atla git kızım Lizbon’a ya, hayat kısa, yok o bunu yapmış, sen bunu yapmışsın siktir et.”diyen bir romantik serseri var. Diğer yandan, bir kere daha aynı döngüye girmek mantıklı değil, o yüzden içimdeki romantik serseriyi susturup mesafeyi çiziyorum.
“Fikir güzel ama aramızdaki mesafeyi düşününce çok olası değil. Bu kadar sık seyahat etmemizin arkasındaki sebep bir arkadaşı görmek değildi malum. Yolum oralara düşerse elbette haber veririm.” diyerek kestirip atıyorum.

Birkaç gün sonra uyandığımda yine ondan mesajlar var. Benim “iletişim kurmamız lazım” diye tutturup durmama ilk defa hak vermiş, doğru bir iletişimle aslında ilişkimiz yürüyebilirmiş.
Yine skyscanner’a hoplayıp uçak bileti bakmak isteyen parmaklarımı durduruyorum. Onun yerine ona “İkimizin de hataları vardı. Başaramadık.” diyorum. “Umarım birbirimizi özledikçe bu hasarlarımız üzerinde çalışırız.”
“Şu an birlikte olmamız lazım demiyorum; ama seni hep sevdim ve seviyorum.” diye cevap gelince elimde tuttuğum telefona bakakalıyorum, hiç beklemiyorum bunu. Üstelik de “Başaramayan sen değildin tatlım; senin bana öğrettiklerini ben yapmadım.” diye devam ediyor. “Uzun zamandır böyle hissetmemiştim, hatta belki ilk defa bile olabilir.” O kadar tatlı ve güzel mesajlar ki, ben tamamen karmakarışık bir duygular yumağına dönüyorum.
O günden sonra ona gönderilmeyecek mektuplar yazmaya başlıyorum. Özlem, kızgınlık, pişmanlık gibi karmaşık duygular içeren…
O günlerden birinde, bir iş yemeğinde birisi bana “İngilizcenizde çözemediğim ve tanımlayamadığım bir değişim var. Müthiş isabetli kelime seçimleri yapıyorsunuz.” diyor. Gülüyorum, “Ana dili İngilizce olan bir adamla sürekli kavga etmek ve duygularım hakkında dakikada 9897827334 mesaj yazmak çok geliştiriyor, şiddetle tavsiye ederim.”
Böyle anları onunla da paylaşıyorum, gülüyoruz. İkimiz de birbirimizi özlüyoruz ve düzenli olarak mesajlaşmaya devam ediyoruz.
Kızlara “Hayır, bir dram, bir skandal olmayınca daha zormuş!” diye isyan ediyorum. “Bir aldatma, bir hadsizlik, bir olay olunca sinir ve öfke o kadar baskın oluyor ki, bu dönem daha kolay daha net geçiyor.”
“Aynı şehirde olsaydık seni görmek isterdim.” diyor, “Aynı şehirde olsaydık şimdiye kadar çoktan görüşmüş olurduk.” diyorum. “Aynı şehirde olmamamız iyi mi kötü mü karar veremiyorum.” diyor. Hislerimiz karşılıklı.
Bal gibi biliyorum ki, bu mesajlaşmalar böyle devam ederse biz kendimizi bir havalimanında buluşmuş bulacağız. Bu, önünü açmam gereken bir şey mi, bariyerler örmem gereken bir şey mi kestiremiyorum.

Ben aynı döngünün içine bir kere daha girmeye hevesli değilim. O yüzden net biçimde anlamam lazım: Doğru bir iletişim şekliyle çözülebilecek bir sorun yüzünden güzel bir şeyi mi harcıyoruz? Yoksa gerçekten olmayanı oldurmaya çalışacak kadar büyük bir arzu duyduk birbirimize ve aslında bambaşka bir paylaşım yaşamamız gerekirken biz ilişki yaşamaya mı kalktık? Bunu anlamadan kendimi de onu da gaza getirmemin alemi yok. Kazmaya başlıyorum eski mesajlarımızı, kavga ses kayıtlarımızı.
Sonra başlıyorum tespitleri yapmaya, yaptığım tespitleri onunla da paylaşıyorum. Bunların üzerinden konuşabilmemiz de çok hoşuma gidiyor. Ben konuları, çatışma noktalarımızı bulup çıkartıyorum, o bunlara bağlanma tipleri, sevgi dilleri gibi dayanaklar ve kaynaklar buluyor. Benim üzerinde düşünüp durduğum ve tespit ettiğim tekrar eden döngüleri, onun hızlıca dayanaklandırıp ikimiz için de daha net hale getirmesine bayılıyorum.
Hatta o günlerde, bu paylaşımı sağlıklı bir biçimde yapmaya devam edip birbirimize destek olabilmenin hayalini kuruyorum. Birlikte müthiş seyahatlere çıkmaktan farklı bu sefer kendi içimize muazzam bir yolculuğu paylaşmış oluruz.
Hayatımda ilk defa bir ilişkim bittikten sonra, kız arkadaşlarımla oturup uzun dertleşme geceleri yapmaya ihtiyaç duymuyorum. İlk defa bunu doğrudan ayrıldığım adamla yapıyorum – ki kesinlikle çok daha sağlıklı, objektif ve verimli bir süreç oluyor.
“Yetişkin ayrılıkları böyle oluyorsa, ben buna bayıldım.” diyorum kızlara, çünkü hakikaten keyif alıyorum bu süreçten. “Karı ayrılığından bile verim çıkardı.” diye takılıyorlar bana.
Onunla ikimiz de sürekli olarak “daha derin bir ilişki”, “daha çok sevgi ve anlayış” istediğimizi söyleyip duruyorduk; ama aynı kelimeleri kullanmamıza rağmen bunlara yüklediğimiz anlamların çok farklı olduğunu fark ediyorum o günlerde. Bu yüzden birbirimize ihtiyaçlarını verememiştik. Doğru veya yanlış yoktu, fark vardı.
O işine odaklanmak istiyordu ve karşısındaki kişi için özel bir şey yapmadığında da, ilişki yaşadığı kişiye yalnızca ona uyan zamanda vakit ayırdığında arıza çıkartmayan birini istiyordu. Bu yüzden sürekli “anlayış göstermek” diyip duruyordu. Ancak bana göre bu bir boş zaman aktivitesiydi, bir ilişki değil. Elbette çalışacaktık, çok çalışacaktık, tam çalışmamız kariyerimizdeki sıçrayışları yapmamız gereken yaşlardaydık; ama ilişkiye de kendi özel ve özenli zamanını ayırmak benim açımdan şarttı. Ama o bunu yapamayacak olmasına anlayış gösterilmesini bekliyordu. Dolayısıyla burada kolayca çözemeyeceğimiz, sürekli tekrar etmesi olası bir çatışma noktamız olduğu kesindi.

Bir de onun hoşuna gitmeyen durumlarda kontrolü eline alıp, bunları değiştirmek yerine pasif agresif bir tutum sergileme yönündeki yaklaşımı benim açımdan çok tehlikeydi. Neye ihtiyacı olduğunun farkında olmayan ve ihtiyaçları ile içinde bulunduğu ortam uyumlu olmadığı her an, kendisi dışındaki herkesi suçlayan bir adamla bir ilişki yaşamak beni mahvederdi.
Benim bu hayattaki tek süper gücüm bu: Oyuncu bir ruh. Oyuncu ile kastettiğim rol yapmak değil, eğlenerek çocuk gibi oynamak; her şeye merakla yeni bir deneyim olarak yaklaşmak… Karşılaştığım her sorunda, her dramada, defalarca kurduğum, defalarca yıkılan düzenlerimde ve aşırı yoğun ve stresli çalıştığım son yıllarda hep bu oyuncu ruh ve yaklaşımım sayesinde keyifli kalabildim. Örneğin bazen iş krizlerinin ortasında bazen öyle bir cümle kuruyorum ki, birlikte çalıştığım bir CEO “Suss güldürme beni şu an.” diyip duruyor bana, yine de gülüyoruz, güldükten sonra da oturup krizi çözüyoruz. Ama güldüğüm için bana kızsa, benim o oyuncu ruhumu tuzla buz etse, çözemeyeceğim onu. Yandık eyvah allaaah bittik’e bağlanacak durum.
Ve çok iyi biliyorum ki çok fazla sorumluluk duygusu bunu bozuyor. Profesyonel hayatımdaki sorumluluklar yeterince ağır, geri kalanında bana sorumluluk yüklemeyecek, tam aksine benim teslim, oyuncu ve dişi olmama zaman açacak eril enerjisi oldukça yüksek bir partnere ihtiyacım var. Ancak böyle mutlu olabilirim ben. Ve ancak böyle o flörtöz, komik, maceralar yaratan ve karşısındaki adamı mutlu eden kadın olabilirim.
O, kendi hayatının içinde kaybolduğu bu dönemde, benim hayatımın eril enerjisi olabilecek durumda değil. Tam aksine onu çekip çevirecek derleyip toplayacak birine ihtiyacı var. Hiç bir şey yapmadan, o eril gücü elinde bulundurmak istiyor ki; benim gibi bir karakter için bu imkansız. Ben, bütün asiliğimle, bütün meydan okumamla karşısında durduğumda tatlı tatlı benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacak seviyede bir erilliği görmeden dizginleri güvenle teslim edemeyenlerdenim. Çocuğu araba kullanırken, yan koltukta oturan baba gibiyim içten içe, “Bakayım nasıl sürüyor?” diye bakan, sürekli elini direksiyona atıp düzelten…
Bütün bunların sonucunda bende bilanço çok net biçimde ortaya çıkıyor: Birbirimizden ne kadar çok hoşlanırsak hoşlanalım, şu aşamada bir ilişki sürdürmemiz mümkün değil. Çünkü benim ilişkiye inanabilmek ve yolunda gittiğini teyit edebilmek için ilgiye ihtiyacım var, karşımdaki adamın kontrolünü hissetme arzum var; onun ise kendi kaosunda kaybolup gitmesi ve karşısındakine onun ihtiyaç duyduğu zamanlarda ilgi gösterememesi karşısında anlayışa ihtiyacı var.
Bir çeşit evreka evreka anı yaşıyorum. İkimizi de tanıyan bir arkadaşımla paylaşıyorum bunları “Yemin ediyorum olgunlaştın. Bu cümleleri de duyacak mıydım ya? İç güdüyle karar almamış ilk defa. Matematik yapmış, artı ile eksiyi yan yana koymuş.” diye takılıyor bana.

Sonra onunla da paylaşıyorum bu bilançoyu, aynen önceki süreçleri birbirimizle paylaştığımız gibi. Çok iyi bir niyetle; birbirimizi özleyeceğiz, birbirimizden hoşlanıyoruz, ama şu anda bir ilişki yaşamamız mümkün değil, doğru kararı verdik, rahat olabiliriz demek için.
Gelen cevaba bakakalıyorum. Oldukça sinirli ve suçlayıcı bir üslupla yazılmış. Sanki tatlı tatlı o uzun verimli analizleri yaptığım adam o değilmiş gibi… Olaylardan çıkıp, onların alt nedenlerini, bağlanma tiplerini, sevgi dillerini sanki onunla konuşmamışız gibi yüzeysel ve saldırgan… Beni ona daha önce açılmamış olmakla suçluyor, en yakın arkadaşlar olmamız gerekirken benim ona hiç soru sormamam nedeniyle bunu başaramadığımızı iddia ediyor ve ayrıca “O akşam yemekte bana hiç bir soru sormadın, bütün konuşmaları yapan bendim.” gibi anlamlandıramadığım bazı cümleler var.
Hangi akşam yemeğinden bahsediyor? Ben bunları yeni keşfediyorum, farkında olsaydım elbette onunla paylaşırdım, bunun farkında değil mi? Sorgulayabileceğim, sorabileceğim çok şey var. Ama gerek yok.
O sırada anlıyorum, o akşam yemeği hangi akşam yemeğiyse bunu çözüm üretmek amacıyla paylaşmak yerine bir gün saldırmak için arşivlemiş. Benim üzerinde konuştuğumuz ve tartıştığımız şeylerin üzerinde çalışmamın, bunlara dikkat etmemin aksine, o aynı davranış kalıplarını sanki o tespitlerimiz hiç yokmuş gibi ortaya koymaya devam ediyor. Beni suçlayarak… Ben bu filmi izledim, sonunu sevmedim, tekrar tekrar izlememe gerek yok.
İlk defa ayrılık kararımızdan tüm hücrelerimle, duygularımla ve mantığımla emin oluyorum.
Ben bütün bu sürece verimli ve keyifli bir süreç olarak yaklaştım, kendimle ilgili keşfettiğim şeylere büyük ilgi duydum, kendi üzerimde çalışmaya ve bazı konularda kendimi geliştirmeye gönüllüyüm. Onun için değil, kendim için.
Ama o buna hazır olduğu bir dönemde değil belki de, kendi meselelerini görmemeyi tercih ediyor, aynı davranış kalıplarını daha saçma ve şiddetli biçimde sergilemeye devam ediyor. Belki de onun bunlar üzerinde çalışma zamanı henüz gelmemiş. İçinde bulunduğu rahatsız olduğu durumları değiştirmiyor, bunlara ilişkin iletişim kurmuyor, bunları alıp alıp bir kenara günü geldiğinde kullanılmak üzere arşivliyor. Benim evimde konforsuz olup, bunun için herhangi bir alternatif geliştirmemesi, bunu bana ilk defa “End Report”ta söylemesi ile aynı davranış kalıbı bu. Bir akşam yemeğinde benim ona soru sormamamı da sorun haline getirdiğini ben ayrıldıktan çok sonra ilk defa öğreniyorum, hangi akşam yemeğinden bahsettiğini bile bilmiyorum.
Bu profilin durup durduk yerde, karşısındaki insanı her an suçlama potansiyeli var. Ben o karşısındaki insan olmayacağımdan eminim.
Diğer yandan ona ilk defa büyük bir şefkat duyuyorum, çünkü bunun bana yöneltilmiş bir şey olmadığını, onun hayatı bu şekilde yaşadığını anlıyorum. Hangi travma, hangi durum onu bu hale getirdi bilmiyorum; ama bu davranış kalıbıyla herhangi bir yerde, herhangi bir kişiyle uzun vadede gerçekten mutlu olması imkansız. Bunu ona açıklayıp açıklamamak arasında gidip geliyorum, vazgeçiyorum. Onun bunlarla yüzleşme zamanı gelmiş olsaydı, zaten bir sürü örneğini tespitlerimiz sırasında verdik, anlardı, alırdı. “Benim dengelenmek için biraz zamana ihtiyacım var, ama sonra ne zaman ihtiyaç duyarsan burada bir arkadaşın var. Belki en iyisi değil, ama emin olabilirsin ki iyi bir tanesi.” diye cevaplıyorum tatlılıkla. Bu ona attığım son mesaj oluyor.

Ben hep dolu dolu ilişkiler yaşadım. Hiç biri gerçekten yoğun paylaşım içermeyen, öylesine ilişkiler olmadı. Zaten genel olarak, hayatta her şeyi toplumun doğrularına göre yapmış, hiç risk almamış, hiç yoldan çıkmamış, macera yaşamamış, düz, çok normal adamları da çekici bulmadım. Dolayısıyla da bütün ilişkilerim oldukça renkliydi, hareketliydi, coşkuluydu. Hepsinin ayrılık aşamasında yıprandım ve muhtemelen bazı yeni yaralar aldım.
Yine de içtenlikle inanıyorum ki, “Biraz daha denemezsen sonra hep “Belki güzel olurdu?” diye düşünerek pişman olacağın” nokta ile “Denesen de olmayacağını görmen gereken” nokta arasında çok ince bir çizgi, bir sınır var.
Malesef bu sınırı, onu geçmeden ve biraz hırpalanmadan anlayamıyorsun; yine de çok geç kalmadan görmen gerekiyor; arabanın tekerlekleri biraz havalandığı anda, tamamen takla atmadan önce…
“Güzel aşk kotamı doldurmamışımdır değil mi?” diye sorduğum günden bugüne yıllar geçti. Öyle bir kota olmadığını artık biliyorum. Hayat bana erkekler konusunda hep cömert davrandı, demiştim, bana özel değildi bu durum. Evren gerçekten çok fazla sevgi ile dolu.

Kurtlarla Koşan Kadınlar’dan çok sevdiğim bir cümledeki gibi, “Bizi bekleyen en önemli iş, çevremizde ve içimizde neyin yaşaması, neyin ölmesi gerektiğini anlamayı öğrenmektir. Yapmamız gereken; ikisinin de zamanlamasını kavramak; ölmesi gerekenlere ölmeleri için, yaşaması gerekenlere yaşamaları için izin vermektir.”
O an kavrıyorum, yaşaması gereken benim. Benim içimdeki heves. İçimdeki romantik serseri. “Bu sefer çok başka.” diyerek aşık olup duran kadın. Ölmesi gereken ise bu ilişki. Ölmesi gerekeni zorla yatalak yaşatmak için, yaşaması gerekene zarar vermek hata olur.
Bu ilişkiyi oraya gömüyorum. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle, dünyanın farklı yerlerinde yaşanmış bir sürü an ve hatıra ile. Bu ilişkide özellikle dokuz an var – mutluluğumun beni korkuttuğu, “Hayat şu an bu anıyla o kadar güzel o kadar tam ki…” dediğim bütün hücremle mutlulukla yaşadığımı hissettiğim anlardı – o dokuz anın hayatımda yaşadıklarım arasına eklenmiş olması bile geri kalanındaki tatsızlıklar dahil her şeye bedel. (Onları da yazarım belki bir ara veya bir başka aşk romanıma ilham olurlar.)
Bu ilişkiden geriye o anları ve bitişinde kendime dair keşfettiklerimi büyük kar kabul ediyorum, cebime koyuyorum özenle. Kumar masasından zamanında kalkmak konusunda hep iyi olmuşumdur, gerçek kumar masalarından da mecaz olanlardan da…
Kumarda hırs yapılmaz, gerektiğinde masadan kalkmayı bilerek kalın!