Bir gün önce bizi çölde gezdiren rehberimizin kamyoneti ile çölden çıkıyoruz.
Ayakkabılarımız, kıyafetlerimiz kum içinde. Kuru şampuan ile şekil vermeye çalıştığımız saçlarımızdan her hareketimizle kırmızı kumlar saçılıyor. Bizi Ölüdeniz’e götürecek transfer aracımız henüz ortalıkta olmadığından biraz paniğe kapılıyoruz.
Bir gün Petra’da, ikinci gün Wadi Rum’da bambaşka masal ortamlarında gerçeklikten uzaklaşmışken, o çölün kıyısındaki kasabada kalakalma fikrine çok uzağız. Transfer aracımız gelmezse, atlayıp gidebileceğimiz bir otobüs, dolmuş, taksi de yok ortalıkta.
Rehberimiz ise o kadar tatlı ki, transferi ayarladığımız firmayı arıyor, bizim yerimize bütün konuşmaları yapıyor, hiç de böyle bir şey yapmak zorunda olmasa da, epeyce mesafe daha götürüyor, transferi yapacak adama teslim ediyor. Bahşiş vermek istiyoruz, ama adam bizimle çok içtenlikle ilgileniyor, paniğimizi dağıtmak için içinde İstanbul geçen Ürdün şarkıları açıyor, bahşiş uzatmak ayıp olur mu diye düşünüyoruz. Sonunda bu işi halletmek bana düşüyor. Araçtan indikten sonra, hem bir önceki günkü harika tur, hem de transfer konusunu çözdüğü için teşekkür ediyorum, sarılıp öperken de, yerel elbisesinin ön cebine elimdeki bankonotu sıkıştırıp, bizim için bir bira iç, diyorum. Adam şaşkın şaşkın bakarken, yogitam kahkahalarla benim bahşiş verme yöntemime gülüyor. Adamı öperken, cebine para sıkıştıran kadın!
Şoförümüz geriye kalan üç gün için bize plan üzerine plan öneriyor. Daha gezilecek çok kanyon, antik kent filan varmış. Ama her gün bambaşka bir yeri, günde ortalama 10 kilometre yürüyerek keşfettikten sonra, bizim için yaptığı planları dinlerken bile yoruluyoruz. Tek istediğimiz biraz deniz kıyısında keyif çatmak, güzelce duş alıp üzerimizdeki kumlardan arınmak, geriye kalan günlerimizde de Ölüdeniz ile Amman’ın tadını çıkarmak. “Hı, hı, teşekkürler, biz seni arayacağız.” geçiştirmeleri ile araçtan inip, Ölüdeniz’deki otelimiz Kempinski’ye giriş yapıyoruz.
Otele giriş işlemlerimizle ilgilenen Said, o kadar yakışıklı bir adam ki! Yogitam ile birbirimizi dürterek “Adamın gözlerinin maviliğini gördün mü?”, “Ay, nasıl güzel gülüyor!” gibi cümleleri ardı ardına sıralıyoruz. Adam ilgimizden son derece keyifli, “Size güzel bir haberim var hanımlar, bu gece sizi suit odamızda ağırlıyoruz.” diyor.Odamıza çıkıyoruz, benim evim kadar. Devasa bir ayna ile bölünmüş makyaj kısmı, yatağımızın olduğu kısım, oturma alanı var. Denizi de görüyordur umarım diyerek, odanın perdesini sıyırdığımda gördüğüm devasa balkon karşısında sevinç çığlığı atıyorum.
Balkonumuzda biraz keyif çattıktan sonra, hadi “Ölüdeniz ile tanışalım.” diyerek odamızdan çıkıyoruz. Otel muazzam güzel. Dekorasyonu çok şık, devasa bir alana yayılmış, dört farklı konseptte havuzu var, bütün dünya mutfaklarından restoranları dizi dizi. Amman’da kaldığımız Kempinski de dahil olmak üzere, Ürdün’de kaldığımız bütün otellerden çok daha lüks olmasına rağmen, hepsinden daha ucuz olmasını çözemiyoruz.
Otelimizin içinde yarım saatlik bir yürüyüşten sonra Ölüdeniz’in kıyısına ulaşıyoruz. Ölüdeniz’in diğer adı Lut Gölü. Afrika – Suriye ayrımında en al noktada yer alıyor. Yüzey rakımı -430 metre, yeryüzünün en alçak noktası!
Bunun bir diğer yansıması da havanın sıcaklığı. Gölgede 43 derece!
Gelmeden önce duyduğumuz şey, buradaki suyun kaldırma kuvvetinin inanılmaz olduğu ve asla suya batılmadığı… Dünyanın en tuzlu üçüncü gölü ne de olsa… Hemen test etmek için atlıyoruz. Gerçekten inanılmaz garip bir deneyim. Yüzmeye ayak çırpmaya bile ihtimal yok, o kadar bile suyun altına sokamıyorsunuz elinizi, bacağınızı. Direk suyun yüzeyinde, yatakta yatıyormuş gibi rahatlıkta uzanabiliyorsunuz.
Lut Kavimi’nin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin de bu gölün altında kaldığına inanılıyor.
Bir de gölün altındaki çamurun her derde deva olduğuna. “İyi de dalmak bu kadar imkansızken, dipten çamuru nasıl çıkarıp süreceğiz?” diye düşünürken, devasa bir çanağın içinde duran bizim için çıkartılmış çamuru görüyoruz. Baştan aşağı sürünüyoruz, hafif yakıcı bir histen sonra, gerçekten de günlerce bebeksi bir ciltle geziyoruz.
Ama Ölüdeniz / Lut Gölü eğlenceli çok çok bir saatimizi alıyor. “Aaa gerçekten batmıyoruz!” coşkusu ve çamura bulanma seramonisinden sonra tek hissedilen şey sıcak. Ölü Deniz’de geriye kalan zamanımızı, Ürdün’de üretilen şiraz üzümünden yapılan ve kesinlikle çok tatlı olmadığı için bayıldığım rose şarabını içerek, muhteşem balkonumuzda gün batımını izleyip, oda servisten leziz tatlılar sipariş ederek, bol şampanya tükettiğimiz uzun kahvaltılar yaparak, odamızın, sonsuzluk havuzlarının kenarlarındaki yumuşacık yataklarda kitaplarımızı okuyarak geçiriyoruz. Çok iyi geliyor, deniz tatilinin o miskin keyfinin tadını sonuna kadar çıkartıyoruz.
Beni yakından tanıyan arkadaşlarım, “Nerede bir sırt çantasıyla bütün Avrupa’yı gezen Sezo? Moda çekimine gitmiş gibi her gün başka elbiseler çıkıyor ortaya.” diye takılıyorlar fotoğraflarıma. Aslında bütün eşyalarım bir kabin boy bagajın içinde geziyorum hala. Oradan oraya giderken devasa bavulları taşıyarak yorulmaya hala karşıyım.
Ölü Deniz’e dair anlatabileceğim başka bir şey olmadığından, size “Küçük Valizle Seyahat Etme” tüyolarını aktarayım:
1- Öncelikle kıyafetleri boşverin, elinizden düşmeyen telefonunuzla minik bir araştırma yapın. Gideceğiniz istikametteki hava durumu sahip olmanız gereken en önemli bilgi. Ki artık oldukça önceden çok isabetli tahminler yapılıyor malum. Yağmur yağmayacaksa, boşuna yağmurluk; hava 30 derecenin altına düşmeyecekse boşuna ceket taşımayın. Bunları taşıyacaksanız da, her kıyafete gidecek anahtar parçalardan seçmeniz lazım: Jean ceket veya deri mont gibi!
2- Düşünmeniz gereken ikinci konu: Orada ne yapacaksınız? Geceleri club’a mı gideceksiniz? Yoksa şık restoranlar peşinde mi koşacaksınız? Bütün gün sokakları ve müzeleri mi arşınlayacaksınız? Instagram’dan location seçerek, fotoğraflara bakmak, genel giyim tarzı hakkında süper fikir veriyor, bu da aklınızın bir kenarında bulunsun. Ibıza ile Çeşme’nin kıyafetleri de, Ürdün ile Lübnan’ın kıyafetleri de birbirinden farklı tarzda olmalı mesela.
3- Umarım hala bunu yapan yoktur; ama sevdiğiniz bütün parçaları valizinize doldurup, kombinleri orada yapmayı hayatınızdan çıkartın. Her şeyi valizinize atıp orada uydurmaya çalışmak yerine, kombinleyerek valize koymak hem fazla kıyafetten hem de tatildeyken hazırlanma süresinden kazandırır. Hem de üstünüzde nasıl durduklarını bir kere daha kontrol etmiş olursunuz, orada iyi mi durdu popomu büyük mü gösterdi endişesine kapılmazsınız.
4- Kombinasyonları yaparken, bir ana renk tonunda kalmaya dikkat edin: Lacivert, siyah, kahveden yalnız biri olsun. Canlı renkler serbest. Bu, özellikle en çok yer tutacak ayakkabılar bakımından avantaj sağlar. Bir düz taban, bir topuklu attınız mı çantaya, biter iş. Aynı şey çanta için de geçerli, bir büyük bir küçük çanta ile idare edebilirsiniz bu durumda. Özellikle yazın ten rengi ayakkabı hayat kurtarır, ne renk giyinirseniz giyinin, her şeyin altına uyar.
5- Tabii ki tatile gidiyorsunuz, her gün ne yapacağınız saat saat belli değil; ama gündüz ve gece olarak her günü ikiye bölmek en garantili çözümdür. Yani üç günlük tatile gidiyorsanız, altı kombinasyon size kesin yeter. Hatta emin olun en az birini giymezsiniz bile. Daha çok kıyafet götürmek yerine, daha çok aksesuar götürün. Hatta şehirde gündelik hayatınızda kullanmadığınız iddialı takılar, şallar, taçlar filan olsun bunlar.
6- Az eşyadan bahsediyorken, ihtimal için ekstra taşıma tavsiyesi ironik olacak; ama her türlü sürprize açık olmak için, valizinizde mutlaka iddialı bir elbise ve bir topuklu ayakkabı olsun. Hayatınızın aşkı ile karşılaşabilir, bir düğüne davet edilebilir, çok havalı bir partiye gider bulabilirsiniz kendinizi… :)) Benim tahkim davası için Paris’e gitmişken, akşamında kendimi Fashion Week partisinde bulduğum oldu örneğin.
7- Gelelim kozmetiklere… Tatil ruh halinde harika görüneceksiniz, peelingler maskeler taşımanın anlamı yok. İlla vücudunuzun her noktası için ayrı krem kullanmakta ısrarcıysanız, Watsons ve Gratis’te satılan, minik krem doldurma kaplarından alın, size yetecek kadarını götürün. Bence nemlendirici, makyaj temizleyici ve güneş kremi üçlüsü her yere yeter. Hatta kız arkadaşlarınız ile seyahat ediyorsanız, bunları da bölüşün, hepiniz aynı şeyleri ayrı ayrı taşımayın. Bir kişi diş macunu, bir kişi makyaj temizleyici getirse hepinize yeter.
8- Diş fırçası, cımbız, tırnak makası, tarak, alka seltzer, ne olur ne olmaz tampon olmazsa olmaz bunları unutmayın.
9- Valizinizi tıka basa doldurursanız, dönüşte kapatamazsınız. Kirliler, temiz ütülü hallerinden daha çok yer kaplayacaktır. Hatta alışveriş çılgınlığına müsait bir yere gidiyorsanız, valizinize katlanan ama hacmi büyük bir kumaş çanta daha atın.
10- Havlu taşımaya kalkmayın, peştemal aynı işi görür, daha az yer tutar ve daha tarz durur.
11- Son olarak da unutmayın, ihtiyacınız olan her şeyi gittiğiniz yerden de alabilirsiniz. Ne olur ne olmaz diye valizinize ne attıysanız hepsini aynen geri çıkarın. Hem alışveriş bahanesinden daha tatlı ne olabilir ki? Çizme ile gittiğim bir seyahatte ayaklarım ağrımaya başladığında, bir H&M’e girip siyah bir lastik ayakkabı almıştım, hala çok severek kullanıyorum. Her giydiğimde aklıma o seyahatteki tatlı anılarım geliyor.
Keşfederek kalın!
“Lut Gölü, Kempinski Ishtar, Küçük Valizle Seyahat Rehberi” üzerine bir yorum