İstanbul’da gündelik hayatında hiç trafiğe girmeden yaşayan şanslı azınlıktan olduğum ve arada sırada trafikle karşılaştığımda ilk defa İstanbul’a gelmiş bir insan gibi tepkiler verdiğim için, havalimanına gitmek için de iş çıkış trafiği başlamadan önceki bir saati seçiyor ve uçuşumdan uzun saatler önce Starbucks’ta kahvem ve bilgisayarımla kendime bir köşe kapatıyorum. Orada takılırken fark ediyorum, 2022’de Büyükada, Eskişehir ve Kırklareli gibi haftasonu kaçamakları yaptıysam da, ilk uçuşum bu olacak: Adana’ya…
Adana’ya ayak bastığımda saat çok geç; kebaplar, etler kaçmış durumda. Babamla evde birer viski koyuyoruz,laf lafı açıyor, yeni planlara ve evlere kadehler kalkıyor, gece uzuyor. Ertesi gün öğle molasında canım doktorumun kliniğine gidip cilt bakımı yaptırdıktan sonra, Hadırlı’ya kebap yemeye gidiyoruz.

Oldukça salaş bir ortamda, kağıt örtülerin üzerinde tabaklarımız kebaplarla, bardaklarımız rakılarla dolarken, odun sobası ile ısınıyoruz. Bir ekip tatlı tatlı çalıp söyleyerek masaları dolaşıyor. Üşümesin diye üzeri pideyle kapatılmış kebaptan bir çatal aldığım anda, “İşte şu anda Adana’ya geldiğimi anladım.” diyerek kaldırıyorum kadehimi.
Yemekten sonra çok sevdiğim bir kız arkadaşımla istikametimiz Maki. Adana’daki en iyi kokteylleri yapan ve bizi hiç bir zaman servis ve hizmeti ile üzmeyen mekanlardan biri. Hala temkinli, kapalı mekanlarda maskesiz takılmayanlardan olarak, içeride bir masada oturmak yerine, dışarıda kapı önünde sobada ayakta takılıyoruz. Çok uzun bir gece olmasını planlamıyoruz, biraz sohbet edip, birer kokteyl içip dağılmak var aklımızda. Her Adana gecesinde olduğu gibi, tesadüfler, karşılaşmalar derken, Lucca’dan gaza gelip Maki’ye gelmiş matrak bir grupla kesişmek dahil absürd ve eğlenceli bir geceye dönüşüyor. Adana, her zaman Adanalılar için çok daha eğlenceli bir şehir. Çünkü aslında asıl olay mekanlardan ziyade, o tesadüfi karşılaşmalarda, süprizlerde, kesişmelerde…
O geceyi çok uzatmıyoruz, sabah 09:00’da Mersin’e doğru yola çıkıyoruz. Çok keyifli üçlü bir ekip olarak, Mersin Marina‘da deviriyoruz günü. Hava o kadar sıcak ve güneşli ki… Aylardan şubat olduğunu unutuyorum. Güneş batarken kendimi bronz tenle after sun kokarak Gümüşlük’te rakı içmeye gidecek gibi hissediyorum. Rakı içmeye Dodo‘ya gidiyor, şahane mezeler yiyoruz.
Yine şahane bir kesişme oluyor, ikimiz de İstanbul’da yaşamıza rağmen çok uzun zamandır görmediğim bir arkadaşım da bize katılıyor. Hep birlikte önce Maki‘ye, sonra orası kapanınca Küf’e geçiyoruz. Gece bitiyor, müzikler kapanıyor. Rakıların üzerine devrilen shotların cinlerin boşa gitmesini istemiyorum, gece burada bitemez. Herkes Küf’te, ama müzik yok, ışıklar açılmış, bir cumartesi gecesi için fazla sakin bir sohbet ortamı var.
“Eee, ne yapacağız?” diyorum. Arkadaşım bana dönüp “Sen ne istersen onu yapıyoruz.” diyor. Samimi olduğunu bilecek kadar uzun zamanıdır tanıyorum onu, yine de aklımda şansımı zorlayacak bir şey var. O yüzden “Gerçekten ne istersem yapabiliyor muyuz?” diye soruyorum bir kere daha teyit almak için. “Pavyona gitmek istiyorum.” diyorum, “Hadi o zaman.” diyor bir saniye düşünmeden bir taksi çeviriyor.
Ve böylelikle Afrodit‘e gidiyoruz. Babalarımızdan senelerce adını duyduğumuz, çok merak ettiğimiz mekandayız. İçerideki tek kadınlı masa biziz, dolan viskilerimizi yudumlarken, sahneye iki kişi çıkıyor. Çok güzel çalıyor ve söylüyorlar. Efkarın dibine düşüyoruz. “Eee, buraya gelen bir adamın eve mutlu dönmesine imkan yok ki. Evli adamlar niçin pavyona geliyor? Pavyon bu mudur?” diye fikir yürütüyoruz avaz avaz şarkılara eşlik etmediğimiz anlarda. Sonra aralarda gerçekten güzel dans eden oldukça seksi bir kadın geziyor masaların arasında. Ona para yapıştırıyoruz, bardaklarımızı yeniden dolduruyoruz, efkarlı şarkılara eşlik ediyoruz, sonra yine dans eden kıza para yapıştırıyoruz ve oraya gerçekten bayılıyoruz.
Sabaha karşı savcı olduğunu öğrendiğimiz birinin arabasında, börekçiye gitmek için ters yön yollara dalıyoruz. Hayatı bu kadar absürd olduğunda daha çok seviyorum.
Eve geldiğimde sabah… Her Adana’ya geldiğimde böyle oluyor. Evden “Çok geç kalmadan gelirim ya.” diyerek çıkıyorum. Sonra babam sabahın köründe beni görünce şaşkınlıkla, “İyi ki erken geldin kızım.” diye takılıyor bana. “Saat sabahın 5’i ya, bence günün oldukça erken bir saatindeyiz.” diye cevap veriyorum arsızca. Bu sefer bir de ekliyorum. “Afrodit’teydim dün gece.” Babam şaşkınlıkla “Gerçekten mi?” derken bir kahkaha patlatıyor.
Bu sefer Adana’dan ciğer, fındık lahmacun, Şadırvan döneri, Kazım’da muzlu süt gibi pek çok lezzeti mideye indirmeden dönüyorum, hiç fotoğraf bile çekmemişim. Fakat bu sefer cebimde fantastik bir pavyon deneyimi var, zihnimin arka fonunda da Yıldız Tilbe: Hafife alma, aşk vurur insana. Bu kadar kolay sanma delikanlım!
“Marinadan pavyona: Adana Mersin Notları” üzerine 2 yorum